Yıllar sonra 2015’te “Güç Uyanıyor” ile yeniden başlayan Star Wars efsanesi ana bölümler hariç, spin-off dediğimiz yan bölümlerle de tam gaz devam ediyor. 2016’da izlediğimiz, Bölüm 4: Yeni Umut’un öncesini anlatan “Rogue One” hayranlar tarafından o kadar çok sevildi ki özellikle eski filmlerin havasını muazzam bir şekilde yansıtmasıyla hayranların gönlünde en iyi Star Wars filmlerinden birisi haline geldi. Bu spin-off projesinden sonra acaba sırada hangi film varken orijinal üçlemede Harrison Ford’un hayat verdiği Han Solo karakterinin gençliğinin anlatılacağı Han Solo: Bir Star Wars Hikayesi’nin yolda olduğunu öğrendik. Kimileri sevindi, kimileri gereksiz buldu, ancak film öyle ya da böyle nihayet karşımızda.

Sancılı geçen yapım süreci, oyuncu performansının beğenilmediğine ve filmin neredeyse yüzde 70’inin yeniden çekildiğine dair çıkan söylentiler ve filmin anca vizyona girmesine 4 ay kala çıkan fragmanı ile hayranların kafasında bin bir türlü soru oluşmuştu. Geçtiğimiz günlerde ise Star Wars hayranları ile büyük buluşma gerçekleşti. Film Han Solo’nun gençlik günlerine odaklanıyor. Yoksulluk içinde olan ve gangsterler tarafından yönetilen Corellia’dan sevdiği kadın ile kaçmak için uygun şartları arayan genç Solo’nun ayrıca galaksinin bir yanından ötekine gitmek ve en iyi pilot olmak gibi hayalleri vardır. Ancak işler istediği gibi gitmez. Gelişen olaylar neticesinde oradan oraya savrulan genç Solo bir yandan sevdiği kadını aramak bir yandan peşindeki acımasız lider Dryden Vos için Koaksiyum adlı çok değerli bir maddeyi bulmak zorundadır. Sonradan bu uzun macerada yoldaşı olacak Chewbacca, akıl hocası olarak nitelendirilebilecek Beckett ve yine çok yakından tanıdığımız arkadaşı kumarbaz Lando ile yollarının kesişmesi ve birlikte bu maddenin peşine düşmeleri ile macera alevlenir.

İşin duygusal yanından başlayacak olursam, çocukluk kahramanım olarak nitelendirebileceğim Harrison Ford’un canlandırdığı Han Solo’nun “Güç Uyanıyor”da umarsızca öldürülmesi canımı epey sıkmıştı. Ancak bir Han Solo projesinin geleceğini duyduğumda acaba nasıl olur diye düşünmeden edemedim. Keza benim için Harrison Ford ile bütünlemiş bir karakterdi. Cast seçimi açıklandığında ise büyük hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmeliyim. Bir de üstüne yapım sürecindeki aksaklıklar tuz biber olmuş heyecan namına bir şey kalmamıştı.

Alden Ehrenreich’ten açıkcası hiç umudum yoktu. Çünkü kim ne derse desin benim için Harrison Ford ile bütünleşmiş bir karakterden onun ukalalıklarını, en zor anlarda bile o kendine has duruma bakış açısını bekliyorsunuz. İşte tam bu noktada Ehrenreich’in Solo’sunun, Ford’un canlandırdığı karakterin aksine daha saf ve daha naif bir karakter olduğunu görüyoruz. Yani karakter orijinalindeki gibi baskın bir karakter olmamış, olamamış. Bu da ana karakteri geri plana itmiş. Eğer film buradaki olaylar neticesinde Han Solo o ukalalığı ve vurdumduymazlığı alıyor demek istediyse de o bana geçmedi açıkçası. Çünkü Han Solo’da o vurdumduymazlığın genlerde olduğunu hissediyorduk. Ancak bazı sahnelerde Harrison Ford’un canlandırdığı o kendine has Solo’nun mimiklerini hissettim ve bu benim açımdan güzel anlardı. Elbette devam filmi gelecek ve bir değişim süreci olacaksa ona lafım yok, bekleyip görelim.

Donald Glover, filmde olmuş diyebileceğim karakterlerden biriydi. Lando’nun gençliğini iyi yansıttığını düşünsem de tıpkı Ehrenreich’in Solo’sunda olduğu gibi karakter derinliğinden yoksundu. Yani biz bu adamların gençken yaşadıklarını, daha geri planı görmek, öğrenmek istiyoruz ama istediğimiz çoğu şeyi alamıyoruz, apar topar aksiyona dalıyoruz. Kumar masasında geçen Millenium Falcon kapışmaları ise oldukça keyifliydi. Filmde espriler tadında kullanılmış ve çoğunda güldürüyor. Chewbacca ile olan tanışması hoş ama sanki bu da pek beklediğimiz türden bir karşılaşma değildi. Solo’nun gelecekteki haline ışık tutan Beckett’ı canlandıran western filmlerinden fırlamış edasıyla Woody Harrelson’ın ve kötü adamımız Dryden Vos’u canlandıran Paul Bettany’nin performansları filme oturuyor, isteneni veriyor. Yıldızımın bir türlü barışmadığı ,Han Solo’nun sevdiği kadın Qi’ra karakterini canlandıran Game of Thrones’tan tanıdığımız Emilia Clarke ise filmdeki görevini yapmış diyelim. Deneyimli yönetmen Ron Howard’ın aksiyon sekanslarını çok iyi kotardığının altını çizmem gerek ancak finalin de tatmin ettiğini söylemek güç.

Filmin en güzel yanlarından birisi Star Wars’un kendine has yeni ırklar ve droidleri olsa gerek. Lando ile duygusal bağı olan droid hakları savunucusu aktivist droid L3-37 filme renk katmış. Tıpkı Rogue One’daki K-2SO gibi onun da kendine has karakteristik özellikleri ve güldüren tarafları var. Filmde bir de nostaljik, sürpriz bir karakter göreceksiniz ki yüzünüzde tebessüm yaratacağına eminim.

Sonuç olarak “Han Solo: Bir Star Wars Hikayesi”, çocukluk kahramanım Han Solo’nun benim yıllardır kafamda kurduğum gençliği ile örtüşmeyen, eğlenceli ancak yüzeysel bir hikayeye sahip. Elbette bu işin biraz da duygusal ve beklenti ile ilgili olan tarafı. Belki de bir kaçakçının hayatından ne derinliği bekliyorsun aksiyon olsun yeter diyebilirsiniz ancak Star Wars evrenini göz önüne aldığınızda bu denli sevilen bir karakterin arkasında biraz da olsun derin bir şeyler beklemek pek yanlış olmasa gerek. Film dolu dolu aksiyon ve Star Wars serilerinden referanslar içeriyor. Bu bağlamda yüzlerde sık sık gülümsemeye sebebiyet veriyor fakat bildiğiniz üzere “Rogue One” da dahil olmak üzere bu saga alt metinlerinin güçlü olması ile bilinen bir uzay operası. Ayakları yere basar, anlatacağı bir derdi, bir söylemi vardır. Yani bu manada Star Wars’un genel çerçevesine bakarsak bu filmin beyazperdeden ziyade Netflix gibi bir platformda yer alması daha uygun olurdu diye düşünüyorum. Daha eğlencelik ve evreni oluşturan yapı taşlarından çok uzakta. Yani Solo’ya giderken serideki o güçlü yapıyla karşılaşılmayacağını bilmek, sadece güzel vakit geçirmeye odaklanmak gerekiyor. Serideki diğer filmlere oranla zayıf kalan film yine de ağza bir parmak bal çalıyor ve Star Wars evreninden bir macera sunması ile bile izlenmeyi hak ediyor.

Filmin Notu: 10/6.5

1981 İzmit doğumlu. Filmlere olan ilgisi 80’lerde eve video girmesi ile başladı. 80-90’ların akla kazınan kült filmlerini repliklerine kadar ezberledi. Korku, bilim kurgu ve fantastik türüne ayrı bir ilgisi vardı. 8 yaşında beyazperde ile ilk tanışmasından sonra sinema vazgeçilmez tutkusu oldu. Aynı zamanda bilgisayar, atari oyunları ve çizgi romanlarla içli dışlıydı. Commodore 64’ü ile sabahlara kadar oyunlar oynadı.Taşınmalar nedeniyle İzmit, Ankara ve Isparta’da farklı okullarda ilköğretim ve liseyi tamamladı. Üniversitede Turist Rehberliği bölümünü bitirdikten sonra çok istediği Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünde yüksek lisans yaptı. Korku sinemasına olan düşkünlüğü nedeniyle yüksek lisans tezini “1960-1990 Yılları Arasında Amerikan Korku Sinemasındaki Muhafazakârlık” üzerine yazdı. Amerikan korku sinemasının dönemin toplumunun psikolojik,ahlâki ve siyasi yapısına nasıl ayna tuttuğunu inceledi. Pek çok kurumsal firma, haber sitesi, dergide içerik yazarlığı ve editörlük yaptı. Şu anda hala metin yazarlığı ve editörlük yaparken aynı zamanda bazı online platformlarda, basılı dergilerde sinema yazıları, eleştiriler yazıyor, özel dosyalar hazırlıyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.