Daniel Day Lewis’i bu ay Paul Thomas Anderson filmi olan Phantom Thread filminde ünlü bir terzi rolünde izliyoruz ve oyuculuk hayatının devam etmesini diliyoruz…
Banu Bozdemir
Daniel Day-Lewis, 29 Nisan 1957’de Kensington, Londra’da doğdu. Sanatçı bir aileden geliyordu. 1968’te Day-Lewis ailesi, zapt etmekte güçlük çektikleri oğullarını, Kent şehrindeki Sevenoaks Yatılı Okulu’na gönderdiler. Okulundan nefret eden Daniel, o dönemde daha sonraları tutkusu haline gelecek iki konuyla ilgilenmeye başladı: Ağaç işçiliği ve oyunculuk. “Cry, The Beloved Country” adlı oyunda canlandırdığı ufak rol için yüzünü siyaha boyaması gerekmişti. Dolayısıyla onun beyaz perdede göründüğü ilk rolü Cry, The Beloved Country değil, John Schlesinger’ın yönetmenliğini yaptığı Sunday Bloody Sunday (1971) oldu. Böylelikle, Daniel henüz 14 yaşındayken, ilk sinema deneyimini yaşadı.
11 yıl aradan sonra ilk defa kamera karşısına geçtiği film, 1982 yapımı Gandhi oldu. Ancak filmografisinde ufak tefek rollerden sıyrıldığı ilk film, 1984 yapımı The Bounty oldu. Benim Güzel Çamaşırhanem (My Beautiful Laundrette) ve “A Room with a View” (1985) filmlerinde gösterdiği performanslarla, New Yorklu film eleştirmenleri, “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” Oscarı’nı Daniel Day Lewis’in hak ettiği yorumunda bulundular. 1987’de yönetmen Phillip Kaufman tarafından Milan Kundera’nın aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanan Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde (The Unbearable Lightness of Being) Juliette Binoche ve Lena Olin’le başrolleri paylaştı. 1989’da yönetmenliğini Jim Sheridan’ın yaptığı ve sadece sol ayağını kullanarak dünyayla iletişim kurabilen Christy Brown’ı canlandırdığı My Left Food, Daniel Day Lewis’e En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar ve BAFTA kazandırdı. Bu zor rolün üstesinden başarıyla gelen aktör, artık Hollywood’da daha çok rol bulmaya başladı. 1992 yapımı Son Mohikan (The Last of the Mohicans), kendisinin en bilinen rollerinden biri oldu. Masumiyet Yaşı (The Age of Innocence) ve In the Name of the Father filmlerindeki birbirinden başarılı oyunculuğuyla dünyanın en iyi aktörlerinden biri haline geldi. Day-Lewis, 1997’de The Boxer filminin çekimleri bittikten sonra eski tutkusu olan ağaç işlemeciliği yapmak için İtalya’nın Floransa kentine taşındı. Artık oyunculuk yapmayı pek istemediğini açıklayan aktör, ayakkabı tamirciliğiyle ilgileniyordu. Uzun yıllar süren sessizliğini Martin Scorsese için bozdu. 2002’de, çekimlerinin İtalya’da gerçekleşmesi koşuluyla, Scorsese onu yeni filminde başrolü oynaması ikna etti. Gangs of New York filminde canlandırdığı Bill ‘The Butcher’ Cutting rolü, birçok dergi tarafından tüm zamanların en iyi performanslarından biri olarak nitelendirildi. Film 10 dalda oscara aday olarak gösterildi ve Day-Lewis, En İyi Erkek Oyuncu dalında BAFTA aldı. Daniel Day Lewis, 2008’de There Will Be Blood filmindeki Daniel Plainview rolüyle En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar aldı. 2013’te Lincoln filmindeki Abraham Lincoln rolüyle bir kez daha En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar aldı ve bu kategoride üç kez ödül kazanan ilk aktör olmayı başardı.
Kendisini bu ay Paul Thomas Anderson filmi olan Phantom Thread filminde ünlü bir terzi rolünde izliyoruz ve oyuculuk hayatının devam etmesini diliyoruz…