Son Cellat filmindeki kambur cellat tiplemesi ile herkesi şaşırtan sinemamızın efsane ismi Kadir İnanır, filminin dramatik çekim öyküsünü anlattı. Çekimlerdeki yardımları için Amasya halkına teşekkür eden İnanır festivalde ödül almanın değil izleyici tarafından ayakta alkışlanmanın her şeye değeceğini söyledi. Kendine gelen projelerde dikkat ettiği en önemli hususun senaryoda toplumsal problemlere değinilmesi olduğunu söyleyen İnanır artık sadece bu tür projeleri kabul ettiğini belirtti.

 

Son Cellat’ta herkes tarafından itilip kakılan ve gördüğü baskılar sonunda cellat olmak zorunda kalan bir adamı oynuyorsunuz. Sizin filmografiniz de pek de rastlanmayan bir karakter.

 

Ben bunu bilerek seçtim. Oyuncu dediğin belirli çizgiler içine hapsolmamalı. Kendime meydan okudum diyebiliriz. Yönetmen Şahin Gök çok önceden bu projeyi bana getirmişti. Ama o zamanlar çok dolu olduğum için çekememiştik. En sonunda bir ara buldum ve beğendiğim bir proje olduğu için çekimlere başladık. İlk başta bana filmdeki savcı rolü oynamam teklif edilmişti. Fakat cellatın karakterini ilginç bulduğum için onu oynamayı tercih ettim.

 

Role hazırlanırken bir çalışma yaptınız mı?

 

Aslında öyle bir çalışma yapmadım. Ama gerçekten benzer durumda olan bir cellatı uzaktan gösterdiler bana. O zaman anladım ki cellatlık yapıp da bir şekilde kendini ifşa eden adamın durumu zor gerçek hayatta.

 

Son Cellat Altın Portakal’da ödül alamadı. Şahin Gök’te sizin festivale gelmemeniz sebebiyle filme yeterince destek vermediğiniz yönünde bir yorum yaptı.

 

Her şeyden önce bakın burada setteyiz, yüzlerce insan buradan ekmek kazanıyor. Ben seti nasıl da bırakıp gideyim festivale. Burada yapılan bir iş var. Ödüle gelince, siz de biliyorsunuz ki jüri denen bir olgu var. Jürinin yapısına göre bir film ödül alabilir veya alamayabilir. Bu jüri vermez de başka jüri filmi ayakta alkışlar. Bunu söylerken jürinin seçimlerine saygı duyduğumu da belirtiyim. Benim için asıl önemli olan jürilerin seçimi değildir. O filmi izleyen insanların beğenisidir beni ilgilendiren. Siz de Altın Portakal’daki gösterimdeymişsiniz. Bana gelen bilgilere göre izleyenler ayakta alkışlamış. İşte bu alkışlar her türlü ödülün üstünde benim için.

 

Portakal’daki yarışma filmlerini seyrettiğimde Son Cellat söylemek istediğini en düz ve net şekilde söyleyen filmdi. Bu bağlamda da biraz propaganda filmi olarak anlaşılma tehlikesi var.

 

Kimse bir filmin arka perdesinde neler yaşanıldığına bakmaz. Önemli olan beyazperdede seyrettiğinizdir. Ama her filmin bir de çekim hikayesi vardır. Son Cellat’ın da çekim hikayesi çok dramatik. Filmin dış mekan çekimleri kar altında gerçekleştirildi. İç mekanda geçen sahnelerin ise büyük bir kısmı, cezaevi sahneleriydi. Bu sahneler için, bir cezaevi seti oluşturulacakken, Amasya Cezaevi, eşine az rastlanır bir kararla kapılarını film ekibine açtı. Böylece cezaevi sahnelerinin büyük bir bölümü gerçek bir cezaevinde gerçekleştirdik. Bu film Amasya halkının topyekün katkılarıyla çekilmiştir. Çekimlerin onuncu gününde, filmin yapımcısı Ali Zebil hayatını kaybetti. Bütün kadro hem manevi hem de maddi olarak büyük bir trvma yaşadı. Sonunda Zebil’in kızı görevi üstlendi. Hepimiz emek verdik bu filme. Acılı bir çekim süreciydi. Ama izleyici bunları bilmez. O sinemada karşısına çıkana bakar. Film adına benim bu konuda bir rahatsızlığım yok. Sözümün başında da dediğim gibi seyirci bize en büyük ödülü festivalde filmi seyrettikten sonra ayakta alkışlayarak vermiştir.

 

Siz kült bir isimsiniz gelen projeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Bana artık nasıl projelerin geleceği belli. Eğer senaryoların içeriğinde toplumsal sorunlar tartışılmıyorsa, sorunlara duyarlı kalınmıyorsa, senaryo içerisindeki diğer sinemasal öğelerin benim için bir değeri yoktur. Asıl olan senaryonun içeriğinde ne anlatmak istediğinizdir. Bunu hep söylediğim için ve şart koştuğum için bana bu tür senaryolar gelir. Sen bir senaryo yazsan, bunu Kadir abiye götüreyim desen, benim o senaryoyu daha önceden kabul edip etmeyeceğimi bilirsin.

 

Son bir kaç yıldır çok yetenekli kadın oyuncular görmeye başladık, Tülin Özen, Vildan Atasever, Şenay Aydın gibi… Fakat erkek oyuncu olarak sanki bir kısırlık söz konusu.

Bence erkek olarak da çok oyuncu var pırıl pırıl. Bu dizilerin meşhur ettiği oyucular var. Kızlar kadar erkek oyuncular da var. Televizyon dizilerinin bir anlamda faydası da o zaten. Ama asıl olan sinema filmi üretiminin çoğalması ve o arkadaşlarımızın sinema filmlerinde kendilerini göstermesi. Diziler uçup gidiyor sadece tanınmakla kalıyorsun. Filmler ise kalıcı. Mesela bir filmi DVD’ye attığında o film ölümsüz olur. Yalnız şimdi bağımsız sinema çekenler çoğaldı Türkiye’de. Bağımsız sinema derken sanatsal içeriği derin filmler yapılıyor. Tabii bunların gişesi çok önemli. Çünkü sinema bir yatırım işidir de aynı zamanda. Eğer bunu göz ardı ederseniz film çekemez hale gelirsiniz. Hele ki bu zorlaşan ekonomik şartlarda her şey çok daha zor olacak diye düşünüyorum. İsterim ki bağımsız sinema hep var olsun. Ama her önüne gelen değil de üç beş kişi birleşip daha güçlü, evrensel sinema değerlerinin sanatla yoğunlaşmış büyük projelere imza atmaları gerekiyor. Sinema dünyanın her yerinde var. Ticaret sineması da var, sanat sineması da var. Bu yelpazeyi bizim değiştirme şansımız yok ama tercihimizi biraz da, filmin maliyetini karşılayacak, evrensel sinema değerleriyle dolu ama mutlaka sanat kaygısı taşıyan projelere imza atmak olmalı.

 

Son dönemlerde yapılan bir çok 12 eylül döneminin acılarını işleyen film görüyoruz. Bunlar sizce yeterli mi? Mesela Yeşilçam döneminde 12 Eylül değil ama buna benzer dertleri çok daha keskin bir dille anlatan filmler yapıldı. Sinemanın bu günü ile Yeşilçam’ı karşılaştırdığınızda nasıl bir sonuca varıyorsunuz?

 

Yeşilçam döneminde siyasi çizgisi olan dürüst filmler yaptım ben. Hem de kaç tane böyle filmim var. Sen Türkülerini Söyle, Dikenli Yol, Darbe. Ben Darbe diye bir film yaptım, itirafçıyı oynadım, hala göreceğiz sanki gizli bir yasak uygulanıyor gibi Türkiye de. Önemli olan o bakış açısı ile filmler çekebilmek. Siyasi alt yapısı sağlam filmlerin çoğalmasını istiyorum ben. Çünkü gerçekten büyük travmalar yaşandı. Günümüzde öyle aileler var ki o dönemin acılarını hala yaşıyorlar. Toplumun geçmişini asla unutmaması gerekir. Tabiî ki çağdaş bir toplum bütün bu olumsuzluklara rağmen kendi demokratik çözümünü üretebilir. İç kavgalarımız tabii ki olacak. Ama sonuçta bunun ortadan kalkması için elbirliği ile demokratik çağdaş ve insan onurunu yücelten müthiş bir hesaplaşma içine girmeliyiz.

 

1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.