Senaryosunu Suat Özkan, Alper Kıvılcım ve Özgür Bakar’ın yazdığı ve yine Özgür Bakar’ın yönettiği Canavar Gibi: Türk İşi Frankeştayn, fantastik-komedi türünde bir parodi olma hayali ile yola çıkıyor fakat ne komediyi, ne fantastiği ne de parodiyi yakalayabiliyor.

Frankenstein, Mary Shelley tarafından 19. yüzyılda kaleme alınmış fantastik bir romandır. O yıllardan günümüze defalarca yeniden basımı yapılmış, gerek tiyatroda gerek sinemada birçok defa karşımıza çıkmıştır. Karakter bir ikon haline gelerek sinema tarihinde en çok uyarlanan karakterlerden birisidir. Bu uyarlamanın elbette en akılda kalanı 1931 yılında çekilen James Whale imzalı Frankenstein filmidir. Yıllar geçtikçe karakter farklı farklı tiplerde karşımıza çıkmıştır. Stuart Beattie imzalı I, Frankenstein , Hotel Transylvania serisi, Kenneth Branagh imzalı Frankenstein ya da Mel Brooks imzalı Young Frankenstein bunlara örnektir. Televizyon dizileri de cabası…Parodi sineması riskli bir iştir. Hollywood bu konuda Scary Movie ekibi ile bir ivme yakalamıştı fakat seri ilerledikçe onlar da tökezlemişti.

Yönetmen Özgür Bakar’ın muhtemelen bu eserlerin tamamına vakıf olmadan bir parodi yaratma gayesi ile yola çıktığı aşikar. Korku-komedi türünde Türk sinemasının parodi sanatı elbette yeni bir şey değil. Kutsal Damacana serisi, 2008 yapımı Destere ya da yeni yetme Youtuber tayfasının video kalitesinde ortaya koyduğu işler “dalga geçme” formatı ile yola çıkarak, çekerken eğlenilen ama izlerken eğlendirmeyen sonuçlar ortaya koymuştur. Zira Özgür Bakar 2016 yılında Korku Komedi: Bana Normal Aktiviteler ile bunu denemişti fakat orada da büyük bir yapaylık söz konusuydu. Dolayısıyla bu film de göz göre göre uçurumun eşiğinde bir işe soyunmakta.

Gürbüz (Şevket Çoruh), kimsesiz, üç kağıtçı hatta dolandırıcı bir esnaftır. Bir tane bile seveni yoktur. İşi gücü insanları dolandırarak onları söğüşlemektir. Gülbahar (Ayçin İnci) ile birlikteliği ciddi bir ilişki değildir fakat ona karşı gönül bağı vardır. Fakat Gürbüz’ün dolandırdığı Sarı Kenan (tabi ki Hüseyin Elmalıpınar!) intikamını almak için Gürbüz’ü öldürür. Bu sırada Erol (Ruhi Sarı) Frankenstein’den esinlenerek bilimsel bir çalışma sunmaktadır. Erol bir akademisyendir fakat kimse ona inanmaz. Fakat inat eder ve Frankenstein’ın yarattığı canavarı yaratmak için gözü kara bir şekilde kimsesizler mezarlığından ceset çalar. İşe yarar ceset ise Gürbüz’ün cesedidir…

Filmin bu noktaya kadarki bölümü parodi açısından uygun bir hikayeye sahip. Fakat işleniş ile hikaye kesinlikle uyuşarak ilerlemiyor. Her ne kadar parodi bile olsa her film kendi çapında bir niteliğe sahiptir. Fakat Bakar’ın yorumu bu konuda hem fikir değil. Örneğin deney sekansları oldukça kısa ve son derece yüzeysel bir vaziyette. Buna ek olarak filmde kullanılan peruğun yapaylığı ve adeta kalemle çizilmiş olan dikiş izleri yer yer kendisini çok belli ediyor. Çok görsel efekt isteyen bir film değil elbette fakat olanları da Trt Çocuk kanalındaki çizgi filmleri anımsatıyor…

Hikaye Gürbüz’ü hayata döndürdükten sonra tıpkı adı gibi tam bir “Türk İşi” oluyor. Koca Mary Shelley’in canavarını bazen ev kadınlarıyla gün yaparken bazen sokakta maskotlarla dövüşürken bazen de poker masasında kart çalarken görüyorsunuz. Bütün bunları “parodi” kisvesi altında komedi amaçlı yapılması bunları sorgulamamak gerektiğini hatırlatsa da komediyi yakalayamayıp gülünç bir tablo çizdiğini söylemeden geçemeyeceğim…Zira Arka Sokaklar‘daki Mesut rolünden çıkamayan bir Çoruh, Geniş Aile‘deki Ulvi’den çıkamayan bir Bülent Çolak ve asla akademisyen olamayan bir Ruhi Sarı var karşımızda.

Espriler ise oldukça zayıf ve bayat kalıyor. Esprilerin yetersiz kaldığı noktalarda küfür ile güldürmek amaçlanıyor fakat o bile işe yaramıyor…Gerçek bir konu bütünlüğüne sahip olmadan ilerleyen film mantık hatalarıyla dolu bir final yapıyor ve açık uçlu sorular bırakıyor. Devam filmi yapma gibi bir gayesi var gibi durmuyor fakat yeniden karşımıza gelirse şaşırmamak gerek… “Herkes ikinci bir şansı hak eder.” mesajı ise finalde sırıtmıyor. Bunla ek olarak birkaç siyasi göndergeyi de unutmamak gerek…

Film Box Office Türkiye verilerine göre yaklaşık 50 bin kişi tarafından izlenerek 591.659₺ hasılat elde etmiş. Yapımcıların mahkemelik olduğu filmde kimin cebine ne kadar girdiği ise belirsiz…

3 Temmuz 1996 yılında Bodrum’da doğdum. Sinemaya olan merakım ilk olarak oyunculuk ve tiyatro ile başladı. Ortaokul yıllarımda televizyonda yayınlanan Çok Güzel Hareketler Bunlar adlı program, tiyatro skeçleri yazmama ve okulda oynamamda etkili oldu. Liseye geçtikten sonra yazdığım tiyatro skeçleri yerini film senaryolarına bıraktı. Her gün film izleyerek sinemalar.com da amatör yorumlar yazmaya başladım. Uşak Üniversitesi’nde Sosyoloji Bölümü okumaya başladım ve sinemanın toplumsal boyutlarını incelemeye başladım. Lisans Bitirme Tezi’mi “Sinemada Amerikan Milliyetçiliği: Süper Kahraman Filmleri Üzerine Değerlendirme” çerçevesinde ele aldım. Yüksek lisansa hazırlanmaktayım ve yüksek lisans tezimi, yaşadığım yer Bodrum’un geçmişten günümüze kültürel ve sinema mekanı açısından dönüşümü üzerine yazmayı hedefliyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.