2018’e damlasını vuran ve neredeyse katıldığı tüm film festivallerinde övgüyle adından söz edilen bir başyapıt Roma filmi.

Hepimizin hayatında bize anlam katan ve hayatımızı değiştiren, en önemlisi de bizi biz yapan bir kahraman vardır. Alfonso Cuarón için de bu kahraman çocukluğunda onu bakıp büyüten dadısı Libo. Bu filmi ona adayarak sevgisini tüm dünyaya yansıtmayı başaran yönetmen kullandığı şiirsel anlatımıyla hafızlarda yer edinmeyi başardı. Filmle bir bütün olup onu içselleştirdiğinizde kendinizden bir parça bulmak mümkün doğrusu.

Film, 1970’lerde Meksika’da geçiriyor. Cleo (Yalitza Aparicio), orta gelirli bir ailenin hizmetçisi. Sadece ev işleriyle ilgilenmekle kalmıyor, çocukların bakımıyla da oldukça ilgili. Hatta öyle değer veriyor ki çocuklara, ailenin bir parçası olmuş. Sınıfsal farklılıklarına rağmen asla hor görülmeyen Cleo, onları hayatının merkezine koymuş olmasına rağmen kendisi için de zaman ayırmak isteyecek kadar genç biri. Evin diğer işleriyle ilgilenen ve aynı zamanda arkadaşı olan Adela (Nancy García García) ise Cleo’ya ailesinin yokluğunu hissettirmeyen ve yaşadığı zor durumlarda ona destek olan diğer bir kişi. Adela’yla dışarı çıktıkları bir gün Adela’nin erkek arkadaşının kuzeni Fermin’le yakınlaşan Cleo sonrasında hamile kalır. Hamile kaldığını Fermin’e söylediğinde terk edilmesiyle yalnızlığın acısını tekrar yaşamakta gecikmemiştir. Evin hanımı Sofia (Marina de Tavira) ise kocasını, Antonio (Diego Cortina Autrey) ne kadar sevse de kocasının onu terk etmesi üzerine tek başına yaşamaya alışmak zorundadır. İşte bu iki kadının sınıfsal farklılıkları ne olursa olsun kesiştiği ortak nokta. Yaşadıkları acı ve hayata karşı verdikleri mücadele aynı. Film bu noktadan itibaren aynı duyguları paylaşan bu iki kadının hayatına odaklanıyor. Cleo, doğum sırasında çocuğunu kaybederken hayatın ondan aldığı şeye karşı tepkisiz ancak Sofia ve çocuklarla gittiği tatilde, çocukları boğulmaktan kurtararak aslında yaşadığı acıyı biraz olsun onların sevgisiyle kapatmayı başarıyor.

Yönetmen, 1971’deki Corpus Christi katliamına da filmde yer vermeyi ihmal etmemiş. Filmdeki bu sahne özellikle Fermin’in hamile olan Cleo’ya silah doğrultması hepimizi etkileyecek kadar duygusal ve şoke edici.

Yönetmenin kullandığı kamera teknikleri bir o kadar ustaca. Genellikle karakterler üzerine kamera açıları belirli ve eşit bir mesafede kalıyor. Sanki karakterlerin yaşadıkları onca şey hayatlarının görünen küçük bir kısmı ve içlerindeki fırtınaları görmek imkânsız. Yönetmen, karakterleri anlatırken dış dünyayı yansıtmakta da bir hayli başarılı. Özellikle ilk sahnede yerdeki su birikintisinden hayatın akışını yansıtması ve sonrasında nesneler üzerine yaptığı yakın çekimler, hayata karşı ipuçları vermeye çalışırcasına mantıklı geliyor. Filmin siyah-beyaz çekilmesi 1970’li yıllara ve o döneme ayrı bir gerçeklik kazandırıyor. Oyuncuların bazı sahnelerde sıradan insanlar olması ve senaryoyu sahneyi çekecekleri gün öğrenmeleri ise yönetmen için farklı bir anlam ifade ediyor. Ona göre oyuncuların içinde bulundukları anı olduğu gibi yansıtmaları ve aktarmaları senaryodaki role girmekten çok daha önemli. Cuarón’un Y Tu Mamá También filminden sonra dili İspanyolca olan ikinci filmi.

Yönetmenin çocukluğundan izler taşıyan bu film, bize kadının önemini, her şeye rağmen hayatın ve sevginin gücünü bir kez daha kanıtlamış oldu.

 

Filmin Künyesi

Filmin Adı: Roma

Yönetmen: Alfonso Cuarón

Oyuncular: Yalitza Aparicio, Marina de Tavira, Diego Cortina Autrey

Yapım: 2018, Meksika-USA, 135 dakika

 

1994, Mersin’in Tarsus ilçesinde doğdu. Küçük bir yerde yaşarken bile büyük hayalleri vardı uçsuz bucaksız. Yurtdışına gidecek ve oralarda okuyup kendini geliştirecekti. 2015 ve 2016 yıllarında Amerika’ya gitti. Çocukken izlediği Yeşilçam filmleri ona mutlu bir dünyayı aralarken üniversitede aldığı kültür çalışmaları dersiyle hayatın perde arkasını görmeye başladı. Her şeyin şekillendiği o yıllarda sinemaya her geçen biraz daha fazla gönül verdi. Oscar Wilde’n “Herkes bataklıkta yaşar ama bazılarımız yıldızlara bakıyor” sözünü kendine ilke edinip 2017’de bir çılgınlık yapıp umutları ve cebinde hayalleriyle Kanada’ya gitmeyi kafasına koydu. Yüksek lisans yaparak sinema dünyasını öğrenmeye kararlıydı. Bu gönül uğruna hiç düşünmediği bölümlerde okudu, hiç bilmediği işlerde çalıştı sırf Toronto’da kalmak ve sinema çalışmalarında yüksek lisans yapmak için. Bu koca dünyada tek başına mücadele ederken pes etmeye hiç niyeti yok. İçinde bitmek tükenmek bilmeyen öğrenme aşkıyla daha nelere el uzatacak bilinmez ama o içindeki çocuğu her gün izlediği ve izlemek için küçük kâğıt parçalarına not aldığı filmlerle besliyor. Hayat izledikçe güzel…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.