Beril: Ayşe teyzem! Bugün benim için çok özel bir gün,seninle sinema ile olan ilişkimin başlamasına vesile olan filmi izleyeceğiz.

Ayşe Teyze: Bak merak ettim şimdi, koy bakalım neymiş seni bu kadar etkileyen film.

Bu romantik girişten sonra Ayşe teyze pür dikkat izlemeye başladı, dudağının kenarına gevrek bir gülüş yerleştirdi. Hem filmi, hem de içten içe beni merak ediyordu. Güzel bir merak bana hissettirdiği sanki “ bu kızcağızın aklından , gönlünden kim bilir neler geçti” diyordu içinden. Bu sırada biz kahramanlarımız Barbara ve Adam ile tanıştık. Sade, sevgi dolu bir çiftimiz keyifli evlerinden, çatı katında yaptıkları kasaba maketine bir malzeme almak için evden çıktılar ve işleri bitince geri geldiler. Tek fark evden çıkarken canlı olan çiftimiz eve döndüklerinde ölüydü. Sehpanın üzerinde duran “Yeni ölenler için el kitabını” görünce onlarda artık öldüklerinden emin oldular. Zaten filmimizde tam olar burada başlıyor. Ayşe teyze şaşıtıcı bir şekilde bu zamana kadar hiç bir şey demedi. Bence pek kafasına yatmayan bir durumdu bu ama benim hatırım için anlaya çalışıyorduJ Adam ve Barbara teknik olarak ölülerdi ama evden dışarı çıkmamak koşuluyla yaşamlarını devam ettirebiliyorlardı, onları yaşayan insanlar göremiyordu. Bu durumu anlayamasalarda Kabul ettiler ve evin çinde iki kişilik bir hayat yaşamaya başladılar.

 

Ayşe Teyze: Şimdi bunlar öldü ama aslında ölmediler. Evden çıkarlarsa kocaman yılan onları yiyecek. Diğer insanlar bunları ölü sanıyor hatta cenazelerine gittiler. Hımmm… tabi yani bunu gerçek hayat gibi düşünmemeyim ben değil mi Beril? Film yani sonuçta.

 

Ayşe teyzemin beni anlamak için harcadığı çaba takdire değer gerçekten. Olan hiç birşeye anlam veremedi ama benide üzmemek için güzel bir şey yakalamaya çalışıyor. Belkide haklıdır, belkide bunların hepsi sadece saçmalıktır ama ne önemi var ben bu filmi çok seviyorum ve içten içe biliyorumki Ayşe teyze filmin sonunda yine beni hayrete düşürecek yorumlar yapacak. Bu güvenden ötürü, gevrek gülümseme artık benim suratımdaydı!

 

Bu sırada tatlı çiftimiz evleri satıldı ve eve 3 kişilik bir aile taşındı. Değişik heykelleri ve abartı sanat algısıyla evin kadını Delia, paradan para kazanmak ve yatırım konularında uzman olan her iş adamı gibi kafa dinlemek için küçük kasabaları tercih eden evin erkeği Charles, siyah görüntüsü ardında zeki ve sevecen olduğu belli olan evin marjinal kızı Lydia! Çiftimiz bu aileyi evlerinden gönermek için çözümler aramaya başlar bu sırada Beetlejuice ile karşılaşırlar. Ondan yardım istyip istememek konusunda kararsızlardır.

 

Ayşe Teyze: ,kimsenin suçu günahı yok ki Beril. Insanlarda almış bu evi yerleşmeye çalışıyorlar ne bilsinler evde ölüler mi yaşıyor, yok efendim yaratıklar mı geziyor. Bir taraftan diğerleride evden çıkamıyor hem ölü hem hapisler. Şu biçimsiz adamı da bak sakın ola çağırmasınlar. Suratında hiç meymenet yok.

Beetlejuice’un suratında bile meymenet arayan Ayşe teyzem istediğim kıvama geldi. Neler olacak merakını hissettiriyordu. Bu sırada Adam ve Barbara ölülerin dünyasına bir geçiş bulmuşlar ve çözüm aramak için o tarafa gidip geliyorlardı. Intihar edenler ölüler bölümünde sosyal hizmetlerde çalışıyorlar ve böyle olacağını bilseler asla intihar etmeyeceklerini söylüyorlardı.

 

Ayşe Teyze: burada herkes bir acayip, ölmüşler ama ağlayanları yok böyle bir şey işte. Yaşamın ne demek olduğunu anlamayan ölümü nasıl anlasın kızım. Yaşam sıcaksa ölüm soğuk derler. Insana çok sıcak da yaramaz çok soğuk da.

 

Beril: Nasıl yani, anlayamadım?

 

Ayşe Teyze: e kızım işte, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşanmaz, “nasıl olsa öleceğim” diye de yaşanmaz. Hayat çok güzelde ölüm rezalet mi yani? Illa biri diğerinden daha değerli mi olmalı? Gece mi daha önemli gündüz mü? Diye sorsam ayırt edebilir misin? Edemezsin! Eeee.. ne diye yaşam ile ölümü yarıştırır insan hiç anlamam. Bir şu siyahlı kız var ölümü de yaşam kadar normal karşılayan. Boşuna değil sadece o ölüleri görüyor.

 

Beril: doğru vallaha, Yeni ölenler için el kitabındada “ yaşayanlar tuhaf ve sıradışı şeyleri görmezden gelir” yazıyordu. Şimdi anladım! Ölümden korktukları için ölüleri de görmüyorlar ya da ölüme dair herhangi bir şeyi farketmiyorlar. Tabi, insan neye odaklanırsa hep onu seçer, yani bunlar o kadar meşgullerki kendi hayatlarıyla.

 

Kafamda ardarda şimşekler çakıyordu. Sanki insan kendini ve yaptıklarını ne kadar önemserse ölümden o kadar uzaklaşabileceğine inanıyor. Mesela Delia gibi, hiçbir şeye benzemeyen heykellerine çocuklarıymış gibi davranmasının altında aslında hayata tutunma ve ölümü unutma çabası var! sanki heykelleri ondan birer parçaymış gibi, sanki o ölse bile geriye ondan birşeyler kalacağının güvencesi gibi! Insanoğlu bazen ne kadar hüzünlü oluyor. Gökyüzüne yazılmış ama kimsenin okumadığı bir sır gibi açık aslında! Benden geriye birşeyler kalsın diye yapılan her iş insanın ruhundan bir parça alıyor, yaşam çoşkusunu, hayat enerjisini. Sanki kendini parça parça edip bu eserlerin içine bırakıyor Firavun gibi. O ölse bile sanki hiç ölmeyecek sanıyor eserleri sayesinde. Ne büyük yanılgı! Sadece kendini iyileştirmek için yaratılan eserler ölümsüz oluyor aslında. Sanatın hep hüzünlü olması belki de bu sebeptendir. Insanın korkularını, üzüntülerini dönüştürdüğü oyun odasıdır belki sanat. Geriye bırakma endişesi ile ruhunu bölüp içine hapsettiği putlar değildir.

 

Ayşe Tyeze: Kocaman kız oldun, duygulanıyorum sen böyle konuşunca.

 

Beril: duydun mu düşündükleri mi? yani söyledim mi ben? Hiç farkında değilim.

 

Ayşe Teyze: iyi ki duydum, iyi ki beni mahrum bırakmadın bu düşüncelerinden. Bu filmi neden bu kadar sevdiğini anladım şimdi. Sen içinde ölümün elçisi olan Beterböcek ve yaşam tutkunlarını anlatan, kötü heykellerine ruhunu hapsetmiş kadından ibret alıp, tuhaf ve sıradışı leyleri görmekten hatta Kabul etmekten çekinmeyen bir kızsın, kadınsın demeliyim hatta..

Ardından kısık kısık güldü! içimde değişik bir rahatlık, endişe uyandırmayan bir karışıklık belirdi. Beetlejuice’un yaşamı ve ölümü birbirinden ayırmamak ve bir bütün olarak Kabul etmeyi anlattığını bu kadar derinden hissetmemiştim. Yaşamın faşizanları ile ölümün faşizanlarının aslında hiç bir farkı olmadığını, aslolanın dengede durabilmek olduğunu, bunu karşılığında digger insanlar tarafından tuhaf algılanmanında aslında en doğal şey olduğunu görmek bana bir kere daha büyüdüğümğü hissettirdi. Tabi ki filmin sonundada ölüm ve yaşam güzeş bir aile olarak yaşamaya başlıyordu. Filmin sonundada boşu boşuna “Jump in the line” şarkısı çalmıyordu demekki!

 

Shake, shake, shake Senora, shake your body line

Shake, shake, shake Senora, shake it all the time

Work, work, work Senora work your body line

Work, work, work Senora work it all the time

 

Jump in the line, rock your body in time ! OK, I believe you!!!!

 

Tim Burton ve Ayşenin en başından beri anladığı şeyi ben 30 yaşımda anlamıştım. Hayat bir denge işi ve bu denge ölüm ve yaşam algısı arasında bulunmalıydı! Yaşama şükrederken, ölümün gerçekliğini anlamak! Vay arkadaş….

 

Ayşe teyze her filmimde varsın!!

 

1987 Ankara doğumlu. Odtü kolejinde liseyi, Başkent üniversitesi iletişim fakültesinde burslu olarak lisansını tamamladı. 2008 yilinda kamera arkasında reji departmanında çalışmaya başladı. 10 senedir bir çok sinema filminde yardımcı yönetmenlik yaptı. En son yardımcı yönetmenliğini yaptığı sinema filmi "Kelebekler". 2015 den beri Cinedergide "Ayşe Teyze" köşesini yazıyor. Kendisinden 3. Tekil şahış gibi bahsettiği bu biyografisini yazarken çok eğlendi. Yazı yazmayı çok sever. 2 büyük hayali istediği filmi çekebilmek ve bugüne yazdığı şeyleri derleyip okunabilir hale getirmektir. Ailesine düşkündür. Hindistan en sevdiği ve en çok vakit geçirdiği yabancı ülkedir. İyi kızdır, komiktir, balık etlidir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.