Çağdaş vampir, kurt adam / kadın vs… hikayeleri hız kesmeden devam ediyor. Bu kez karşımıza bir büyüme hikayesine eşlik eden bir kurt kadın hikayesi çıkıyor. Hikaye kuzeyden, Danimarka’dan. İklimin soğukluğu hikayeye belli bir karizma katarak, yine yettiği kadar açıklamayla ama cesur bir dönüşüm filmine imza atıyor Hayvan Düşü / When Animals Dream.
Tabii yönetmen Jonas Alexander Arnby’nin de temennisiyle filmi korku / gerilim formatlarından uzakta daha çok bir büyüme ve toplumda kadının konumlandırılışı metaforuyla izliyoruz. Buradaki kurt hikayesi birazcık bastırılmış ya da salınmış özgürlük olarak resmedilmiş. Yönetmen de bunun üstüne basa basa söylüyor şu sözleriyle: ‘Umarım insanlar bunun aksiyon yüklü bir korku filmi olmadığını anlar. Bir neslin portresi, bir karakterin tasviri.’ Anladık elbet!
Yönetmen ilk uzun metraj filminde hikayesini Marie’nin etrafında kuruyor. Yatalak annesi ve babasıyla yaşayan Marie annesine ne olduğunu bilmese de, bir süre sonra aynı derdin kendi etrafında da dolanmaya başladığını fark ediyor. Bir balıkçı kasabasında geçen olayda, Marie bir balık fabrikasına balık temizleyici olarak giriyor. İşe girdiği andan itibaren de kendisini işyerindeki erkeklerin tacizi ve mobbingi altında buluyor. Oysa ki küçük, rahat bir batı kasabası resmi var filmde ama yavaş yavaş cinsiyetçi, baskıcı ve ahlakçı bir kuşatma altında kaldığını görüyoruz Marie’nin. Önündeki ve önümüzdeki büyük resim ise annesi. Babasının (bile) ve doktorunun da desteğiyle ilaçlarla bastırılmış, zaman zaman kabaran ama baba tarafından bir jilet bıçağıyla üstesinden gelinen yaşama ve özgürlük isteği. O yüzden karşımızda farklı bir tepkisellikle yaşanan, dönüşen kurt kadın tasviri var. Bastırılmaya karşı duran bir figür olarak…
Yönetmen erkeklerin ahlakçı tarafını sorgularken annesi ve Marie dışında kadına ihtiyaç duymuyor, sadece erkeklerin safından bakan ve hemcinslerine ahlakçı davranan kasabalı kadın var. Sonuçta olay kurt kadın olmak üzerine kurulu olmadığından dolayı bunu iki kadın (yaşayan ve yaşamak üzere olan) üzerinden tuttuğunu düşünebiliriz. Tabii bir de buna Marie’nin her şeyden habersiz büyümeye çalışan bedenini ve ruhunu eklemek lazım. Bastırılmanın arkasından saldırganlığın ve belki de şiddetin geleceğini unutmadan…
Film soğuk bir kuzey kasabasında, sessiz ve derinden bir dindarlık üzerinden anlatmak yerine, fantastik bir dönüşüm hikayesi olarak kurmaya karar vermiş hikayesini ve çok da iyi yapmış. Başarılı bir tasvir ortaya koymuş yönetmen. Baskıcı erkek güruhuna karşı kendisini teslim etmeyen feminist bir ruh çıkmış. Bu anlamda bile takdire değer. Ama filmin farklı kafası, baskıya, durdurmaya karşı koyan kurt kadın durumu gayet takdire şayan. Kuzey sinemasının soğuk duruşuna karşı ilgiyle izlenecek filmde Marie’ye yardım eden erkeğin de kurt adam olduğunu hayal etmek zor olmasa gerek!