The Rover bir gelecek tasviri ama günümüz insan ruhunun yozlaşmışlığının ifadesi olmuş. Yönetmen David Michod’un ikinci filmi olan The Rover – Takip kaçırılmaması gereken bir yapım…
Günümüzde birçok iyi yönetmen var. Ama bazen birisi çıkıyor daha ilk filminde neler vaat ettiği belli oluyor. David Michod ilk filmi Animal Kingdom ile dikkatleri üzerine çekmişti. Dramatik ve gerçekçi filmler yapacağı belliydi. Bu hafta vizyona giren The Rover-Takip ise yönetmenin başarılı kariyerini müjdeliyor. Öykü belirsiz bir gelecekte geçiyor. Sistem büyük bir çöküş yaşamış. Bu çöküşün 10 yıl sonrasında yaşanıyor hikaye. Bir çatışmadan çıkan 3 adam kaçmaktadır. Henry yaralanmış, üstelik kardeşi de bu çatışmada vurulmuştur. Her ne kadar Henry kardeşinin ölmediğini, dönmeleri gerektiğini söylese de diğer iki kişi bunu kabul etmez. Bu sırada araba kontrolden çıkar ve kaza yapar. Şanslarına başka bir araba yolda park etmiştir ve o arabayı çalarak yollarına devam ederler. İşte çalınan arabanın sahibi Eric (Guy Pearce) bunu kabul etmeyecektir. Peşlerine düşer. Bu sırada öldü diye arkada bıraktıkları yaralı kardeş Rey (Robert Pattinson) olay yerinden ağır yaralı bir şekilde ayrılır ve kardeşinin peşine düşer. Eric ile Rey’in yolları bu kovalamacada kesişir. Eric, Rey’in saf hatta biraz zeka engelli olduğunu fark eder. Hayata küsmüş olan Eric bu saf çocuğun iyi niyetinden etkilenir. Hayata karşı umudunu kaybetmişken ona ihtiyacı olan birini bulması Eric’i etkiler. Fakat bu kovalamacanın sonu hikayenin ruhuna uygun olarak hiç de iyi bitmeyecektir. Sinemada beni en etkileyen şey bilindik bir hikayeyi öyle anlatırsınız ki bambaşka mesajlar içerir aslında alt metin. Bu filme gelecekte geçtiği için bilim kurgu da diyebilirsiniz, çatışma ve aksiyon olduğu için bir suç filmi de ama en doğrusu trajedi demek herhalde. Film gelecekte geçerken tam da günümüzün insanlığının düştüğü hali resmediyor. Filmdeki herkesin fakirliği, pisliği, tükenmişliği, günümüz insanının ruhunun durumunu ifade ediyor. Etrafımızdaki bu kadar savaşa, katliama, fakirliğe, açlıktan ölen insanlara rağmen mutlu olmak için çaba sarfediyorsak aslında insanlığımızdan bir şeyleri de kaybediyoruz demektir. Filmin başrolünde oynayan Guy Pearce’ın canlandırdığı Eric karakteri hayata karşı bütün inancını kaybetmiş. Aslında hayat derken insanları kast ediyoruz. Eric’in bütün bu kovalamacaya karışmasının sebebi eski püskü arabasının çalınması. Peki bu araba Eric için niye bu kadar önemli? Bu sorunun cevabı filmin finalinde veriliyor. Ve o finali seyrettiğinizde göreceksiniz ki, neyi kaybederseniz kaybedin sevgiye verdiğiniz değer asla azalmıyor. Sevgi kimden gelirse gelsin. İnsanlığı tasvir ederken birçok şey söylenir, konuşabilmesi, düşünebilmesi, sosyal bir yaşamı olması, bilim ve ilim üretmesi ama bence en büyük farklılığı bilinçli olarak sevebiliyor olması ve buna duyduğu ihtiyaç, insanlığın en belirleyici unsuru. Bütün yozlaşmışlığımıza rağmen bu ihtiyacımız kaybolursa, yani sevgiye önem vermezsek işte o zaman biteriz. Guy Pearce birçok filmde başarılı performanslar göstermiştir ama bu filmde bir başka. Hani Oscar için yarışsa benim Oscar’ım onun olur. Öyküde saf Rey’i canlandıran Robert Pattinson ise beni çok zorladı. Genel itibarıyla performansı beğenilecektir ama aynı Leonardo Di Caprio’da hissettiğim şeyi onda da hissediyorum. Kendini iyi oyuncu olmak için o kadar zorluyor ki performansı hep bir sunilik taşıyor. Ne yazık ki oynadığı hep belli oluyor. Bu konuda Guy Pearce ile Robert Pattinson’u filmde karşılaştırmalı olarak izleyin. Doğal bir yetenek ile zorlama başarının arasındaki farkı göreceksiniz. Buna rağmen Pattinson’un da en iyi filmi olduğunu söylemeliyim The Rover’ın. Cannes’da yarışma dışı olarak gösterilen filmi kaçırmamanızı öneririm. Biraz zorlayıcı bir film ama bu kadar zorlanmaya da ihtiyacımız var. Yoksa farkındalığı nasıl sağlayacağız?
FİLMİN KÜNYESİ
Filmin orijinal adı: The Rover
Yönetmen: David Michod
Senarist: Frank Cottrell Boyce
Oyuncular: Guy Pearce, Robert Pattinson, Scoot McNairy, David Field
Yapım: 2014, İngiltere, Avusturalya, 116 Dak.