Şeytan Tohumu / The Possession, vasat korku filmleriyle tanıdığımız Danimarkalı yönetmen Ole Bornedal’ın Amerikan sermayesiyle çektiği yeni filmi… Başrolde fizik ve ses rengi olarak Javier Bardem’e ikizi kadar benzeyen Jeffrey Dean Morgan var.

Korku sinemasının “supernatural” tarafı ‘kutsal Aile’ üzerinden nemalanmaktan asla vazgeçmez. Çünkü adı üzerinde aile kutsal bir çekirdektir ve cennetten kovulmuş kötü ruhların nihai amacı bu çekirdeği parçalamaktır. Neyse ki ‘kutsal aile’yi parçalamak atomu parçalamaktan bile zordur!

Film 2009 yılında çekilen The Unborn’un reçetesini aynen uygulayan orta karar bir korku, eser miktarda Poltergeist esinlenmesi de mevcut ancak onu yeniden çekmek bambaşka bir bütçe istediğinden daha küçük bir hikâyesi var. Yeni boşanmış ama çocukları üzülmesin diye arkadaş kalmaya çabalayan Clyde ve Stephanie’yi tanıyoruz öncelikle. Boşanmadan sonra Clyde kendini işine ve hafta sonu görebildiği çocuklarına adamış. Gel gör ki Stephanie hemen bir sevgili bulmuş kendine… Adam elektrikli bir Prius kullanan, sorumluluk sahibi bir dişçi… Dalgasız liman misali bir erkek, kim istemez ki! Clyde iki ergen kızıyla geçirdiği hafta sonlarında onları mutlu etmek için elinden geleni yapıyor ancak gıda alerjisi olan kızına pizza ısmarlayacak kadar da sorumsuz biri. Sevimli ama bir arada yaşaması zor bir erkek!

Kaderin sillesini yemiş bu güzel insanların hayatı bir garaj satışından aldıkları ahşap bir kutuyla değişiyor. Küçük kızları Emily bu kutuyu görür görmez vuruluyor ve ağzından çıkan “cool” kelimesi de bütün felaketin başlatıcısı oluyor.

Henüz ne olduğunu bilmedikleri kutu babasının banliyödeki evine getiriliyor ama Emily’nin kutuya olan bağlılığı arttıkça tuhaf fenomenler belirmeye başlıyor. Babası durumdan kuşkulanıyor ancak modern bilimin yaratımı teknoloji insanları olduğumuzdan bir şey konduramıyor. Bu arada Emily azıttıkça azıtıyor, yedikçe doymuyor, bu yüzden kendisini uyaran babasının eline çatal saplıyor, arka sıradaki arkadaşını sırf kutusuna dokundu diye tokat manyağı yapıyor, kendisini durduran öğretmenini yeni ve ‘kötü’ arkadaşına havale ediyor ve bütün bunlara ilk uyanan babası oluyor ancak boşanırken her şeyi eline yüzüne bulaştırdığı için Stephanie’yi kendisine inandırmakta hayli zorlanıyor.

Film ilerlerken biz de öğreniyoruz ki bu kutu aslında Yahudi ezoterizminde önemli bir nesne olan Dibbuk Kutusu yani kötü ruhları içine hapsetme ve ayakaltında dolaşmalarını engellemek için yapılmış bir sanduka… Bizde de bir deyiş var ya hani; açtırma kutuyu… diye dillendirdiğimiz, işte Emily bu kutuyu kazara açınca başlarına gelmeyen kalmıyor ama filmin ve finalde ailenin kahramanı olan ‘baba’ Clyde kızını ruhları, cinlere yem etmemeye kararlı.

Konusunu kısaca özetlediğim Şeytan Tohumu, skor peşinde koşan bir korku filmi değil yani her 5 dakikaya 15 ölüm düşmüyor. Bunun yerine atmosfer üzerinden gitmeyi deniyor ve etkileyici olmayı başarıyor da. Tabi batı cephesinde değişen bir şey yok. 80’lerden bu yana alışageldiğimiz sakin ama sinir bozucu kamera hareketleri, kasvetli renk düzenlemesi, minimal piyano temaları vb. her şey filmde mevcut ancak kurguda sıkıntılar ve giderek artan devamlılık hataları seyir zevkini baltalıyor. Filmin türe getirdiği yenilik “Şeytan çıkarma” ayinini Hristiyan bir rahip değil de Yahudi bir Haham tarafından yapılması ki ben geleneksel olanı tercih ederim.

Şeytan Tohumu çok önemsenecek bir film değil ama türün meraklı izleyicileri için iyi bir seyirlik. Korku filmleri hep başka şeyler söyler ve bunu yaparken de sizi korkuturlar, başka hiçbir türün olamayacağı kadar da ahlakçıdırlar genelde (neden hep sevişenler önce ölür?) Bu filmin de dikkatlice saklanmış öğütleri var. Nedir bunlar derseniz; Evli kalmak zor olsa da boşanmak daha büyük belalar getirir! Marketlerde yepyeni ürünler dururken milletin çerini çöpünü almayın, eve sokmayın! Beyiniz her zaman en doğrusunu bilir, feministlik taslamayın, çocuğunuzu da asi yetiştirmeyin! Elektrikli arabası olan birine asla güvenmeyin ve son olarak, kötü bir ruh bütün ışıkları söndürebilir, cep telefonunuzda mutlaka “el feneri” uygulaması yüklü olsun!

Murat Tolga Şen

 

2005 yılında "Öteki Sinema" sitesini açtı. Rahmetli sinema yazarı Metin Demirhan ve Ali Murat Güven’in verdiği güçlü destekle başlayan bu kişisel macera şimdilerde Türk sinema bloglarının amiral gemisi haline geldi. Murat Tolga Şen, Sinema yazarlığı ve blogculuğuna önem vermeye devam ederek katıldığı platformlarda sinemanın farklı taraflarını konuşmaya devam etti. Blogculuktan profesyonel sinema yazarlığına geçişi ise 2010 başlarında sinema sitesi Beyazperde kadrosuna katılmasıyla oldu. Ayrıca online sinema dergisi Cinedergi, Fotografya, Gölge, Yeni Harman, Modern Zamanlar, Film Arası gibi yayınlara da katkı sağlıyor. 2012 Ocak ayından bu yana Medyaradar sitesinin sinema ve televizyon yazıları da yine Murat Tolga Şen’in kaleminden çıkma.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.