Bir festival daha biterken kulağımda filmlere ait o kadar fazla ses kaldı ki… Ama kimseden etkilenmeden kendi doğrularımı yazmaya devam edeceğim. Festivalin ulusal yarışması iki filmin arasında geçti. Emin Alper imzalı Kurak Günler ve Özcan Alper imzalı Karanlık Gece… Kurak Günler’i festival başında izledik ve filme neredeyse tapındık. Çok sevdik. Karşımızda ülkenin kimyasını çeşitli deneylerle çözmüş ve ortamıza atmış bir film vardı. Karanlık Gece için biraz daha bekledik ve onun konusunun çemberi daha genişti aslında. Gözaltında kayıplara tutunuyor, bir yandan kartopu oynarken öldürüken Nuh Köklü’ye selam çakıyordu. Özcan Alper o akşamki konuşmasında da belirttiği gibi daha geniş bir süreci kapsamaya çalışmıştı. Yani bugünlere gelmemizde sadece karşı tarafın değil bizlerin de çok suçu olduğunu söylüyordu ki çok doğru… Filmde de suçu hepimize yayıyordu, İlyas’ın el verdiği katletme olayında arkasından gelen vicdan hissinin geç kalmışlığı ve ilerleyen bir nefretin seni tehdit etme noktasına gelmesi… Aslında Emin Alper de tamamen karşımıza almak yerine, zaman zaman bizleri de araya katıyor suçlu olarak. Başsavcının kasabada yaşanan vahim bir olayda parmağının olup olmadığını hatırlayamaması nasıl da hafızasızlığımıza işaret ediyor öyle değil mi? Kendimi bildim bileli bir mücadele içindeyiz, yaşadığımız yerlere sığmıyoruz, yakalayabildiğimiz alanlarda öyle bir kenetleniyoruz ki, yapılan gecelere sözlerimizle, haykırışlarımızla dalga vuruyoruz ama gerçek hayatta başka şeyler yaşanıyor.
Bu biraz can sıkıcı değil mi, bizim bir şekilde ele geçirdiğimiz, ya da bize tahsis edilen konfor mekanlarında sesimizi yükseltmek… Sanırım başka şeyler yapmak gerekiyor…
Bu iki film yanına bir de Kar ve Ayı’yı eklersek taşra sıkıntısının başka boyutlara geçtiğini gösteriyor, yıllarca sıkkınca övgüler düzdüğümüz taşra meğerse bunca yıl içerisinde yol kat etmiş, kanun manun dinlemeyen, köye gelen şehirlinin defterini dürer hale gelmiş, o topraklara kötülük musallat olmuş. Bu tekinsizlik hali kişisel olarak hep vardı ama bu sefer organize olunmuş bir kötülüğün pençesinin altında kaldık, başsavcıdan başlarsak nasıl da kanunların yavaş yavaş aşağıya çekildiğine tanık olduk. Önce dostça yaklaşan, seni ikna etmeye çalışan, hatta seni suçuna ortak eden ve sonrasında ikilemde bırakan ve reddettiğin her noktada sana daha sistematik ve organize yaklaşan bir güruh. O kadar doğru bir sıralama ki, sanırım bu yüzleşmeyi sevdik. Yüzleştik de, şimdi o zaman neler yapabiliriz tekrar bakma zamanı zannımca.
Karanlık Gece daha gerçekçi ve riskli bir anlatım içeriyor ama onun gerçekliğinde daha fazla bir boğulduk, çemberimiz genişledi, unuttuğumuz şeylerin daha fazla olduğuna tanık olduk. Burada da yüzümüze tutulan aynayı parçalamak istedik…
Jürinin işinin zor dediği bir noktadaydık. İki benzer film vardı karşımızda ve Kurak Günler daha çok beğenilmiştik. İzlediğim andan beri bu benzerliğin faturasının Özcan Alper’e kesilmemesiydi dileğim ve neyse öyle de oldu! Ya jüri Karanlık Günler’i hiç görmeyecekti ama görülmeyecek bir film değil. O yüzden jürinin vicdanını kutlarım. Şaşırtıcı ama isabetli bir karar oldu!
Gelelim ilk film ödülüne… Kar ve Ayı’nın yönetmeni Selcen Ergun, festivalin ilk filmini çeken yönetmeni olduğu için otomatik olarak Behlül Dal En İyi İlk Film Ödülü’nü otomatikman almış oldu. Bu birtakım söylentilerle de kendisinin ödülü alıp almamak konusunda kafa karışıklığını bizlerle paylaşmasına sebep oldu. Festivalin belki de buna bir çözüm bulması gerekecek, belki de bu ödülü vermek için ilk filmini çeken yönetmenleri daha fazla alacak ya da bu ödül yönetmenlerin kendilerini kötü hissetmeyeceği bir duruma çekmesi gerekecek. Benim filmle ilgili birtakım soru işaretlerim olsa da hal edilmiş bir film olduğunu da söyleyebilirim.
Yine gelelim Laçin Ceylan’ın haklı serzenişine… Bu yardımcı ve ana roller biraz karışıyor gerçekten de… Gerçi ben de üç kadın karakter arasında yaşanan bir hikayenin en iyisine karar veremeyip hepsine verilmesi yönünde düşündüm ama Ceylan’ı dinleyince hak vermeden edemedim. Kendisinin zarif oyunculuğunu çok severim burada da öyleydi. Şenay Aydın da bir ödül almalıydı zannımca, Merve Dizdar çok aklıma gelmemişti açıkçası…
Sanırım geceye en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü kazanan Erol Babaoğlu’nun konuşması damgasını vurdu, bulup bir yerlerden izleyebilirsiniz. Bu arada herkes iyi konuştu çünkü hem konuşmayı seviyoruz hem de dertlerimiz katlanarak devam ediyor…
Kısa film ve belgesel filmlere ilişkin bir yazı yazamamak beni yine üzdü ama en kısa zamanda hepsini izleyeceğim. Onların sinema yazarları neden hiç bizden bahsetmiyor serzenişleri kulaklarıma geldi açıkçası. Çok doğrusunuz, bizde daha popüler olanı tercih ediyoruz maalesef bu festivallerde.
Velhasıl sözü bağlarsak filmlerde farkında olduğumuz, içinde debelendiğimiz, maruz kaldığımız bir dünyayla karşılaşınca sevdik, bağ kurduk, coşkulandık ama salonlardan taşma zamanıdır derim artık!
Not: Bu yazıyı yazarken sokağın ortasında son ses ‘Ölürüm Türkiyem’ çalan bir konvoy durdu, yolda oynamaya başladılar, oluşan trafiğe ve kimseye aldırmadan bir süre yayın yaptılar ve başka sokaklara doğru yola koyuldular.