Uzun Hikaye Osman Sınav’ın Mustafa Kutlu’nun aynı adlı romanından uyarladığı ve şimdiye kadar sergilediği sinemacı kimliğinin dışında bir üretim.
Dikkat çekici oyuncu kadrosu ve yönetmenin tercih ettiği dil açısından da ilginç bir yapım. İlk seyrettiğimde bir televizyon dizisi olsa daha uygundu diye düşündüğüm film gün geçtikçe sinema olarak da değerli gözüktü bana. Herşeyden önce bu tür filmler yurt dışında da çok çekiliyor. Hafif İtalyan sinemasını andıran ve içinde nostalji barındıran filmin romandan uyarlanması önemli tabii. Her yönetmenin ve senaryo yazarı için zordur uyarlama film. Çünkü önünüzde beğenilmiş binlerce insan tarafından okunmuş bir roman vardır. Hem bu romanı okuyanların beklentilerini karşılayacaksınız hem de sinemanın gereğini yapacaksınız, bir de üstüne kendi kimliğinizi koyacaksınız. Osman Sınav filmi roman severleri tatmin edecek şekilde çekmiş. Kendi sinemacı kimliğini işleyebilmiş mi orası biraz muallakta. Filmin ana karakteri Bulgaryalı Ali. Dedesiyle Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden Ali idealist bir gençtir. Mahallesindeki yazlık sinemanın sahibinin kızına aşık olur. Fakat aile kızı vermek istemez. Bunun üzerine filmde de ilerleyen hikayenin birçok yerinde göreceğimiz gibi Ali kendi yolunda gider ve kızı kaçırır. Hem sevdiği insan üzülmesin diye hem de özgür bir yaşama kavuşmak için kasaba kasaba dolanır ali. Tren yolunda iş bulmak ister. Fakat dik başlılığı ve doğrucu tavrı buna engel olur. Ali çok çalışkandır. Haksızlıklara tahammül edemez ama verdiği emek ile iş arkadaşlarının sevgisini kazanır. Otorite ise kirlidir. Hırs ve açgözlülük her yanı sarmıştır. Zaten Ali bu sebeplerden dolayı otorite ile hiç bir zaman uzlaşamaz. Ali karısı ve oğlunun uzayan hikayesi filme damgasını vurur. Ali’yi canlandıran Kenan İmirzalıoğlu’nun çok kendine has bir rengi var. Hangi rolü oynarsa oynasın canlandırdığı karakterin arkasında hep İmirzalıoğlu’nu görebiliyorum. Bu filmde de aynı şey söz konusu. İdealist, aydın, emekçi kimliğinin arkasında sanki eski İstanbul kabadayılarının ruhu dolaşıyor Ali’nin, sinirinin yanında yumuşak tavrı Kenan İmirzalıoğlu’nun elinde neredeyse psikopat bir kişilik yaratıyor. Kendisine haksızlık yapan otoritelere gülümserken her an yumruğu patlatacakmış hissi veriyor. Ali’nin eşi Münire’yi ise Tuğçe Kazaz oynuyor. Farklı tipiyle beyazperde Tuğçe Kazaz’ı seviyor, sinemaya yakışıyor ama derin bir kabiliyet yok onda. Halbuki filmde Ali’nin oğlunun sevgilisini oynayan Damla Sönmez yine harikalar yaratıyor. Minyon ama seksapeli yüksek fiziğini bakışlarındaki karanlıkla tamamlıyor. Her oynadığı role bir masumiyet ve çapkınlık katıyor. Yan rollerde ise muhteşem isimler var. Altan Erkekli, Güven Kıraç, Zafer Algöz, Cihat Tamer, Mahir Günşıray, Mustafa Alabora, Şener Kökkaya, Osman Alkaş, Cengiz Bozkurt, Mustafa Üstündağ say say bitmez yani. Bu arada filmin süresi bayağı uzun ama böyle bir hikaye 90 dakikaya sığmazdı zaten. Filmin bütün nostaljisi içinde çok sağlam sosyal mesajının da olduğunu söylemeliyiz. 1940’lar ile 1970’ler arasında geçen bütün hikayeler şaslon olarak günümüze de oturuyor. Yani dönem filmi olması asla filmin güncelliğine zarar vermiyor. Herkese iyi seyirler diliyorum.