İçindeki insan düzgün değilse komutan olmuş,
imam olmuş, doktor olmuş fark etmez
Köy Ensitütülerini anlatan Toprağın Çocukları filminin yönetmeni Ali Adnan ve başrol oyuncularından Türkü Turan bu önemli filmin neler ifade ettiğini anlattılar…
Türk sineması bu ülkenin ne yakın tarihine ne uzak tarihine tatmin edici bir bakış atamamıştır. Daha yeni yeni tarihi filmler teknik olarak bir yeterlilik düzeyi ile çekiliyor. Ama sinema sanatı adına baktığımızda aslında yine birşey ifade etmiyorlar. Yakın tarihimiz içinse durum daha da kötü. Bu kötülük içindeyse Eylül ayında çok önemli bir film vizyona giriyor. Toprağın Çocukları filmi unutulmaya çalışılan hatta zorla bize unutturulan bir konuyu işliyor. Köy Ensitütüleri nedir? Bu ensitütüler niçin kurulmuştur. 1950’lerde Menderes tarafından niye kapatılmıştır? Atatürk’ün devriminin sivil halk tarafından içselleştirilmesi ve devamı için kurulan bu okullar çok açıktır ki Türk toplumunun geleceğini açılması ve kapanmasıyla şekillendirmiştir. Filmin yönetmeni Ali Adnan ve Türkü Turan böylesi sonuna kadar siyasi bir konuyu işlemeye cesaret edip büyük iş yapmışlardır. İşte bu önemli filmin önemli röportajı…
Senaryo nasıl oluştu?
Ali Adnan: Bizim için 3 yıl önce başlayan bir serüven. Erkan Can ile bir araya gelip köy enstitüsü filmi çekmeye karar verdik.
Köy enstitüsü nasıl çıktı?
Ali Adnan: Dedem ve Erkan abinin babası köy enstitüsü mezunu. Bir film setinde oturup sohbet ederken ikimizin ailesinde böyle bir yakınlık olduğunu fark ettik. Oradan mezunların torunları, çocukları akraba gibidir. Bulunduğumuz ortamda bir köy enstitüsü mezunu varsa bile biz gider ona sarılırız. Hemşerilik bağı vardır ya bu öyle bir şeydir. Erkan abiyle kuliste memleketi kurtarıyorduk. Erkan abi bu ülkede köy enstitüleri vardı eğer onlar kapatılmasaydı bugün bu konuştuklarımızı konuşmayacaktık dedi. Böyle filmlerin çekilmesi lazım deyince bende ampul yandı. Çektik bitti. Tabi ki bunun zorluğunu bu işin içine girince anladık. Ne kadar bu meseleyle büyümüş de olsam. Senaryo aşamasına geldiğinde okumaya başlıyorsunuz. 10 bin sayfaya yakın hikaye okuduk, bulamadığımız, okuyamadığımız binlerce hikaye daha vardı. Bu yüzden hassas olmanız gerekiyor çünkü sorumlu olduğunuz 17 bin tane köy enstitüsü öğretmeni var ve onların çocukları, torunları derken 500 bin kişiye ulaşıyor bu.
Türkü Turan: Bir belgesel çekmedik ama ona benzer olduğu için yalan yanlış bir şey söylemek çok tehlikeli bir konu. Hem tarihle ilgili, bir tarafından siyasete de dokunuyor. Aslında siyasetle alakası olmaması gereken bir şey ama bir taraftan oraya ittiriyoruz. Neticede tarihin içinden çıktığı için en ufak bir yanlışta tepemize binerler.
Ali Adnan: Biz hep bu meselenin siyasi bir mesele olmaması gerektiği üzerine düşündük. Köy çocuklarının okul meselesi bu. Birileri hep bunu siyasi tarafa çekmeye çalıştığı için ortada bırakılmış. Biri çıkıp bu solcu meselesi demiş, diğeri komünist meselesi demiş. Böyle olduğu için bu mevzu buralara kadar gelmiş. Bu filmi çekme sebebimiz bu işi siyasetten uzaklaştırmak. Hepimiz siyasi insanlarız. Hayatım boyunca, siyasi film çekmeyi hayal ediyorum. Komedi bile çeksem içinde siyasi öğelerin olmasını umut ediyorum ama bu film öyle değil.
Bazı filmler filmden daha büyüktür, bu da o tür filmlerden biri. Burada oyuncunun da bir takım sorumlulukları oluyor. Senaryo geldiğinde ne hissettiniz?
Türkü Turan: Aslında benim için çok kolay oldu. Sosyoloji okuduğumdan dolayı çok hakim olduğum bir konuydu bu. Üstüne bir de ödev yaptım. Yine de bir sorumluluk yüklüyor. Acaba kaç yılında kurulmuştu, ne kadar mezun verdi gibi sorulardan niye kuruldu gibi sorulara kadar baştan bir alıp okumak gerekiyor. Çünkü siz bana soru soruyorsunuz, başkası soruyor, annem soruyor bu yüzden her şeye hakim olmak, cevap verebilir olmak gerekiyor. Zaten enstitü mezunlarıyla çok fazla vakit geçirdik, toplantılar yaptık, konuştuk, görüştük. Gençliklerinde aşağı yukarı nasıl biri olduklarını tahmin etmeye çalıştım. Onun dışında karakterdeki hedefim bir köy çocuğu nasıl olursa, öyle olmaktı. Canlandırdığım karakter okumak isteyen bir köy çocuğu, piyano çalıyor, bir şeyler öğrenmek istiyor. Karakterle ilgili tek hazırlığım buydu.
Sonuçta Atatürk’ün kendi devrimlerini bütünlemek için kurduğu bir kurum. Böyle bir kurumun siyasetten uzak olması, Türkiye’nin geleceğiyle bağlantılı olmaması zaten beklenemez. Bu noktada bu kapalı bir konu ve siz bunu açıyorsunuz. Böyle iddialı bir film için kast ta çok önemli. Kastı nasıl oluşturdunuz?
Ali Adnan: Bazı filmler filmden daha büyüktür lafına takılı kaldım. Üç yıl boyunca bizim filmle ilgili duyduğum en güzel cümle bu. Gerçekten ciddi bir sorumluluğumuz vardı. Herhangi bir oyuncu bu filmde oynayamazdı. Magazinsel bir kimliği olan oyuncuların bu filme girmeleri mümkün değildi. O yüzden çok iyi araştırdık hem çok iyi oyuncu olması gerekiyordu hem de magazinsel olarak temiz bir kimliği olması gerekiyordu. Magazin kimliği kesinlikle kötü bir şeydir demek istemiyorum. Bütün hepsi siyasetle ilgilenmiş, memleketin bir problemi olduğu zaman yorum yapabilecek oyuncular. Tamamı da köy enstitülerinden haberdardı.
Türkü Turan: Bana teklif iki buçuk sene önce geldi. Senaryo o zaman var ama yok gibiydi. Ondan sonra Adnan beni buldu. “Ben ışık mı yapacağım, oyunculuk mu yapacağım her şeye razıyım. Bu projede olmam lazım” dedim. Çünkü bu benim için de çok önemli bir mesele. Adnan parasız çekeceğiz, paramız yok dedi ve kimse bunu sıkıntı yapmadı.
Ali Adnan: İlk senaryoda Türkü’nün oynayacağı rol sert bir Tatar kızıydı. Kime sorsam Türkü’yü söyledi. Bir buçuk iki ay Türkü’yü aradım ben. Türkü’yle buluştuktan sonra öğrendik ki birçok ortak arkadaşımız varmış zaten.
Filmin çekildiği yer de çok önemli. Orijinale yakın yerlerde çektiniz. Bu bir oyuncu için de çok tetikleyicidir.
Türkü Turan: Çok tetikleyici tabi. Ben piyano çalmayı bilmiyorum ama film için bir şarkı çalmayı öğrendim. Neticede bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum ama bunlar 1950 yılından kalmış enstitülerin öğrendiği piyano. Müzik aletleri, sınıfta olan ders masaları, her şey o zamandan kalmıştı. O eşyaları kullanırken üzerlerinde o insanlara ait kazımalar, yazılar vardı ve o yüzden onları hissetmek, o anlara tanıklık etmek daha kolay oldu. Gözümüzün önünde bir tarih, araştırabileceğimiz gerçek insanlar var. Kurmaca bir şeyle anlatmadığımız için işimiz çok daha kolay oldu.
Bazı roller vardır ki film bittikten sonra da oyuncuya bir şeyler katar. Film bitti, baktığınızda bu filmden size ne kaldı.
Türkü Turan: Bu filmden bana her gün bir şey kalacak. Mesela geçen hafta köy enstitüsüyle ilgili bilmediğim bir kitap buldum, onu aldım ve onu okuyorum şuan. Sadece bu konu üzerine de değil, dünya savaşında neler olmuş, enstitü neden kapanmış bunları araştırmaya başladım. Eskiden de yapıyordum ama çok uzun zamandır iş hayatıyla beraber bunun kaybolduğunu fark ettim. Bu filmin bana kazandırdığı en önemli şey tekrar bir şeyleri araştırmaya, öğrenmeye çalışmaya başlamaktı.
Filmin sonunda gençlere hitaben ben sizi kimseye teslim etmiyorum, sizi kendinize teslim ediyorum diye bir diyalog var. Bu filmin sonu aslında çok dramatik değil mi?
Ali Adnan: Bu hikayenin hiçbir yerinde mutlu son yok çünkü köy enstitüleri kapatılmış ve her şekilde Türkiye büyük bir karanlığa sürüklenmiş. Bugün hala Türkiye’de her hafta şehit haberleri aldığımız, insanların birbirini öldürdüğü, 3 tane darbe geçirilen bir ülkeyiz. Büyük bir iddia gibi gelebilir ama biz bunun sorumlusunu köy enstitülerinin kapatılması olarak görüyoruz. Özellikle o dönemde nüfus yoğunluğu kırsal kesimdeydi. Ayırmadan Trabzon’dakine de Diyarbakır’dakine de Yozgat’takine de düzgün eğitim verilmiş olsaydı, hepsi Moliere ‘in ne olduğunu bilse, hayatlarında piyano görseydi biz birbirimizi daha çok sevecektik. Beğendiğimiz batı toplumlarında insanların eğitim seviyeleri yükseldiği için bugün farklı şeylerle uğraşıyorlar. Çünkü sosyal bir dertleri yok. Bizim açlık derdimiz var, düşmanlık derdimiz var. Köy enstitülerinde çocuklar beraber yaşama uğruna çalıştılar. Bir çocuk kendi okulunu kendi yapıyor, o okulda eğitim alıyor ve ölene kadar o okulu seviyor. 90 yaşında birine gidin dün ne yediğini hatırlamaz, belki torunlarını hatırlamaz ama enstitülerde yaşadığı anıları bir bir anlatır size. Bizim için köy enstitülerinin kapatılması Cumhuriyetin birçok dalının kırılması anlamına geliyor.
Türkü Turan: İnsanların kendi düşüncelerini arayıp bulması, araştırması, kendi fikirlerine sahip olması, belki sağcı belki solcu olmasını sağlayan bir şeydi köy enstitüsü. Şu an Türkiye’deki en büyük sorun insanların kendi fikirleri olmaması, her duyduklarını gerçek zannetmeleri, kendine benzemeyeni başkalaştırmasıdır. Bütün bunları çözecek şey enstitülerdeki binlerce öğrencinin düşünmeyi, tartmayı ve karar vermeyi öğrenmesiyle olacaktı.
Ali Adnan: Köy enstitüsü insanlara nasıl düşüneceğini öğretiyordu. Matematik, Türkçe, Edebiyat öğrenir ezberlenir. Çocuğa onu döverek birşeyleri öğretebilirsiniz ama düşünmeyi öğretemezsiniz. Bizim düşünmeyi öğrenmeye ihtiyacımız var. Yarın bizi nasıl bir eğitim sistemi, nasıl bir gelecek bekliyor bilmiyoruz. Bizim neslimiz bile bu kadar yozlaşmışken. 2040 tan sonraki Türk halkının nasıl bir yere geleceğini bilemiyoruz. O kadar düşmanız ki birbirimize artık kullandığımız cümlelere dikkat eder hala geldik. Biz birbirimizi düşman olarak görememeliyiz. Kardeş olmanın bir yolunu bulmamız lazım.
Sizin rolünüz gereği hiç makyaj kullanmadınız ve karakterinizde bir sertlik olduğu da belli. Biraz da bunu anlatır mısınız?
Türkü Turan: Köy enstitüsü çocuğunu oynayınca ister istemez makyaj olmuyor. Hem çok doğallar, hem doğal oldukları gibi güzeller. Fiziksel ve ruhani olarak birbirlerinden ayrılmıyorlar. Birlik olma hikayesi de bundan geliyor. Kimsenin farklı ayakkabısı farklı elbisesi yok. Parası olan da olmayan da bir.
Türk sinemasında tamamıyla role kendini veren oyuncu sayısı az. Bir takım standartlara göre oyuncular belirleniyor. Bu filmdeyse tam tersi bir teslimiyet var.
Türkü Turan: Aslında bambaşka bir senaryo vardı. Onun için anlaştık. Sonra bambaşka bir senaryo geldi ve onu çektik ve çekimlerden 1 hafta önce gördüm son halini. Karakterimin nasıl bir kız olduğuna, nasıl konuşacağına, ne giyeceğine ben karar verdim ve Adnan da çok iyi bir yönetmen olduğu için bana bıraktı.
Ali Adnan: Yönetmenlikte benim ustamın bana öğrettiği şey şu; “İnsanlar rol yapıyor, rol yapmayan insanlarla çalışmayı tercih et” demişti. Ben dünyanın en iyi yönetmeni olsam bile Türkü’nün olmayı başardığı insanı bilemem ki. Hiçbir oyuncuya ben kalkıp böyle oynayacaksın demedim. Ben oyunculuğu bilmem. Bir oyuncuyu bir role oturtuyorsanız oyuncuya güveneceksiniz zaten.
Bir ilk film olarak bir takım riskleri var. Erkan Can filmin aynı zamanda yapımcısı. Yapımcı bir oyuncuyu yönetmek zor bir şey. Bunu nasıl aştınız.
Ali Adnan: O Erkan abi değil aslında o baba artık. Ona abi sen artık ülkenin başbakanısın deseniz gene aynı Erkan abidir. Erkan abi sete girdiği zaman yapımcılığı unuttu. Baba olarak her zaman her şeyi koordine etti. Erkan abiyi orda gören herkes oturuşuna, kalkışına dikkat ederler. Ben de öyleyim. Ben Erkan Can’la sette yürüyorum ya bana olan saygı ikiye katlanıyor. Baba bu adamı sevdiyse biz de severiz diye düşünüyor herkes. Yoksa hiçbiri beni tanımıyordu.
Filmde bir takım mesajlar var. Herkes siyasi duruşuna göre bu mesajlara katılır veya katılmaz. Fakat filmin en altında, özellikle komutan karakterinde başlayan bir şey var. Türk halkının güce tapması… Bunu da açmak gerekir.
Ali Adnan: Aslında bizim için orada kötü adam komutan değildi. Zaten komutan karakteri çok karikatür. Filmde çıkanların bir kısmı komutanı beğenmiyor bir kısmı da tapıyor ona. Bertan benim hayal ettiğimin de üzerinde bir performans sergiledi. Kendi o rolle yatıp kalkarken bir süre sonra çok daha iyi bir komutan verdi bana. Filmde de bütün askeriye kötü değil diyoruz. Askeriyeye olan bir gönderme değil ama 1940 ta birileri kötüydü hala birileri kötü bu onu temsil ediyor. En yakınlarım komutanlar benim. Benim meselem askerle değil, insanla. İçindeki insan düzgün değilse komutan olmuş, imam olmuş, doktor olmuş fark etmiyor. 2000 e kadar en güçlü olanlar askerlerdi. Türkiye Cumhuriyetini onlar kurdular. Atatürk de askerdi.
Filmde gerçek karakterler var. Sizin karakterinizdeki aşk kurmaca. Gerçeklikle kurmacanın bir birlikteliği söz konusu. Bu harmanı nasıl sağladınız?
Türkü Turan: Elimde örnek olacak bir karakter yoktu ama bin tane Aybike’nin 70-80 yaşına gelmiş hali vardı. Onlara bakıp bu kadın bunu yapar mı, yapıyorsa nasıl yapar diye tahmin ettim. Yapmazsa senaristle kavga ederim.
Ali Adnan: Oyuncu veya yönetmen senaristle kavga etmiyorsa orada bir problem vardır. Aybike köy enstitüsüne gelmeseydi muhtemelen 13 yaşındayken 40 yaşında bir adamla evlendirilecek ve 15 yaşında anne olacak bir kızdı. Köy enstitüsüne geldiği için böyle bir geleceği olmadı.
Türkü Turan: Enstitüde olmasan evlendirilecektim diye düşünerek o aşkı yaşamak var. ilk gayesinin okumak olduğunu, aşkın her zaman ikinci planda olduğunu hatırlayarak oynamaya çalıştım.
Ali Adnan: Aybike öğrenci lideriydi. Bunun farkında ve içinde hep bir minnet var. Bu Aybike gibi çocuklar için bir kurtulma hikayesi ve herkesi kurtarmak istiyor.