Bu ay, uzun yıllardır gazetecilik ve tv yazarlığı yapan Çağnur Öztürk’le keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Kendisi bir yandan bu işleri yaparken bir yandan da video yönetmenliği yapmıyor, belgesel ve kısa filmler çekiyor. Son işlerinden öne çıkan iki tanesi “Gizli Özne” ve “O Köy”… İlki Ayta Sözeri’ni konu alırken, ikincisi Soma faciası sonrası bölgede yaşayanların tanıklıklarını aktarıyor. Böylesine hassas konuları öylesine ince işlemiş ki Öztürk, izlemeyi bitirdikten sonra keşke biraz daha uzun olsalarmış diyorsunuz. Bakalım Çağnur Öztürk’ün hayatla ve kısa filmle ilgili görüşleri nelermiş? Buyurun…

 Öncelikle biraz kendinden bahseder misin?

Muğla’da doğdum büyüdüm. Sineması olmayan bir yerde üstelik. Bütün etkinliklerin yapıldığı bir salonun olduğu bir ilçede bir film gelse diye dört gözle beklerdim. İçimdeki sinema aşkı o kadar büyüktü ki mutlaka okulunu okumalıyım dedim ailemi karşıma alarak. Bizim toplumumuzda hakim olan kesin bir titr alacağı bir diplomayı alsın kendini garantiye alsın, sanat yapmak sinema medya dünyası zor ve risklidir bakış açısı bizde de mevcuttu. Bazıları ailesinin isteklerini yerine getiriyor, boyun eğiyor ama ben mücadele edip ideallerimin peşinden koşarak Ege Üniversitesi iletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü’nde lisans eğitimimi tamamladım. Bir yandan da okulla birlikte İzmir’de televizyon kanallarında ve TRT İzmir’de çalıştım. İzmir’deki okul hayatından sonra İstanbul’a gelip acımasız çarka girdim. İçimde hep sinema aşkı olmasına rağmen televizyonlarda kamera arkasında epey çalıştım. Bu çalışma dönemlerimde de set koşullarının ağırlığına dayanamadım ve benim bu konuda bir misyonum olmalı diyerek bir yandan da televizyon yazarlığına başladım. Sinemayla ilgili hayallerim her an benimle, içimde olduğu için daha çok öğrenmeliyim diyerek Beykent Üniversitesi’nde Sinema –TV yüksek lisansı yaptım. Şu anda ise hem video yönetmenliği hem de tv yazarlığı yapıyorum.

Senin için belgeselin tanımı nedir?

Belgesel denince aklıma ilk olarak gerçek kelimesi geliyor. Gerçeğin tüm çıplaklığı ve çarpıcılığı… Ülkemizde çok değerli dergilere imza atan Özcan Yüksek bir gün bir gezimiz esnasında şu sözü söylemişti ve hiç aklımdan çıkmaz: “Gerçek, hayal gücünden her zaman ya daha çarpıcıdır ya daha korkunçtur.” Gerçeğin gücü, gizemi, tutkusu, hiçbir kurmacada olamaz bu yüzden sanırım.

Kısa filmi bir araç olarak mı görüyorsun? Yoksa söz gelişi bir 10 yıl sonra da, kısa filmler, belgeseller çekeceğim diyor musun?

Kısa film asla araç olarak görülmemeli. Ben hiçbir zaman görmedim. Kısa film asla uzun metrajın provası niteliğinde değildir. Sinemanın özü aslında kısa film. Benim en çok aşık olduğum film de; bir kısa filmdir. 13 dakikalık, Adı The Perfect Human, yönetmeni Jorgen Leth. İnsanı, doğasını ve tüm zaaflarını, hayatı bu kadar doğru anlatan bir filme daha rastlamadım. Bir şeyi kısa ve öz anlatmak zor olan. Bence iyi kısa film çekememiş olan isimler uzun metraj çektiklerinde filmi, bol plan, gereksiz kamera hareketleri, fazla karakter, fazla replik ve yoğun müzikle boğuyor. Sinemamızda temel problemlerden biri de bu bence, filmlerde fazlalık var hep.

Gizli Özne ve O Köy belgesellerini çekme nedenlerinden bahseder misin?

Yüksek lisans bitirme projem için ne yapabilirim diye düşünürken, hatta Doğu Yücel’in senaryolaştırdığı bir öyküyü çekecekken, gerçek beni buldu ve çarptı tam olarak. Televizyon eleştirmenliği yaptığım için sağ olsun bir arkadaşım vasıtasıyla, Türkiye’de yapılan ve aykırı, güçlü işlerden biri olan Kayıp Şehir dizisinde oynayan Ayta Sözeri ile tanıştım. Ayta, ülkemizde mainstream bir kanalın bir dizisinde güçlü bir karakterde oynamış ilk trans birey ve hayatımda da tanıdığım en güçlü insanlardan biri. Ona hayran oldum, onu dinlerken o müthiş hitabet gücüne de hayran oluyorsunuz. Bu ülkede LGBTİ bireyler her gün her an zulme uğruyorlar. Ben, yaşadıkları sorunlara ortağım çünkü bu ülkede kim acı çekiyorsa, haksızlığa uğruyorsa onun yanında olmak istiyorum yaşadığım sürece. Ayta gibi güçlü birinin yaşadığı nice zorluklardan sonra yaşadığı güzellikler umut olsun, örnek olsun istedim çok. Belgeselin adını ben Özne olarak düşünürken Ayta, bizler gizli özneleriz diyerek Gizli Özne olmasını istedi.

Soma faciasından sonra ise benim de çoğumuz gibi psikolojim bozuldu. Ben de kendi adıma bir şeyler yapmalıyım acıları dile getirip ortak olmalıyım diyerek tek başıma sırt çantamı alarak 11 şehit veren Elmadere Köyü’ne gittim. Tamamen spontane gelişen bir belgesel çektim kendi ekipmanlarımla ve orada yeni tanıştığım yüce gönüllü insanların desteğiyle. Kurgusunu da kendim yaptım, zaten vahim olan bir durumu daha da dramatikleştirmemek için müzik kullanmamayı tercih ettim. Altın Portakal’a gönderdim ancak malum sansür ortamında O Köy’ün O harfi bile geçemezdi orada maalesef.

Sence hızla gelişen teknolojinin, belgesele ne gibi katkıları olabilir? Neler götürür?

Benim sinemaya bakışımda teknoloji yok sadece duygu var. İstediğiniz duyguyu doğru anlatmanın yolu en iyi teknolojiyi kullanmaktan değil samimiyetten ve yaratıcılıktan geçiyor, bilim-kurgu çekilmediği sürece… Başucu kitabımdır Robert Bresson’dan Sinematograf Üzerine Notlar. Bresson der ki: “Teknik olanaklarım arttıkça yaratıcılığım azalıyor.” Belgeselin, gerçeğin tüm çıplaklığını vermeyi amaçladığını düşündüğümden teknolojinin ekstra önemi yok. Sadece dijitalleşme hayatlarımızı da, film çekiyor olmayı daha kolaylaştırdı. Belgesel, teknolojiden en uzak kalması ve en korunması gereken tür bence.

Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin, yerli ve yabancı yönetmenler kimler? Hangi oyuncularla çalışmak isterdin?

Metin Erksan ve Ertem Eğilmez filmleri benim için bambaşka yerdedir. Yabancı filmden ziyade kendi sinemamızı çocukluğumdan beri büyük aşkla izleyerek büyüdüm. Reha Erdem ve Zeki Demirkubuz sinemasının samimiyeti de benim için önemli çok. Dünyada Yasujiro Ozu, Robert Bresson en sevdiklerim. Minimalizm ve sinema üzerine tez yoğunluğunda bir araştırma yapmıştım, sanatın her dalında iflah olmaz bir minimalizm severim. Vittorio De Sica ve Bisiklet Hırsızları filmi ise sinemaya aşık eden filmdir. Son zamanlarda izlediğim en çok hayran olduğum Yaşam Üçlemesi’nin üçüncüsünü çeken, İnsanları Seyreden Güvercin filminin yönetmeni Roy Andersson’un gönlümde yeri büyük.

Uzun ya da kısa metraj fark etmez, kesinlikle en tanınmamış oyuncuları keşfedip onlarla çalışmak isterim. Ya da belki hiç oyunculuk yapmamış birileri de olabilir.

Türkiye’deki film festivalleri ve kısa filmcilere yaklaşımları konusunda neler söylemek istersin?

Festivaller sanatın paylaşıldığı güzel birliktelikler. Hepsinin sonunda bir ödül var ama ödül almış olmak da bir başarı kriteri değil bence. Her jüri farklı durumlarda farklı tepkiler verebilir, bu yüzden sonuçları da sinemacılar olgunlukla karşılamalı. Ben sanatın içinde siyasetin müdahalesinin olmasına karşıyım. Festivalleri belediyelerin düzenliyor olması bu ülkedeki festivallerin en büyük problemi.

Üvey evlat tamlaması ise kısa film için en çok kullanılan tabir. Son Altın Portakal’da kısa filmlere ve belgesellere de değer veriyoruz, artık onlara da gala yapıyoruz vaatleri yükseldi ama sansürün olduğu, finalistlerin çekildiği, yarışmanın dahi olmadığı siyasetin sanatı yuttuğu yok ettiği unutulmayacak bir festival oldu maalesef.

Son olarak gelecek planlarından bahsedelim…

Uzun metraj çekebilmek, yaşadığım sürece film çekebiliyor olmak en büyük isteğim. Hayatta da sinemada da anlaşılma telaşı içinde olmak insana kaybettiriyor, böyle kaygılarım da yok. Bu ülkede sinema için umut etmek istiyorum sadece, tek derdim bu.

1979, İstanbul doğumlu. 2001 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Malzeme Mühendisliği’nden yüksek lisansla mezun olmasına rağmen, üniversite yıllarında yaptığı sinema kulübü başkanlığı sayesinde, geleceğini ve mesleğini sinema-tv üzerine kurmaya karar verdi. Çeşitli kısa film, belgesel çalışmalarıyla işe koyulan ve Yıldız Kısa Film Festivali'nin kurucularından olan Fırat Sayıcı, yurt çapında çeşitli kısa film festivallerinde de jüri üyeliği yaptı, kısa film üzerine workshoplar düzenledi. 2008’de Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünden mezun olan Fırat Sayıcı, Selçuk Üniversitesi Radyo-Televizyon-Sinema Bölümünde yüksek lisans ve doktora öğrenimini tamamladı. SİYAD üyesidir. TRT'de metin yazarı olarak başladığı televizyon macerasında birçok kanalda çeşitli programlarda görev aldı, sinema programları yaptı. Kurduğu Mad Informatics Ajansı’yla sinema-tv ve eğlence sektörüne PR ve sosyal medya hizmeti vermeye başlamıştır. "Türk Sinemasında Gerçekçilik" ve "Yeni Başlamayanlar İçin Sinema" adında iki sinema kitabı yayınlanmıştır. Esenyurt Üniversitesi Radyo Tv. ve Sinema bölümünde Dr. Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.