Zerre’nin başrol oyuncusu Jale Arıkan yaşadığı Almanya ile ülkemiz insanı arasındaki farklarla ilgili önemli tespitlerde bulundu. Türk insanının duygusal yapısının ve bunu yaşamadaki yoğunluğunun bazen yorucu olabildiğini belirtti.
Bu hafta vizyona giren Zerre filminin başrol oyuncusu Jale Arıkan Almanya’da yaşayan bir isim. Altı yaşındayken Almanya’ya göç eden oyuncu Türkiye’de çalışmaktan çok memnun. Zerre filminde ekonomik zorluklarla boğuşan ve çocuğuyla ayakta kalmaya çalışan genç bir kadını canlandıran Arıkan Türk insanının duygusal yapısına dikkat çekti. Son bir yıldır dizi ve sinema çalışmaları yüzünden türkiye’de kalan Arıkan bu duygusal yoğunluğun kendini yorduğunu da söyledi. Zerre gerçekçi, dramatik bir film ve yönetmen Erdem Tepegöz’ün yeni filmleri için bize umut verdi. Filmin bu yönü dışında Jale Arıkan’ın dışardan bakış açısıyla yaptığı tespitler de önemliydi.
Senaryoyu okuduğunuzda ilk dikkatinizi çeken ne oldu?
Zeynep karakterini bu kadar yakından, bu kadar arasız seyretmemiz beni çok etkiledi. Oyunculuk açısından performansı da ona göre yapmak gerektiğini düşündüm. “Bu zor bir şey” dedim kendi kendime. Ama nasıl yapabileceğimiz konusu da çok ilgimi çekti, hep seyrediyoruz çünkü kadını. Bir de hep böyle bir şeyi oynamak istemişimdir, İngilizce “On the run” denir. Hep bir şeyleri yakalamaya çalışır, hep bir şeylerden kaçar, hiç vakit yetmez. Hayatta da öyle zamanlar hepimiz yaşamışızdır. Koştururuz, koştururuz, yine de zaman yetmez. O ruh hali beni ilgilendirmiştir hep. Düşünmeye vakit olmaz ya olayların arasında, çoğunlukla kötü olaylar olduğu için bu tecrübeyi yaşarız. Ama kötü olayları bir tarafa bırakırsanız o tecrübeyi yaşamak çok büyük bir şey diye düşünüyorum.
Oynadığınız karakterin çok benzerleri var aslında Türkiye’de. Tren istasyonlarına gittiğiniz zaman sabah inen temizlikçi kadınlar mesela aynı karakterlerdir. Ama sizin karaktere verdiğiniz renk biraz rolü farklılaştırıyor. Ekonomik olarak alt seviyede ama sosyal olarak daha üstte duruyor. Bunu nasıl yaptınız, sizin doğal etkiniz miydi, yoksa hazırlanırken buna özellikle mi dikkat ettiniz?
Tabii ki biraz doğal etkim oldu ama bir düşüncem vardı Erdem’le de (Tepegöz) paylaştık, fakir olduğu için, cahil olması da gerekmiyordu. İlla üniversiteye gitmiş olması şart değil. Zeynep gibi olanları biz tanımayız sokakta. Onun o şekilde fakir olduğunu bilemeyiz. Normal bir orta sınıf insanı gibi. Biz Tarlabaşı’nda çekim yaparken öyle insanlar geldi ki o sokaklara ve öyle evlere girdiler ki ağzım açık kalıyordu. Ben onu Taksim’in öbür tarafında görsem, Beyoğlu’nda görsem düşünmem ki, dikkatimi bile çekmez. Zeynep de böyle birisi ve o grup da böyle; düzgün insanlar.
Filmde belki biraz anlattığı derttten dolayı dilinde sanki biraz Rus sineması etkisi, sanki Doğu Bloku’ndan bir renk var. Türk sinemasında bunu aslında çok fazla görmedik. Buna dikkat ettiniz mi?
Sizden ilk defa duyuyorum. Rus sinemasını da çok bilmem. Erdem Prag’da okumuş galiba belki onun etkisi olabilir.
Bildiğimiz kadarıyla 15 yıl Almanya’da yaşayıp sonra buraya geldiniz.
Ben altı yaşındayken Almanya’ya göç ettik. Orada büyüdüm, okulları orada bitirdim, orada oyunculuk yaptım. Bir ara gelmiştim İstanbul’da iki, üç film oldu, sonra İstanbul’da kalmamaya karar vermiştim, geri döndüm, Amerika’da yaşadım, bir buçuk iki seneden beri buralardayım.
Bunu sormamın sebebi şu, bu filme gelene kadar Türk halkının sosyal yapısından uzak kalmışsınız çok da içinde değilsiniz. Bu film ise tamamıyla içinde olmayı gerektiren bir film bu handikapı nasıl aştınız?
Bunu anlatan oyuncu değil, bunu film anlatacak. Bilmem şart değil çünkü Zeynep de bilmiyordur kendi dünyasının dışında ne olup bittiğini. Ben oyuncu olarak ancak Zeynep’in ruh halini yakalamaya çalışırım onun için de illa aynı şeyleri yaşamak gerekmiyor. Daha önce söylediğim gibi benim de hayatımın zor zamanları olmuştur, benim de hayatımda arka arkaya on gün huzurlu yatamadığım, uyuyamadığım bir koşu içinde olduğum, bir şeyleri merak ettiğim zamanlar olmuştur. O zamanlarda hissettiğim şeyleri hatırlamaya çalışıyorum, o zamandaki hayatımın enerjisini, dinamiğini yakalamaya çalışıyorum ve ondan sonra senaryoda yazan, Zeynep’in yaptıklarını yapıyorum. Böyle bir çalışma yapıyorum ama sosyal açıdan, toplumsal açıdan bildiğim fazla bir şey yok.
Türk sinemasında kadın odaklı filmlerin çok az olduğunu söyleriz. Yurtdışında da böyle mi?
Galiba bütün dünyada biraz böyle, değil mi? Onun için bu film çok büyük bir şans. Erdem’e de “Böyle filmler yapılmıyor” dedim.
80 döneminde Türk sinemasında feminizmin etkileri vardır, hem yönetmenler, hem de Müjde Ar, Nur Sürer gibi kadın oyuncular açısından bu çok net görünür. Fakat 2000 sonrası bu anlamda sinema sakatlandı, özellikle kadın oyunculuklar çok geride kaldı. Buna katılıyor musunuz, Türk sinemasına hiç bu gözle baktınız mı bir kadın oyuncu olarak?
Daha önce bu konuda düşünmedim ama şimdi siz anlatırken düşünüyorum evet sanki eskiden daha güzel ve büyük bir fikri taşıyan, derdi olan, bir şeyler anlatan kadın karakterleri vardı değil mi? Mesela Müjde Ar’ın Afife Jale’yi oynadığı film vardı. Bilemiyorum. Sadece bildiğim tek bir şey var böyle şeyler yüzde yüz sadece erkeklerin sorunu olmuyor, yani kadınların da bir katkısı var. Bilmiyorum kadınlar da anlatmak istedikleri olaylardan enerjilerini mi geri çektiler, daha değişik bir dünya sinemasına mı uyulmaya mı çalışılıyor, Hollywood’da daha iyi giden konular mı bizi etkiliyor?
Kariyeriniz burada mı devam edecek…
Öyle bir kararım yok. Nerede ilginç işler çıkarsa oraya gitmek istiyorum. Esasında tabii ki İstanbul’da olmak, burada yaşamak ve çalışmak benim için çok güzel bir dönem, her zaman yapmak istediğim bir şey. Günün birinde böyle yapacağım diye bir planım vardı. Ne de olsa memleketim… İstanbul’a geri gelip burada bir müddet yaşamak, kendi köklerime sahip çıkmak, onları içimde yine bulmak ve o hisleri yaşamak çok güzel bir şey. Değişik roller veriliyor burada bana o da çok güzel bir şey. Daha anlatılacak çok şeyler var. Türkiye’de anlatılacak çok kadın konuları var. Benim elimde de var, bakıyorum da etrafıma, aklıma çok şeyler geliyor.
Senaryo yazıyor musunuz?
Yazmıyorum da bazen not alıyorum treatment olarak.
Aslında sinema yönetmen sanatıdır, oyuncuyu yönetmen yönlendirir, hikayeyi seçer, onu kendi bakış açısına göre yorumlar ve yansıtır, siz onun elindeki enstrümanlarsınız. Sizin yolunuzda yönetmenliğe doğru bir gidiş olabilir mi?
Bilmiyorum, olmayabilir de çünkü yönetmen bütün bir dünyayı uzaktan bütünüyle görüyor, doğal olarak benim karakterimde pek o yok, ben daha çok tek bir şeye derinine kadar bakıyorum. Senarist olmayı daha fazla düşünebilirim. Bir hikayeyi yazmayı, karakterleri geliştirmeyi düşünebilirim. Çünkü orada da derinine iniyorsunuz, onu daha fazla içimde bulabiliyorum. Yönetmenlikte çok şeyi birden görmek lazım o da benim yeteneğimin dışında bir şey diye düşünüyorum.
Sinemamızda bu tür dertleri olan filmlerin izleyiciyle buluşmasında problem var. Bu aslında ne izleyiciyle ne de sinema endüstrisiyle ilgili bir problem biraz toplumsal bir durum. İzleyici bu filme geldiğinde diğerlerinden farklı ne bulacak veya izleyici bu filme niçin gelsin sizin yorumunuza göre?
Valla iyi soru, bilmem ki. Yani biraz da iyi bir film olduğu için gelmeli ama tabii ki izleyici böyle düşünüyor mu? İzleyici bir filme gitmek için illa filmle alakalı olmadan karar veriyor. Filmi seyretmemiş oluyor, filmin reklamından öğreniyor kim olduğunu, kimin yaptığını, ödül alıp almadığını. Bu seyirciyi sinemaya getirebilir. Seyrettikten sonra neden beğensin mesela değil mi? Çok iyiyse belki bir saatliğine veya birbuçuk saatliğine seyirci Zeynep’le beraber, Zeynep’in o hayat koşusuna girebilir ve sinemadan çıktıktan sonra belki sahiden iyiyse filmimiz “Birbuçuk saatten beri başka hiç bir şey düşünmedim sadece bu kadının yanında koşturdum. Üf yoruldum” diyebilir.
Sinema hem sanat, hem eğlencedir ve bir çok sanat dalını da içinde barındırır. Sinemada sizi en çok etkileyen şey nedir?
İşte bu anlatmaya çalıştığım şey. Beni alıp götürüyorsa başka bir dünyaya ve o karakterler gibi ben de oradaysam, kendi hayatımdan çıkıp o hayatı bir şekilde yaşamışsam, biraz bir şeyler hissetmişsem, bir şeyin kokusunu almışsam, o işini yapmış demektir bence.
Bu film için bunu söyleyemez miyiz?
Bence söyleyebiliriz. Çok atmosferi olan, çok alıp götüren bir hikaye diye düşünüyorum.
Türkiye’de film çekmek, veya Almanya’da, Amerika’da film çekmek arasında bir fark gördünüz mü?
Tabii ki arada farklar var ama daha iyi, daha kötü diye düşünmüyorum. Değişiklikler var ama hepsinin de daha iyi olan tarafları var.
Diğerleriyle karşılaştırdığınızda burada sizi en fazla etkileyen şey ne oldu?
Genel olarak İstanbul’da, çalışma hayatında, sette, hikayelerde, insan ilişkilerinde beni en çok etkileyen şey insanların daha hislerine yakın yaşaması. Tabii ki Almanya’da bu biraz daha değişik, daha iyi demek istemiyorum çünkü beni etkiliyor başka bir toplumdan geldiğim için. Ama ikisinin de değeri var, ikisi de mühim, sadece bir tarafa gitmek çok zor, tamamen hislerinizle yaşamak da çok yorucu bir şey, çok zor. Bence esasında iki toplumun birbirine vereceği çok şey var ve biraz da deniyorlar Almanya’da iki toplumun bir aradalığını. Almanlar’ın o soğukkanlılığı da zor tabii. Filmlerde bazen iyi olmuyor, insanlar sıkılıyor seyrederken.
Almanya’da bir de Türk yönetmenlerin, Türk oyuncuların açtığı bir dal var. O Türk sinemasının bir dalı mı yoksa Alman sinemasının bir dalı mı çok da belli değil, aslında ikisini de içinde barındırıyor. Bunun içinde misiniz ve bunun etkisi nasıl?
Tabii arada sırada içinde oluyorsunuz. Almanya’da yaşıyorum bazen bana da teklifler geliyor. Güzel şeyler de yapılıyor ama tabii konular Türkiye’de yapılan filmlerden değişik, onun için arada sırada yapmakta sorun yok ama sadece o konular çok derine gitmiyor diye düşünüyorum. Mesela burada birbuçuk seneden beri oynadığım karakterler Almanya’da olmaz. Zerre de olmaz, Veda dizisindeki karakter de olmaz ama bunlar benim için çok değerli karakterler, kendi varlığımla, kendi kökenlerimle, geldiğim yerlerle ilgili olan karakterler. Beni kendi derinliğime götüren, toplumun derinliğine götüren karakterler.
Burada Oyuncular Sendikası’na üye misiniz?
Yok değilim. Kötü bir şey.
Sinemanın kendine ait değerleri var, televizyonun kendine ait değerleri var, oyuncuya kattığı maddi, manevi farklı özellikleri var ama televizyon sisteminin de şikayet edilen bazı noktaları var. Bölümlerin çok uzun olması, çalışma şartlarının ağır olması gibi. Almanya ile karşılaştırdığınız zaman büyük farklılık var mı?
Acayip farklılık var. En büyük farklılık herkesin dediği gibi 90 dakikayı bir haftada yetiştirmek. Tam da anlamış değilim neden illa yapılması gerektiğini Türkiye’de. Ne Amerika yapıyor, ne Almanya yapıyor. Hele Amerika’da adamların 40 senelik dizi yapma tecrübesi var, herşey artık oturmuş yerine, en rahat aslında Amerikalı yapabilir ama yapmıyor. Biz burada sistemi tam oturmamış bir düzende 90 dakika çıkartmaya çalışıyoruz, yani bir sinema filmi yapmaya çalışıyoruz aslında. Tabii ki sabah akşam herkes çalışıyor.