Bu ayki Uzun Filmi Kısası köşesini, Türkiye’de kısa filme ve kısa filmcilere büyük katkılar sağlamış olan Hilmi Etikan’a ayırmak istedim. Birkaç yıl önce yaptığımız bu röportaj tazeliğini hala korumakta… Bu ayrıntılı röportajda, kısa filmin işlevi, festivaller, yurtdışındaki durum ve kısa filmcilere öneriler bulacaksınız.
Kendinizden ve çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
1973 yılında Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdim. Paris’e giderek “Sorbonne Üniversitesi”nde sinema ve edebiyat ilişkisi üzerine mastır yaptım. Aynı dönemde “Conservatoire Libre du Cinema Français” isimli okulda eğitimimi tamamladım ve 1976 yılında İstanbul’a döndüm. “Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu”nda foto film merkezi sorumlusu olarak çalışmaya başladım. İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği’ne üye oldum. O yıllarda dernek bünyesinde sinemaya yönelik çalışmalar yoktu. Sinema seminerleri düzenledik. Derneğin dergisinde sinema yazıları yayınladık, toplu gösteriler düzenledik. Birkaç arkadaş bir araya gelerek, “Ulusal Kısa Film Yarışması”nı başlattık. O günlerde amatör filmler 8mm kameralarla çekiliyordu ve üretim sayısı çok azdı. Dokuz yıl sonra “ Kısa Film Günleri”ne uluslararası bir boyut kazandırdık ve yurt dışından da filmler göstermeye başladık. On sekiz yıldır aralıksız sürdürdüğümüz “İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali” böyle doğdu. Film gösterilerini Fransız Kültür Merkezi Salonu’nda yapıyorduk. Salon kapısında büyük bir izdiham yaşanıyordu. İlgi beklenenden büyüktü. Gösterileri İtalyan Kültür ve Alman Kültür Merkezi salonlarına da taşıdık. Bir süre sonra İFSAK’da yönetime gelen bazı kişiler, dernek içindeki film çalışmalarına karşı olumsuz bir tavır içine girdiler. Bu durum karşısında, İstanbul Kısa Film Günleri’ni yaşatabilmek adına, dernek yönetimine bağlı olmayan bir tertip komitesi oluşturduk. O günden beri festivalin bağımsız bir tertip komitesi var. Festivalde yer alan yabancı filmlerin getirilmesinde yardımcı olan, bizlere salonunu veren kültür merkezi ve konsolosluk temsilcileri bu komisyonda yer alıyor.
Kısa film konusunda Türkiye’deki en yetkin kişilerden birisiniz. Son 30 yılda çekilen kısa filmlerin büyük bir çoğunluğunu seyretmiş durumdasınız. Aynı zamanda yurtdışındaki örneklere de hakimsiniz. Kısa filmin tanımını yapmaya kalkacak olursanız…
Kısa film deyince iki özellik öne çıkıyor: Bunlardan ilki filmin süresi. Kısa filmin uzun metraja göre daha kısa süreli olması gerekiyor. Ticari salonlarda görmeye alıştığımız filmlerin süresi yaklaşık olarak 1,5 saattir. Bu sürenin altında kalan filmlere orta metraj ve kısa metraj deniyor. 40-50 dakika civarındaki çalışmalar, (ki bunlar genellikle belgeseller ve dizi filmlerdir) orta metraj diye adlandırılıyor. 30 dakikanın altındaki filmlere ise kısa metraj film deniyor. İkinci ve en önemli özellik ise filmin anlatım şekli ve içeriği. Süresinin kısa olması kısa filmi kendi anlatım dilini de oluşturmak zorunda bırakıyor. Uzun metrajda kurmuş olduğunuz dramatik yapı kısa metraja uymuyor. Uzun metrajın anlatım süresi içerisinde, filmdeki kişileri seyirciyle özdeşleştirecek, onların yaşam içindeki duruşlarını tanımlayabilecek ve içinde yer aldıkları olaylar zincirini aktarabilecek süre var. Yani dramatik yapının kurulabilmesi ve geliştirilebilmesi için yeterli denebilecek senaryo var. Oysa kısa filmde bu olanak, yok denecek kadar az.. En başarılı kısa filmler genellikle 5 dakika, 7 dakika olduğu için, bu filmlerin ele aldığı konunun ve anlatım şeklinin de değişik olması gerekiyor. Filmin çok zeki olması gerekiyor. Her karenin çok iyi tasarlanmış ve uygulanmış olması gerekiyor. Bütün kısa filmler gerçek anlamda birer amatör çalışmadır. Bu filmleri ticari gösterimlere sokamazsınız ve para kazanamazsınız. Ama yine de, üretim koşulları açısından baktığımızda üç ayrı değerlendirme yapabiliyoruz; “Amatör kısa filmler”, “Öğrenci kısa filmleri” ve de “Profesyonel kısa filmler”.
Kısa film bir cümledir ve zeka içerir. Film uzadıkça hata yapma şansı artıyor ve kısa film konseptinden uzaklaşıyor. Seyirciye 30 dakikalık filmler genellikle uzun geliyor. Bu alandaki başarılı örnekler 7-8 dakikadır. Kısa film yönetmeninin görevi, çarpıcı bir ayrıntıyı, yaşamın içindeki ilginç bir anı, insanlara dair etkileyici bir bakış açısını yakalayabilmektir. Yalın olabilmeyi başarabilmektir.
Festivallerin kısa film açısından nasıl bir önemi var?
Kısa filmcilerin ana buluşma yerleri festivaller oluyor. Bütün dünya için geçerli olan kural bu. Çok az sayıda da olsa televizyon kanalları kısa filmlere yer veriyor ama sık örneğine rastladığımız bir durum değil. Kısa filmlerin yer alabileceği iki tür festival var. Birincisi sadece kısa filmlerin gösterildiği festivaller. Diğeri ise uzun metraj filmlerle birlikte kısa filmlerin gösterildiği festivaller. Film festivallerinde uzun metraj ile kısa metraj yan yana olunca, kısa metraj çoğu zaman gölgede kalıyor. Festival başladığında, en iyi oteller, en iyi sunumlar, televizyon programları, basının ilgisi hep uzun metraja yöneliyor. Sadece kısa filmlerin programa alındığı festivaller ise daha işlevsel oluyor. Filmlere ve yönetmenlerine daha fazla değer veriliyor. Katılımcıların birbirleriyle kaynaşmaları, kalıcı dostluklar kurmaları ve birlikte projeler oluşturmaları daha kolay oluyor. Bu konuda adını tüm dünyaya duyurmuş çok önemli festivaller ve kısa filmlerin satıldığı fuarlar var. Clermont-Ferrand, Tampere, Cork, Cracow, Oberhausen ilk akla gelenler.
Ama şunu da bilmeliyiz ki,yarışmalar ve festivaller, kısa filmin gelişmesi için tek başına somut çözümler getirmiyor. Onlar sadece işin vitrini. Nitelikli çalışmalar olacak ki, gösterilsin. Yarışmaya 200 tane film katılmış, bir kaçına biraz para ödülü vermişsin. Bu kısa filmi geliştirmez. Parasal gücü olan kurumlar, yarışmalar düzenlemek yerine iyi projelere daha üretim aşamasında ciddi destekler verseler çok daha yararlı olur diye düşünüyorum.
İçerik olarak nasıl buluyorsunuz Türk kısa filmlerini?
Oldukça başarılı diyebiliriz. Festivallerde nitelikli kısa filmlere, eskiye oranla daha sık rastlıyoruz. Alt yapı giderleri, dijital teknoloji ile birlikte büyük oranda ucuzladı. Bilgisayara yüklediğiniz bir programla kurgu, ses, efekt, renk düzeltme gibi tüm işlemleri aynı anda yapabiliyorsunuz. Artık ortalama 4 milyara kamera ve kurgu problemi çözülebiliyor. Ama diğer prodüksiyon sorunları devam ediyor tabii. Örneğin, ışık kiralayamıyorlar. Amatör kameralar ses kaydı için yetersiz kalıyor. Dekorların yapılması, mekanların bulunması. Bir yere gidilecekse, konaklama ve yol masraflarının karşılanması… Bunlar hep ciddi birer parasal destek gerektiriyor. İyi oyuncu ve senaryo ekibinin olmaması da filmlerde sık sık aksamalara neden oluyor. Bu parasal sıkıntı filmlerin içeriklerine de yansıyor. Yönetmenler nerede yaşıyorsa filmlerini de orda çekmek zorunda kalıyorlar. Dışarı açılamıyorlar. Örneğin başka bir kente gidemiyorlar.
Kısa filmciliğin gelişmesi için ne gibi çözümler üretilebilir?
Sağlam bir altyapı, örneğin bir sinema merkezi olursa, nitelik yükseliyor ve insanlar, daha iyi ürünlere imza atabiliyorlar. Yönetmenlere teknik ekipman sağlanırsa, parasal destek verilip istedikleri prodüksiyonu gerçekleştirmeleri olanaklı kılınırsa, filmlerinin düzenli bir şekilde dünyaya dağıtılması organize edilebilirse, evrensel ve kalıcı bir düzeyi ancak o zaman yakalayabiliriz. Sinemalarda uzun metrajdan önce kısa film gösterilmesi hep gündemde olan bir konu. Aslında hem kısa filmlerin gösterilmesi, hem de kısa filmin sevdirilmesi açısından oldukca iyi bir yöntem gibi gözüküyor. Ama Fransa’dan biliyorum o zaman da şöyle bir sorun ortaya çıkıyor. Uzun metrajı üreten firma, bir tane de kısa film üretiyor. Uzun metrajı ve kısa metrajı paket halinde birlikte vizyona sokuyor. Yine bağımsız yönetmenler işin dışında kalıyor. Kısa film yönetmenlerinin ürünü o dağıtım çemberinin içine kolay kolay giremiyor.