İzmir’de 6. kez düzenlenen Uluslararası Kadın Yönetmenler Festivali’nde on beş yabancı, beş tane de yerli belgesel izledik.  Bu vesile ile belgeselin film türleri içerisinde yorumlanması, değerlendirilmesi en zor tür olduğuna değinmek gerek. Bill Nichols belgesellerde, açıklayan, gözlemci, etkileşimli ve yansıtıcı olmak üzere dört farklı yapının kullanıldığını söyler örneğin.

Ele alınan konudan, konunun ele alınma biçimine dek uzanan geniş bir yelpaze söz konusu. Deniz Tortum filmlerinin örnek verilebileceği essay yani makale film, animasyon kullanan belgeseller, Saroyan Ülkesi, Merhaba Canım ve Koudelka Aynı Nehirden Geçmek’te karşımıza çıktığı üzere bir kişinin izini süren otobiyografik filmler, Kim Mihri gibi tarihsel anlatılar, Sulukule Mon Amour ve Hepimiz İçin 9/8 Bir Dövüş gibi dansı anlatım aracı olarak kullananlar, kentsel dönüşümün izini süren mekan antropolojisine dair Ekümenopolis ve Boşlukta gibi farklı türlerde belgeseller çoğu zaman tek bir belgesel başlığı altında değerlendiriliyor.

Kurmaca anlatılar nasıl ki başı, ortası/çatışması ve çözümü, karakteri olan filmlerse belgesel için de aynı şeyi söylemek mümkün. Huriye Kuruoğlu’nun söylediği gibi belgesel hayali olmayan bir öykü anlatmasına rağmen bazen kurmaca filmden daha da fazla biçimde duygu düşünce mekanizmasını harekete geçirir. Tam da bu nedenle anlatıda odak noktasına yerleştirdiği karakterini takip ederken çağına tanıklık edebilmesi ve sonuç olarak bir cümle söyleyebilmesi belgeseli değerli kılan öğelerden biridir. Yakın zamandan Bal Ülkesi, Yaramaz Çocuklar buna verilebilecek örnekler arasında yer alıyor diye düşünüyorum kendi adıma.

Uluslararası Kadın Yönetmenler Festivali Ulusal Belgesel Yarışması’nda yer alan ve geçen yıl Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi belgesel ödülünü alan Kim Mihri’nin öyküsü Netflix’te dizisi de çekilen Anna Sorokin’i anımsattı bana fazlasıyla. Mihri Rasim Müşfik Açba (1886–1954) oldukça yetenekli olmasının yanında hayli hırslı bir ressam. En büyük arzusu ünlü olmak ve sanat sosyetesi içine girmek. Bunun için sıkça yalan söylüyor, fotoğraflara bakarak resim yapıyor örneğin ya da Amerikan gazetelerinden birinde Osmanlı prensesi olarak anılıyor öyle olmadığı halde. Kim Mihri’de Mihri bir karakter olarak ne yazık ki geri planda kalıyor onun yerine yönetmen başta olmak üzere diğer aktörlerin / anlatıcıların yolculuğu ön plana çıkıyor. Yönetmen “bu benim ilk filmim demek bir Mihri’ye ihtiyacım varmış” sözleriyle yolculuğunu tarif ediyor. Mihri’nin yaşadığı topraklardan İtalya’ya, Fransa’ya ve Amerika’ya uzanan (ve orada sona eren) yolcuğunda sınıfsal aidiyetlerinin etkisi öne çıkarılmıyor, analiz edilmiyor. Filmde yer alan muazzam animasyonlarda yorumlandığı gibi Mihri’nin metaforik anlamda ince bir ip üzerinde mi yürüdüğü yoksa Osmanlı aristokratı ailesinin ona sunduğu özgürlüğün ve maddi imkanların yarattığı alan sayesinde mi bu adımları atabildiğini görmüyoruz. Daha ziyade Mihri’nin belgeselin yaratıcı ekibine verdiği ilhamı, onlarda çağrıştırdığı imgeleri izliyoruz. Ki bunun hayli sübjektif bir konu olduğu su götürmez. Mihri’nin kim olduğu film bittiğinde hala soru işareti ve gizem olarak kalmaya devam ediyor.

Jeyan Kader Gülşen ve Zekiye Kaçak’ın Bu Ben Değilim’i ise karakterlerini günümüz Türkiyesi’nin konjonktürü içine yerleştiriyor. Onların çelişkileri, yüzleşmeleri vesilesiyle izleyicinin de birçok konu üzerine düşünme sorgulama imkanı oluyor. Birden fazla katmana sahip olması filmi güçlü hale getiriyor. Mustafa ve Mehmet ilişkisinin geri planında aile kurumu ve eril şiddet başta olmak üzere birçok sorunun işlendiğini görüyoruz. Dolayısıyla LGBTİ+ teması bir nevi turnusol kağıdı işlevi görüyor. En önemli başarısı yoğun bir emek verilerek karakteriyle aile ilişkisi kurabilmesinde saklı. Böylesine bir samimiyeti en son Zeynep Oral’ın 2012 yılında çektiği Ben Sen O belgeselinde izlemiştik.

Festivalin Uluslararası Belgesel bölümünde finalde yer alan on beş filmi izlemekse belgesele kafa yormak ve dünyanın ahvaline üzülmek arasında gidip gelinen gerçekten meşakkatli bir işti.

Dünyada yerleşik olma halinin artık sonunun geldiği bir dönemin içinde olduğumuzu  Las Abogados: Attorneys on the Front Lines of the Migrant Crisis, The Lost Keys ve Dreams of Daraa adlı belgesellerde Amerika Meksika sınır, Midilli ve Ürdün mülteci kampları üzerinden anlatılıyordu. Bu üç filmden öne çıkan ise Trump döneminde sınırların kapatılması nedeniyle Amerikan sınırında çadırlarda bekleyen yüzlerce göçmene gönüllü olarak yardım eden dört kadın avukatı anlatan Las Abogadas: Attorneys on the Front Lines of the Migrant Crisis idi. Mülteciliğin tarihsel anlamda süregelen bir durum olduğunu kendileri de bizzat mülteci ailelerden gelen avukatların bireysel tarihlerine yer vererek gösteren paralel bir anlatıya sahipti. Bigger Than Trauma da yarışmada yer alan ödüllü ünlü yapımlardan biriydi ancak izlemek için deyim yerindeyse yürek yemiş olmak gerekiyordu. Hırvatistan bağımsızlık savaşında tecavüze işkenceye uğrayan yüzlerce kadından Vukovar’da yaşayan  küçük bir grubun terapi sürecini izliyoruz filmde. Aralarında bir de Sırp var. Savaşın üstünden yirmi beş yıl geçmesine rağmen çoğu kadının utandıkları için, “rezil” olmamak için konuşmadıklarını, kendilerini suçlu hissettiklerini görüyoruz. Birçoğu hala sokakta yürürken, alışveriş yaparken tecavüzcüleriyle karşılaşıyor. Yarışmada en iyi yabancı belgesel ödülünü alan Gulya Mirzoeva’nın Katia ve Rimma’sı Tacikistan’ın Duşanbe kentinde çekilmiş küçük bütçeli bir filmdi. Kentsel dönüşüm nedeniyle evlerinden taşınmak zorunda olan babaanne Rimma ve çocukluğundan buyana baktığı torunu Katia’nın ilişkisini hayli sinematografik biçimde anlatmasının yanında kuşaklar arası çatışmayı ve dolayısıyla ülkenin geçirdiği gelişim sürecini, tarihini de alt metninde görmek mümkün oluyordu.

Katia ve Rimma, Bal Ülkesi’ni severek izleyen herkesin kalbini kazanacak güçlü bir belgesel.

 

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Sinema Ana Bilim Dalı'nda Yüksek Lisans ve Doktorasını tamamladı. 2001 yılından buyana birçok mecrada sinema yazıları yayınlandı. Türk Sineması'nda Rumlar'ı yazdı, Sinema ve Diğer Disiplinler kitabını derledi, Ümit Ünal: Işık Gölge Oyunları'nı hazırladı, Sinema ve Toplumsal Cinsiyet: Türk Sinemasında Ev Emek Cinsiyet ve İktidar İlişkileri adlı son kitabı 2022'de Nika Yayınevi tarafından basıldı 2011'den buyana Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesidir

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.