Banu Bozdemir

Erdem Akakçe oyunculuğa yakışan oyunculardan… Sinemada izlemekten keyif aldığım, hatta daha fazla filmde olmasını düşündüğüm bir oyuncu. O yüzden dizilerin bittiği, sinemaların yeni yeni setler kurduğu ıssız bir yaz gününde görüştük kendisiyle… Yeni projeleri elbette var ama bu röportaj geçmişten gelip bugüne çarptı, tıpkı tiyatro gibi… İy okumalar…

Çocukluktan ne yapılacağına karar verilmiş bir seçim mi sizinki? İlgi alanları bir hayli geniş… Oyuncu, şarkıcı, çalgıcı, dalgıçlık, stand up…
Ben hobileri olan, oyunculuk okulundan mezun bir adamım. Hobilerim arasında dalmak da var, tamamen terapi amaçlı yazmak çizmek de var…. Kendimi terapi etmek adına… Oyunculuğa olan ilgim kendimi bildim bileli var. Hep bir tiyatro kolunda falandım ama bunun benim tiyatroyu seçmemle ilgisi yok. Daha da bilinçlendiğim zaman ben oyuncu olmalıym dedim.
Ankara’da mı oturuyordunuz?
Evet Ankara’da oturuyorduk, ailem hala Ankara’da… Evet Ankara’da da oturuyoruz.
Bir oyuncu olarak buraya gelmek durumunda mı kaldınız?
Braz öyle tabi.. Ekmek burada dediler, taşı toprağı altın dediler (gülüşmeler) geldik… Hala bakınıyoruz… Ben 1998’de geldim, sonra gittim, 2000’de bir daha geldim.
Gelir gelmez neler oldu?
Gelişim spesifik oldu aslında. Genco Erkal bir oyun için seçim yaptı, ben seçimi kazandım. Yalınayak Sokrates adlı oyunda oynamak üzere geldim. Oyun bittikten sonra Ankara’ya döndüm. Sonra askerlik falan… Sonra yine geldim, Genco abi başka bir oyun yapıyordu, bana oynar mısın dedi. Sekiz yıl Dostlar Tiyatrosu’nda çalıştım. Sonra ben vizyonumu genişletmek istedim.
Sadece tiyatro mu vardı o zamanlar?
Evet. Ne kadar idealist olduğunla doğru orantılı aslında. Neyle yetindiğinle. Bana yetiyordu o dönem tiyatro. Belki şimdi olsa yine de yeter. Sonra bana bir diziden teklif geldi. Ama hep tiyatro damarından beslenen bir adamım. Son iki yıldır bir şey yapmıyorum. Biraz motor ısındı galiba benim, iki yıl ara vereyim dedim. Tiyatroda kendi istediğim bir şey olursa yapmak istiyorum… Kendi istediğim çok şey var da… Başka bir düzlemde yapabilirsem yapacağım. Dünyadaki tiyatro bakışı da değişti, izleyici de değişti… Ben de değiştim oyuncu olarak.
Dünya tiyatrosunu takip edebiliyor musun peki?
Kendimce ediyorum. Tiyatronun geleceğinden çok geçmişiyle daha alakalı bir adamım. Dünyada geçmiş tiyatro modellerini de okuldan beri okuyoruz. Ama neo tiyatro, modern tiyatro gibi bir şeye çok da inanasım gelmiyor. O başka bir şey. Tiyatro kendini update eden bir şeydir ama tiyatro tiyatrodur yine de… Dünyanın en eski sanatlarından biri, bunu değiştiremezsin. Galiba özümüzü kaybettik. Ülkemizdeki tiyatro gidişatı olarak da öyle.
Bir yandan da eski tarz oyun sahnelemesinden insanların sıkıldığı, seyircinin gitmediği söylenir…
Ne dediğinden çok, nasıl dediğin çok önemli. Bu da günümüz dünyasında pazarlama ve stratejiye denk düşüyor. Bunu yapmanın yolu da galiba şimdi yapılan yol değil. Çünkü ortak bir şikayet var. Gidilmiyor, evet bu değil. Başka şeyler denenmeli o zaman. IQ’lar arasında da gelirler arasında olduğu gibi büyük farklar var artık. Ya çok zeki insanlar var ortalıkta ya da çok az zeki… Ortadirek olmadığı gibi o da yok artık. İki tane kesin sınıf var. İzleğimiz buna göre olmalı. Ya çok kısıtlı bir akılla kısıtlı bir zümreye hitap edeceksin, ya da düşük bir sanatsal algıyla daha geniş bir kesime hitap edeceksin. Bu cümlemden de herkesin ucuz ve aptal işleri sevdiği yanılgısı çıkmasın. Ya Recep İvedik olacaksın bu ülkede , ya da başka bir yoldan gidip festival oyuncusu ya da yönetmeni… Yani sanattan ne anlıyorsan o… Çünkü iki efendiye birden hizmet edilen günler çok geride kaldı. Ya popülist olacaksın ya da idealist. İdealist olursan çürüyerek öleceksin, popülist olursan için çürüyecek ama ölmeyeceksin. Her tercih bir vazgeçiş çünkü. Şahan (Gökbakar) bizim okuldan mezun bir arkadaş. Bu saatten sonra kendi kitlesine Hamlet ne kadar izlettirir ben merak ediyorum. Kim ya da bunu ne kadar umursar o konuda biraz şüphelerim var. Belki de ileride bir şey yapar da yanılırız. Bir yöne yaslanmak lazım. Bugün tavını tutturduğunu söyleyen herkes o durumda ilerliyor. Bir yere yaslanıyor ve oraya yaslanmaya devam ediyor. Benim ayrımım şurada ortaya çıkıyor sanırım. Ben bütün duvarlara yaslanarak besleniyorum, oyuncu olarak. Her şeyden biraz tatmalıyım diyorum.
Deniyorsunuz yani…
Evet, mesleğim adına deniyorum. Oyuncu olarak kendimi ve tepkilerimi nasıl geliştirebilirim. Daha ne kadar yaşanmışlık katabilirim. Ben bunlara takılıyorum. İşin çok artistik yönündeyim. Parasal yönüyle ilgilenmemişim.Ama bu yöne kafayı çevirmek gün geçtikçe zorlaşıyor. Üzerine gelen gerçekler gün geçtikçe netleşiyor, karanlıklaşıyor ve senin de hakketen bir yere yaslanasın geliyor bir yerden sonra…
Evet zorlayıcı bir düzlemde ilerliyor aslında her şey? Başladığın yolda bulamayabilirsin kendini?
Mutlaka her şey olabilir. Ama şu an benim bulunduğum yerden öteki tarafa geçmem ne kadar sıkıntılıysa, onun da bu tarafa geçmesi… Şahan’ı da örnek olarak verdim bu arada. O tarzda giden insanlar içindi aslında… Kimsenin sahip olamadığı bir derdi var. Ben komedi oynasam diyebilirim kendime… O tarz işleri benimsemiş insanlar ağır bir dram oynasaydım diyebilirler… Halbuki bütün büyük resimde oyuncu olmak, bende karşılığı çok başka olan bir şey. Bayağı bir keşif serüveni… Oyunculuk elim ayağım tuttuğu sürece bitmeyecek bir şey zaten. Başka bir vizyona yöneltiyor hem de heyecan yaratıyor sende… Ne kadar birbiriyle alakasız işler, o kadar zengin bir yelpaze demek.
Sinema oyunculuğu nasıl bir keyif peki?
Çok keyifli. Sinemayla çok yeni tanıştım aslında. 2003 yılında. Az zamanda çok iş yaptım. (gülüşmeler)
Bana da daha fazla filmde yer almalıymışsın gibi geliyor?
Belki ama seçicilik de fazla oluyor sinemada. Vaktim yok kusura bakmayın diyorsun, ücrette anlaşamadık diyorsun. Dizide biraz daha özensiz bakıyorum olaya. Yani sinemaya gösterdiğim özeni gösteremiyorum. Fast food bir durumu olduğu için ne gösterdiğin özenden bir şey anlıyorsun ne ekip bir şey anlıyor derken iş bitiyor zaten. O dünayay ait başka bir etik modeli çıkarman gerek ortaya. Öğrendiğim ve bildiğin kalıplarla ilgisi yok çünkü dizilerin. Kişisel bir model olduğu için genelde karşıdakine uymuyor. Bu anlamda iştahlanarak hazırlandığım bir iş olamıyor diziler, kısa soluklu olduğu için.
Ama hayatın gerçekleri de orada? Para kazanmanın yolu…
Doğru haklısın. Parası iyiymiş diyorsun, en iyi ihtimalle kulak arkası yapıyorsun, üç ay sonra unutulup gidiyor sonuçta…
Unutulup gitsin mi istiyorsun diziler? Ama senin bir dizin var ki hala hatırlanıyor?
Biz Size Aşık Olduk, evet. Ağa dizilerinin furya olduğu dönemde ortaya çıkmış tek şehirli diziydi. Belki bir kesime ki, o kesim o aralar çok fazlacaydı, bayağı birebir hitap eden bir diziydi. Unutulması değil elbet istediğim, unutulmaması üzerine işler çekilsin. Ben de evimde Sopranos gibi dizebileceğim Türk dizileri olsun istiyorum. Şimdi ne yapayım ben Asmalı Konak’ı mı dizeyim ben evime… (Gülüşmeler)
Sinemaya başlaman Kolay Para ile oldu, oradan bir giriş yapalım oynadığın filmlere…
Ben pek onu ilk film sayamıyorum. Orada hoşgörüsüzlük ve iyiniyetimi suistimal gibi bir durum olduğuna inandım. O yüzden yani. Galaya çağrılmadım, afişte adım yoktu. Bunun karşılığı bu olmamalıydı. Anlat İstanbul daha ciddi benim için o yüzden. Daha şaşaalı, bir de benim daha lezzet aldığım bir iş yani. Yani sinema ne güzelmiş dedim…
Arkasından Ara geldi, çok güzel bir filmdi. Şehir hayatının açmazları, yaş bunalımlarıyla birleşince ortaya çıkan o zorlayıcı hale bayıldım… Senin için de önemli bir film sanırım…
Korkuyorum Anne’de çok kısa bir rolüm vardı, hademeyi oynamıştım Onu da söylemeden geçmeyeyim. İlk başrolüm Ara. Ben böyle işleri izlemeyi sevmesem de oynamayı çok seviyorum. Köşeli bir film, kend içinde söylemi bayağı sert. Ben o döneme de çok yakınım. Yaş olarak çevre olarak da. Brçok insanın maddesel yükseliş ama ruhsal çöküşüne tanık omuş bir adamım. Beni enterese etti film yani.
Sen peki buna benzer bir savrulma, başkalaşım, yabancılaşma hali yaşadın mı?
Hiçbir hesabım olmadı, ben de maalesef hep ruhsal bir yükseliş oldu. Ama bundan da hiçbir zaman şikayetçi omadım.
Şikayetçi olunacak bir durum değil zaten. Ara’yla devam edersek farklı ve anlaşılmadığı için arafta kalmış bir film olduğunu söyleyebiliriz…
Tam da suratına bir film çünkü. Birebir karşılaşınca o halle bünye reddediyor. Çünkü insan hep yanındakine bir şey olmasını sever. Komedi de tragedyada oradan çıkar. Sahnedeki adam kendisi o duruma düşmediği için gülünen adamdır. Hayattır bu, bu kadar basittir. O da öyle aslında. Geçmişinle ilgili çekincen ya da hesaplaşman yoksa seviyorsun o filmi. Tek mekanda geçmesi soyutladığı kadar gerçeğe bir o kadar da yaklaştırıyor aslında. Bu da bayağı bir röntgenci kafası aslında. Baktığında gördüğün şeylerin bir kısmını yaşamışsan kafayı çevirirsin yani, doğaldır…
Türkler Çıldırmış Olmalı tüm bu oyunculuk halleri içinde biraz dışarıda mı kalıyor ne? Önce niye oynamışlar ki diyorsun (Ruhi Sarı içinde düşünmüştüm), sonra da iyi ki oynamışlar diyorsun…
Ben oyuncuyum, bu da bir rol. Bir oyuncu olarak benim görevim bana yakın gelen keyif aldığım işlerde yer almak. Bir de ben hiç avantür komedide yer almadım, görmek istedim. Macera komedide rol almak nasıl oluyor. Çok yorucu ama çok keyifli. O ekiple hala görüşüyoruz, çünkü 15 gün asker kıyafetleri içinde ormanda yaşadık. Güzel anılarım var. Benim bunu normal şartlarda yapmam için hem Amerikan vatandaşı olmam , hem asker hem de Irak’a gitmem lazım. Niye yapayım ki ben bunu? O yüzden her türlü zenginleşmeye açığım, o konuda kafam rahat.
Gölgesizlerde de rol alman Ümit Ünal’la bir sinerji yakaladığın anlamına mı geliyor?
Ben Ara’dan sonra Ümit abiye senin yapacağın her işte oynarım dedim. Para pul da çok önemli değildi. Çok iyi bir adam, yönetmen. Çalışması o kadar kolay bir yönetmen daha tanımadım yani. Çok pozitif. Sete ve oyuncuya olumsuz bir müdahalesi yok. Çağan’da da (Irmak) bu var. Yücel Yolcu da öyle. Bu adamlarla çalışmayı seviyorum ben o yüzden. İki taraflı katkıyı da çok seviyorum. İştahlı gidiyorum sete. Bunu sağlayan her yönetmen benim için idealdir.
Karanlıktakiler’e gelirsek… Egemen’in annesine yaptığı işkencelere bir hayli gülümsedim. Egemen’le çok özdeş bir durumun var, yani uymuşsun sen o role…
Çağan’da (Irmak) genelde fizik gözünün önüne geliyormuş, Issız Adam’da da öyle yapmış. Sonra hikaye aklına geliyormuş. Biraz beni düşünerek yazmış Egemen’i. Ama çok zordu Egemen’i oynamak. En zorlandığım rollerden biri oldu. Meydan savaşı gibi. Referans alabileceğim kimse yoktu. Ben öyle tuhaf metodlara, derin konsantrasyonlara inanmayan bir adamım. Neysen osun. Bu anlamda benim baktığımda gördüğüm hiçbir Egemen yoktu yani. Biraz soluksuz kaldım. Çok gülemedim ben sette kendi payıma. Bitmesi bile büyük keyifti.
Egemen karakteriyle bir de ödül aldın bir de galiba…
Evet Nünberg’de En İyi Erkek oyuncu ödülünü aldım. Ama Türkiye’de olmadı. Annem ‘Türkiye’de seni anlamıyorlar oğlum’ dedi. Adaylıklar oldu ama…
Adana Film Festivali ertelendi birtakım sebeplerden dolayı… Sinema sence sadece eğlence midir?
Bunun sinemanın aksettiriliş durumuyla alakası var. Evet öyle görünüyor, dünyanın herhangi bir yerinde kara bir gün yaşandığında bütün etkinlikler erteleniyor. Bütün saygımla bunun yanlış bir karar olduğunu düşünüyorum. Sinemayı çok seven bir adam olarak sinemanın eğlenceden fazlası olduğunu düşünüyorum. Tam da Gazze olayları olduğu gün, dünyada gösterilmesi gereken filmler olduğu kananatindeyim. Doğru film, söyleyecek sözü olan adamlar tarafından yapılır. Derdin varsa film yaparsın ve bu insana özgüdür. Hollywood diye bir alan bunu eğlenceleştiren. Aslında ben çok severim Hollywood filmlerini. .
Türk sinemasının gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence yakın geçmişe dair yapılacak o kadar şey var ki? Orada bir cevher yatıyor. Umarım yeni yönetmenler biraz daha fazla oralara girerler.
Tiyatroda Çehov demişsin, sinemada kim dersin?
En çok sevdiğim yazarlardan biridir Çehov. Ama sinemada çok var. Ben bıçkın, ufak tefek bütün adamları severim. Al Pacino, Gary Oldman gibi hızlı hareket eden, serseri adamlara saygım var. Enerjisi yüksek adamları severim, çünkü oyunculuk çok yüksek bir enerji gerektiriyor.

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.