Ceren Bozoğlu sinemanın çeşitli yollarında karşımıza çıkan bir isim. Son filmi Bahtı Kara’da yeni bir tarz deneyen Theron Patterson’la çalışan Bozoğlu, doğaçlama tekniğiyle çekilen film için ‘arenada aslan önünde olmak gibi’ diyor… Bozoğlu ile yaptıkları ve yapmak istedikleri üzerine konuştuk…

Banu Bozdemir

Hayatınızda önce tiyatro var sonra diziler ve sinema var, önce oyunculuk serüveninizle başlayalım…
Benim oyuncu olmaya heves ettiğim şey önce sinema. Çok küçük yaşlarda bir Hollywood filmi izlemiştim, bir kadının hayatını anlatan. O anlamda o benim rüya kadınım oldu. Okul zamanlarında tiyato yaptım. Bir dönem hep tiyatro oldu. Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk Bölümü’nü bitirdim. Benim şansım şuydu. Oyunculuk ve sinema bölümü beraberdi. Kısa metrajlarda oyunculuk dışında her şeyi yaptım. İstanbul’a geldikten sonra tiyatro yaptım. Daha sonra ilk sinema filmin Semih Kaplanoğlu’nun Meleğin Düşüşü oldu. Aslında içiçe gitti. Sonuçta on tane oyunum, 14 tane de sinema filmim var.
Biraz oyuncuların kaderi bu. Sinema ve tiyatro çok tanıtıcı olmazken, televizyon daha ön planda oluyor hep…
Benim filmografimde en ticari görünebilecek The İmam, Kirpi ve Deli Deli Olma vardır. Bunlar da belli bir kalitenin üstünde olma iddiası taşıyan filmler. Diğerleri yönetmen sinemasına dönük, art house filmlerdi. O anlamda ordan bir popülarite beklemek zaten doğru değil. Bu işler butik işler.
Sizin tercihiniz mi, teklifler o tarz filmler çeken yönetmenlerden mi geliyor?
Popüler sinemanın bugünkü koşullarda ticaret yapmak üzerinden talep ettiği kadın oyuncu profili başka bir şey. Oradaki kadın oyuncuların rolü çok da oyunculuk gerektiren ya da hayatı başka bir yerden okumayı gerektiren işler değil. Orada daha çok kadınlar figüratif biçimde filmde şık fonlar oluşturmak üzere kullanılıyor. Bağımsız sinema üzerinden benim oynadığım karakterler hep farklı oldu. Bu konuda biraz inatçı davranıyorum Bir oynadığım şeyin diğerine benzememesi benim tek iddiam. O yüzden de birbirinden farlı 25-30 kadın çıktı şimdiye kadar.
Bahtı Kara gibi doğaçlama bir filmde rol almak nasıl bir deneyim?
Arenada aslan önünde olmak. Bunun dünya sinemasında örnekleri var ama Türk sinemasında bir ilk bildiğim kadarıyla. Ciddi bir prova süreci geçirdik karakterleri çıkarmak adına. Dramatürji toplantıları yaptık. Ama Yamaç’ın (Okur) ve Theron’ın (Patterson) elinde olan senaryo hala ben de yok.
Merak konusu mu hala sizin için? Bir senaryo var değil mi ortada?
Artık değil, filmi izledim çünkü. Sinema çok pahalı ve ciddi bir iş. O kısıtlı para çok daha kıymetli. Hiçbir yapımcının senaryoyu görmeden böyle bir riski almayacağını düşünüyorum. Almadılar da sonuçta. Müthiş heyecanlı ve kondisyon gerektiren bir işti.
Aslında çok prova edilmiş ve doğaçlama yönü belli olan bir film de aynı zamanda Bahtı Kara?
Provalarda ortaya çıkardığımız karakterler arası gerilimler, gerginlikler ve duygusal haritalardı. Biz karakterlerin coğrafyasına sahiptik ancak o karakterlerin o coğrafyada hangi fırtınada neye uğrayacaklarını bilmiyorduk. Theron’ın kurgulanmamış tepkiyle ilgili bir derdi var. Bu benim oyunculuk olarak da dertlerimden birisi. Bunun koordine edilmiş bir sinema setinde olması da şöyle bir adrenalin yaratıyor. Akan şey sinema filmi ve sinema filmi pahalı bir şey. Her seferinde kanınızın son damlasına kadar oynuyorsunuz. Yani her sahneyi ilk ve son defa oynuyormuş gibi. Bu da işin kalitesinde çok ciddi bir sıçrama yaratıyor.
Bahtı Kara’nın beğeni düzeyi çok farklı. Beğenen de var beğenmeyen de. Bu etkiyi neden yaratmış olabilir?
Bu çok subjektif bir durum. Bu film objektif bakılabilecek bir film değil. Deneysel çalışma bir anlamda. Soyut resim gibi. Son derece doğal. Son derece eğlenceli ve komik bir film. Seyirciye çok geçen ve bizden olan bir hikaye bu. Yönetmen de bunu sahicilik üzerinden anlatabildiği için başarılı bir film. Ama onun dışında alışılmış kadrajlar, alışılmış kurgu ve müzik bekleyen bir izlek için zor.
Sinemanın tarzı değişmeye başladı aslında. Köprüdekiler, İki Dil Bir Bavul, 11’e 10 Kala. Bahtı Kara’da bu yolun yolcusu biraz…
Bursa’daki ve buradaki gösterim farklıydı. Biz başka bakarız sektör olarak, seyirci başka bir yerden okur. Ama sonuçta da filmleri birbirimiz için yapmıyoruz. Bu noktada da seyirciye geçiyorsa başarılıdır. Ticari sömürü üzerinden bir şey yapmıyorsa ben katılsam da katılmasam da söylemek istediği sözü doğru, anlaşılır ve özgün bir dilde söylüyorsa doğrudur.
Erkeklerin ortasında kalan, kaybeden bir erkek topluluğunu ayakta tutmaya çalışan bir karakteri canlandırıyorsunuz…
Kadın da bir kaybeden aslında ama onları ayakta tutan tek temel direk. Bir biçimde Adnan’ın kendine ve aileye verdiği zarar sınırı aştığı noktada da müdahale etme cesaretine sahip olan tek karakter. Biraz vıdıvıdıcı. O sosyal ve sınıfsal tüm özellikleri üzerinde taşıyor. Biz erkek egemen bir toplumuz. Ama kadın bir yandan da bazen geri çekilerek, bazen duygusal şantajlarla olayları ele alıyor. Kocası onun söylediklerini biraz daha yüksek tansiyonlu gerçekleştiriyor filmde. Gerçek bir durumu işliyor, kadın vezir pozisyonunda tüm ülkeyi yönetir aslında.
Bu film Türk sinemasını yenileyici anlamda bir şey sunuyor mu?
Dünya sineması başka bir yere, insanların sinemadan beklentisi başka bir yere gidiyor. Hikaye anlatma sanatı başka bir yere gidiyor. Televizyon dizilerinde kendilerine hiç benzemeyen, lüks, fantezi şeyleri seyretmeyi tercih ederken, aynı oyuncuları ve benzer hikayeleri sinemaya koyduğunuzda gelmiyorlar. Bu çok ciddi paradoks. Para vererek geldiği bir yerden beklentisi farklı bir şey. İnsanlar artık kendilerini değiştirmeyen ve dönüştürmeyen şeyden zevk almıyorlar. Sinema başka bir şey söylemek zorunda.
Şu an Geniş Aile dizisinde bambaşka bir karakteri canlandırıyorsunuz…
Doktorlar dizisi çok uzun soluklu bir diziydi. Gençleri tıpta okumaya özendirdiysek ben gurur duyarım. Organ bağışıyla ilgili de Sağlık Bakanlığı’ndan bir plaket aldık. Televizyon etik olarak öğretici olmalı mıdır tartışılır ama olduğunda da böyle reel faydaları var. Star aktöre çok alışkın değiliz biz. Bu anlamda ondan sonra gelen rollerde benzerdi. Bu rolü kabul etmemin nedeni birincisi komedi olması. İkincisi Uykusuz yazarlarından Kamuran ve Cüneyt’in yazıyor olması ve Doktorlar’daki Gespato karakteriyle uzaktan yakından alakası olmaması. Kendimi de seyirciyi de şaşırtmayı seviyorum. Umarım hep seçim yapma şansım olur.
Dobra bir oyuncusun. Bunun sektördeki avantaj ve dezavantajları nedir?
Benim için insani hasletler anlamında konuşuyorsak ilk şey zarafettir. Zarafet olmadan bütün yapılan şeyler densizlik olur. Zarafet ve saygı olduktan sonra fikrini açıkça, mertçe dürüstçe, dobra ve Türkçe söylemekten sakınmanın gereği olmadığını düşünüyorum. Samimi, dürüst ve netseniz insanların daha çok aşkla bağlandığını düşünüyorum size. Bu zor yol, reddedilme olasılığı da fazla. Söylenecek sözü biriktirmek için cidden çok fazla emek gerekiyor.
Bir kitabınız çıkacak galiba?
Haziran ayında çıkacak, adı kesinleşmedi. Oyunculuğun püf noktaları benim kişisel anlamda yaşadığım serüvenler yer alıyor. Deneyimler yani. İlk set gününde neler yapmalısın gibi şeyler de var bunun içinde. Haddimi biliyorum, edebi anlamda bir değer atfetmiyorum ama pratik anlamda en iyi bildiğim şeyi oyunculuğu yazdım.
Oyunculuk eğitimine hizmet edecek bir okul açma hayaliniz de var sanırım…
Evet, kitap bunun ilk aşaması. Hikaye anlatma sanatını çıktığı yerde, o topraklar üzerinde yaşıyoruz. Fakat dünya ölçeğinde baktığımızda bizim hala bir dünya starımız yok. Dil problemimiz var. Spor yapan, sinema literatürüne hakim kaç oyuncu var diye bakmak lazım bizde. Ben bu anlamda bu boyutta ve kalitede oyuncu yetiştiren bir okul açmanın hayalini kuruyorum. Çalışmaları başladı ve devam ediyor. İki sene içinde gerçekleşecek gibi gözüküyor. Türk oyuncusunun dünya sinemasında yapacağı gerçekten çok şey var. Pratik zeka anlamında çok iyiyiz, duygu olarak da çok çabuk ulaşıyoruz teknik olarak. Bu ikisini doğru olarak birleştirip, dünyanın en iyi hocalarıyla çalıştırırsanız buradaki aktörlük malzemesinin dünyanın hiçbir yerinde olmadığını düşünüyorum.

 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.