Uluslararası oyuncuların yıldızları ilk parlamaya başladığında yapım şirketleri farklı bir ülkeden gelen bu oyuncuların projelerinde nasıl yer alabileceğini planlamaya başlarlar. Kimisi başrole üst düzey oyuncular yerleştirdikten sonra diğer uluslararası oyuncuları yan karakter olarak hikayeye dahil etmek ister. Bu yöntemi daha çok Hollywood’un kullandığı söylenebilir. Bir diğer yol ise başarılı bir Hollywood ya da Avrupalı oyuncu başrole yerleştirilir ve egzotik iklimlerde yer alırlar. Uzakdoğu ya da Avrupa pazarı bu tip ortak yapımlara açık bir durumdadır. Hollywood’un tek adam projelerini hiç saymıyorum bile.

Bu ay vizyona giren yeni Jackie Chan filmi “The Foreigner” ile bu tip projeleri hatırlayalım istedim. The Foreigner’da Jackie Chan kızı yabancı bir ülkedeyken bir terör eyleminde ölen acılı babayı oynuyor. Ancak Quan Ngoc Minh isimli baba, kızını öldürenleri bulmaya kararlıdır. Bu yüzden de yabancı olduğu bir ülkede adalet arayışına geçer. Bürokratik engeller ve örtbas edilen gizli dosyların varlığıyla birlikte bu durum kişisel bir savaşa dönüşür. Jackie Chan’i her zaman alıştığımız komedi – aksiyonlarda görmek yerine bu sefer adalet isteyen bir babanın dramında izleme şansı elde edeceğiz.

Bu film vesilesiyle yakın dönemde izleme şansı bulduğumuz gurbette adalet arayışına giren karakterlerin filmlerine göz atmamızda yarar olduğunu düşündüm. Bu maksatla ilk akla gelen bazı filmleri listeye almaya uygun gördüm.

RUSH HOUR SERİSİ (1998 – 2001 – 2007)

Bu filmi dahil etmek istemiyordum ama Jackie Chan’ın filminden ilham aldığımız için listeye dahil etmeye karar verdim. Rush Hour serisinde bir Çinli polis ve bir ABD’li polisin birlik olarak ülkelerindeki barışı sağlama çalışmalarını görüyorduk. Uyuşturucu çeteleri, gangsterler, suçlulara karşı bir yandan aksiyon, bir yandan da komedi sinemasının birleşimiyle eğlenceli üç film ortaya çıkmıştı. Chris Tucker ve Jackie Chan uyumlu bir ikili olmaları sebebiyle Hollywood’da gişe anlamında cepleri doldurmuşlardı. Hatta dördüncü filmin yapımı için görüşmeler günümüzde yeniden canlanmış gibi görünüyor. Jackie Chan’in ABD’de, Chris Tucker’ın ise Çin’de adalet aramalarından dolayı listede yer vermenin normal olacağını düşündüm.

SHANGHAI (2010)

Çin – ABD ortak yapımı olan film 1940’lı yıllarda casusların sürüyle varlığını sürdürdüğü Çin’in Şangay şehrinde geçiyordu. John Cusack, Paul Saomes rolünde kumpasların, suikastlerin ve entrikaların hiç bitmediği bu şehirde adalet arayışında sırları aydınlatmaya çalışan idealist bir ajan rolündeydi. Li Gong, Chow Yun-Fat, Ken Watanabe gibi uzak doğunun gözde oyuncularıyla birlikte mahşer yerini andıran Şangay’ın sokaklarında kaosun içinde hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Shanghai filmindeki Paul Saomes’in adalet arayışı kişisel intikamdan öte, adalet peşinde bir ajanın portresini sunuyordu.

RED CORNER (1997)

Richard Gere’in başrolünde yer aldığı 1997 yapımı olan Hollywood filmi, Çin’e iş için giden bir adamın cinayet suçlamasıyla karşı karşıya kalmasını anlatıyordu. Çinli bir avukatla, hiç tanımadığı bir ülkede masumiyetini ispatlamaya çalışan Jack Moore’un hikayesi dönemin ABD’sinin Çin’i kötüleme filmlerinden biri olarak yorumlanabilir. Çin filmde aşırı baskıcı ve kabus gibi bir yer olarak tasvir ediliyordu. Masumiyetini kanıtlayıp adaletin bulunması için çabalayan adamın hikayesi de tam da listemize uygun bir seçim gibi görünüyor.

WASABİ (2001)

Luc Besson’un popüler Leon serisinden sonra ününe ün katan Jean Reno için tasarlanan bu proje, bir nevi Japonya’da geçen Leon gibiydi. Karısının cenazesi için Japonya’ya gelen Hubert hiç beklemediği bir süprizle karşılaşıyordu. Bir kızının olduğunu öğrenen Hubert bu şoka alışamadan kızının Yakuza’nın gölgesi altında tehlikede olduğunu fark ediyordu. Böylece Jean Reno’nun canlandırdığı Hubert Fiorentini ortalığı toz dumana katarak Yakuza’yı çökertmeye çalışıyordu. Bir yandan da karısının şüpheli ölümünü inceleyip adaletin peşinden koşturmayı sürdürüyordu.

Not: Yine benzer bir hikayeye sahip ama bu sefer Güney Amerika’da geçen Le Jaguar filmi de farklı bir ülkede adalet arayışı konusu açısından dahil edilebilirdi. Ancak o filmde Paris de bolca kullanıldığından listeye dahil etmedim. Yine Jean Reno başroldeydi.

KISS OF THE DRAGON (2001)

Yine Luc Besson’un kaleminden ortaya çıkan Kiss of the Dragon, bu sefer Jet Li’nin başrole yerleştiği bir aksiyon filmi olarak dikkatleri çekiyordu. Paris’e çalışmak için gelen Liu Jian’ın bir sokak arasında karşılaştığı Jessica (Bridget Fonda) adlı fahişeye yardım etmek istemesi sonucunda başını Fransız mafyasıyla derde sokmasını konu ediniyordu. Çinli bir karakterin bilmediği bir coğrafyada adalet arayışına girdiği başarılı filmlerden biri olarak gösterilecek olan yapım, bolca dövüş sahnesinin üzerine sırtını dayıyordu.

Not: Jet Li’nin Unleashed filmini de bu bağlamda dahil edebilirdik. Ancak bu filmde Jet Li sanki ABD’nin çoklu kültürel yapısının içinde bir karakter olarak gösterildiğinden gurbette bir yabancının adalet arayışına girdiği temasına uymuyordu.

THE 13th WARRIOR (1999)

Benzerine pek rastlamadığımız bu Hollywood filminde Antonio Banderas bir arap prensini canlandırıyordu. Bir diplomatik görev nedeniyle gittiği yerde Vikinglerle beraber korkunç katliamların olduğu bir olayı aydınlatmaya çalışıyorlardı. Vikinglerin arasında bir arabın varlığı dahi listenin içindeki ayrıksı profil olmayı hak ediyor. Karakterimiz farklı bir savaşın ortasında özgürlük ile adalet savaşı arasında bir yerde sıkışıp kalıyordu. Film ise doğu ile batı medeniyetlerinin sentezinin izleyiciler üzerinde farklı bir tat bırakacağının bir kanıtı gibiydi.

VENGEANCE (2009)

Aksiyon sinemasının sıradışı yönetmenlerinden Johnnie To, Hong Kong’da kızı kiralık katillerden tarafından öldürülen bir adamın intikam hikayesine yoğunlaşıyordu. Fransız şarkıcı Johnny Hallyday’in başrolde yer aldığı film, hafıza kaybı sorunları yaşayan bir babanın aklı yerindeyken kızının intikamını almaya çalışmasını görsel olarak son derece estetik mizansenlerle seyirciye sunuyordu. 2008 yılının en iyi filmlerinden biri olarak gösterilebilecek yapım, şiddet dozu yüksek bir film olmasından dolayı kimi yerlerde 18 yaş sınırına takıldı. Filmin konusunun Şener Şen’in Kabadayı filmiyle akrabalık bağları olduğunu bir kenara not edelim.

 

 

 

THE SALVATION (2014)

1870’lerin Amerika’sında yeni bir yaşam kurmak için ABD’ye Danimarkalı göçmenlerin yaşadıkları bir olay sonrasında ailesi dağılır. Karısı tecavüze uğrayan ve çocuğu öldürülen Jon Jensen de adaleti intikamda bulur. Jon Jensen rolünde Mads Mikkelsen soğukkanlı ve olabildiğince mimiksiz oyunculuğuyla bir westernin içinde suçluların peşine düşer. Birkaç Danimarkalı oyuncuyu daha kadrosunda bulunduran The Salvation, tipik bir western örneği olarak bir yere kadar takdir edilebilir. Hikayesi çok klişe olduğundan dolayı pek tantana koparmasa da listemizin kurallarına birebir oturan unsurlarıyla listede yer almayı başardı.

THE LAST SAMURAI (2003)

Amerikalı askeri danışmanın Japon kültürüyle tanışması sonucunda Samurayların adalet savaşına dahil olmasını anlatan The Last Samurai, döneminin öncü filmlerinden biri olmuştu. Tom Cruise’un Nathan Algren karakterini canlandırdığı yapım dört dalda Oscar’a aday gösterilse de, hiçbir dalda ödülü kucaklayamamıştı. Yine de Japonya’da tek başına bir Amerikalı’nın mücadelesi, listenin koşulları için ideal görünüyor. Yönetmen Edward Zwick bu filmden sonra sürekli Oscar’ın radarına girse de bir türlü istediği patlamayı yapamamıştı. Bu yüzden de yönetmenin filmografisinde bu filmin özel yeri vardır.

THE FOURTH STATE (2012)

Alman bir gazetecinin Rus gizli servisiyle başını belaya sokmasını anlatan yapım, devlet politikasını eleştirirken özgür haberciliğin mümkün olup olmadığını irdeliyordu. Örtbas edilen ölümleri ortaya çıkartmaya çalışan idealist gazeteci rolünde ünlü Alman oyuncu Moritz Bleibtreu yer almıştı. Rus- Çeçen savaşına da göndermeler yapılıyordu. Bir anlamda Moskova’nın soğuk ikliminde gazetecilik vasıtasıyla yabancı bir ülkede adalet arayışına girişen bir Alman portresi liste için biçilmiş kaftan görünümündeydi.

Son Not: Bu filmler dışında Christian Bale’in başrolünde oynadığı The Flowers of War filminde Çin’de bir Amerikalı rahip, Silence’da Japonya’da din yozlaşmasını anlatan ve bir nevi adalet arayışındaki rahip portreleri ve Güney Kore’nin bu seneki Oscar aday adayı filmi A Taxi Driver’da 80’ olaylarının içinde adalet arayışında bir Alman gazeteci portresiyle Güney Kore’de bir Alman olarak listeye eklenebilecek yapımlar mevcuttu. Birbirlerine yakın temlar ve hikayeler olduğundan dolayı ektra olarak listeye dahil etmedim. Yine aklımızın köşesinde bir yerde durması için son notlara ekliyorum.

 

1984 yılında İstanbul’da doğan Haktan Kaan İçel, öğretim hayatını aynı şehirde devam ettirdi. Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Sinema-TV bölümünden mezun olduktan sonra çeşitli kısa film çalışmalarında bulundu. Dizi sektöründe çeşitli dizilerde senarist olarak yer aldı. 2002 yılında Mahzen Öykü Yarışması’nda “Kalplerdeki Mutluluk Masalı” adlı yazdığı öyküsü birinci seçildi. Aynı öykü 2003 yılında “Ölümsüzler” adlı antolojide yer aldı. "Öğrenciliğin Kitabını Yazdık, Üstelik Kopya Da Çekmedik" adlı mizah kitabının yazarlarından biri oldu. 2006 – 2014 tarihleri arasında Xasiork Öykü ve Roman Yarışmaları jürilerinde yer alan Haktan, son yıllarda çocuk ve gençlik yazını ile de ilgilenmektedir. “Xasiork Dergi”, “Zifir”, “Genç Haberler”, “Genç Kalemler”, “Come” gibi dergilerde yazıları ve öyküleri yayınlandı. “Kült, Kitsch, Klişe”, “sinemasal dünya” ve “bakınız” adlı bloglarda sinema yazıları yayınlanan yazar, belli aralıklarla bu dergilere yazmaya devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.