Son dönemde rol aldığı Mutluluk, Beynelmilel gibi filmleriyle festivallerdeki bütün ödülleri toplayan Özgü Namal Türk Sineması ve dünya sinemasında kadının yerinin bulunmadığını söylüyor. Bu duruma “gıcık” olduğunu söyleyen genç yıldız kendi hikayesini ve kadın dertlerini anlatan bir film yapacağını veya yapılmasında rol oynayacağını iddia ediyor. Önümüzdeki hafta vizyona girecek olan O…Çocuklarında yarı İtalyan yarı Türk olan bir kadını canlandıran Namal filmin içinde var olan kadın karakterlerle ayrıcalıklı bir yapım olduğunu söylüyor…
Senaryoya nasıl dahil oldunuz?
Biraz uzun soluklu bir serüven. Filmin çekimlerine başlanacaktı sonra ara verilmek zorunda kalındı. Sonra ikinci yarı koşusu başladı. Ben ilk yarıda haberdardım ama daha farklı bir ekip, daha farklı bir kadro vardı. Sırrı ile çalışmıştım, birbirimizi iyi tanıyorduk. O hep ilk günden beri “Özgü, Dona olsun” diye söylemişti. Bir takım başka isimler de geçmişti benden önce. Demet’ten önce de başka isme gitmişler, benden önce de. Bunlar bizim için önemli değil, biz profesyonelce bakarız, role bakarız, mala bakarız yani. Öncesi sonrası açıkçası beni çok ilgilendirmez. Sırrı sayesinde dahil oldum. Selay’la (Tozkoparan), yapımcımızla zaten yıllardır çok çalışmak istiyorduk.
Senaryoyu okuduğunuzda ne hissettiniz?
Çok etkilendim, bütün kadın rollerini oynamak istedim. “Allahım Mehtap’ı da, Hatice’yi de ben oynasam” diye düşündüm. Sonra aramızda konuştuk ki, bütün senaryoyu okuyan kadınlar aynı şeyi hissetmiş, hepimiz bütün rolleri oynamak istemişiz. Senaryoda kadın rolleri iyi yazıldığı için çok özdeşleşiyorsunuz ve inanılmaz şekilde bir empati kuruyorsunuz. İlk hissettiğim buydu. İkincisi “Ben Dona’nın altından kalkabilir miyim, biraz zor bir rol” diye düşündüm. Yarı Türk, yarı İtalyan olması nedeniyle “ben bununla nasıl baş edebilirim” diye ufak bir telaşa kapıldım. Sonunda “Çalışırsam galiba yapabilirim, altından kalkabilirim” gibi bir güven geldi. Keşke filmdeki diğer karakterler Mehtap veya Hatice daha genç olsaydı diye düşündüm. Onun dışında senaryodan çok etkilendim. Çok trajikomik bir hikaye. Acı dolu bir hikaye. Sırrı çok güzel yazmış. Çok güzel bir kalem zaten. Böyle gözlerim dolu dolu, tüylerim diken diken “Oh be, sonunda günün birinde biri bir kadın hikayesi yazdı ve karakterlerin hepsini de kadın yaptı, yaşasın” diyerek gururla okudum.
Sırrı Süreyya Önder’in ikinci filmi bu. İlk filmi Beynelmilel’de de siz oynadınız.
Aslında o çekmedi. Murat Saraçoğlu gibi çok genç, pırlanta gibi bir yönetmen çekti. Ama senaryo Sırrı’nın tam olarak ikinci filmi diyemeyiz. Film aslında yönetmenindir ya, bu bir Murat Saraçoğlu filmi oldu sonuçta. Sırrı senaryonun dışında çok fazla bir şeye karışmadı. Dramaturjik çalışmaları masa üstünde beraber yaptık, karakter dökümanlarını beraber aldık ama “bir Murat Saraçoğlu filmi” dersek daha doğru olur.
Bunu söylememin sebebi şuydu, iki filmin de alt metni 12 Eylül. Bu noktada Sırrı Süreyya Önder’in bir hesaplaşması söz konusu. İkisinde de siz vardınız. Bu hesaplaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu bitmez… Sırrı’da gerçekten böyle bitmez tükenmez bir hesaplaşma var. Ben o dönemlerde yaşamadım. İki yaşındaydım, dinlediğim ve okuduğum kadarıyla biliyorum. Yaşamadığım için duygum asla Sırrı kadar yoğun değil elbette ama Sırrı’nın bu hesaplaşması benim çok hoşuma gidiyor. Çünkü yaptığımız işin alt metnini dolduruyor. Bir ana fikri, bir cümlesi, diyeceği bir söz oluyor. Boşa kürek çekmektense, lay lay lom iş yapmaktansa böyle bir şey diyen işler beni daha mutlu ediyor. Senaryoyu okuyup “Ya ben bu senaryodan hiç bir şey hissetmedim” de diyebilirdim. Hayır tam tersine Sırrı’nın o hesaplaşmasını çok iyi biliyorum ve gözlemleyebiliyorum ve buna çok saygı duyuyorum, işin içinde olmak istiyorum. Çünkü onu destekliyorum, içinde kalmış bir şey var ve o da bunu ne kadar güzel ki sinema ve sanatla birleştirip bir şey söylemeye çalışıyor. Suya sabuna dokunur işler yapıyor, o yüzden ben sonuna kadar destekliyorum. Arkasındayım bu dayanışmanın.
“Bizde senaryo yok” denmesini, nasıl değerlendiriyorsunuz? Bütün bunları ortaya çıkarmak için bir, iki tane Sırrı Süreyya Önder mi bulmak gerekiyor?
Evet herhalde doğru kelime bu. Bir, iki tane Sırrı Süreyya Önder olmak lazım. Sırrı’nın baktığı pencereden bakmak lazım, çünkü biz senaryo özürlü bir ülkeyiz. Tarihe hiç girmiyorum. Sokak aralarında bile bu kadar hikaye varken Sırrı’nın baktığı gözle bakmak lazım. Bu durum beni o kadar hırslandırdı ki ben senaryo dersleri almaya başladım. Sırrı’ya yalvardım “Bana senaryo yazmayı öğret” diye. Kafamda yüz tane hikaye olabilir ama bunu nasıl kağıda dökeceğimi bilmiyorum, Bilmiyor olabilirim, bu benim işim değil ama öğreneyim, öğrenmekten bir zarar gelmez. Sırrı’nın baktığı pencereden bakmıyorlar dolayısıyla da hikayeler yüzeyselleşiyor. Mehtap gibi kadınlar, emanetçi anneler hala var mı bilmiyorum, hiç önemli değil. Bunu bulup çıkarmak, bunu görmek bunu hikayeye taşımak bence olağanüstü bir yetenek. Buna ancak saygı duyulur. Bana bir oyuncu olarak iyi senaryo buldu mu, onu kapmak, yüceltmek, arkasında durmak düşüyor. Sadece iyi senaryolarda oynayıp bir tarzım ve tavrım olduğunu göstermem gerekiyor. Bir sürü film senaryosu okuyorum ben ve gerçekten konuşmaya bile değmeyecek şeyler okuyorum, inanılır gibi değil. Ama hiç olmazsa iyi senaryolara sahip çıkarsak ve böyle adamları, Sırrı gibi, Murat gibi bunları parlatan, cilalayan adamlara sahip çıkarsak çok önemli bir şey yapmış olacağımızı düşünüyorum. Onun dışında ben işin mutfağına feci kafayı taktım. Tabii ki çok iyi bir senarist olmak gibi bir derdim yok. Benim bir hikayem var, benim bir derdim var, söylemek istediğim bir şey var. Neye ihtiyacım var kaleme, kağıda. Kalem, kağıt basit ama düşünceler önemli. Teknik önemli. Senarist yok, az var. Niye yok? Bu toprakların, bu hikayelerin cevherinden yararlanmayacak, buna sırtını dönecek adama inanamıyorum. Onur Ünlü’nün filminde oynadım: Polis. Şimdi Onur bir tane daha hikaye yazdı “Bankası” diye inanılmaz bir hikaye mesela. Yeryüzünde yaşayan bir insanın yazabileceği bir şey değil. “Sen yaratıksın” diyorum Onur’a onun da çok güçlü kalemi. Desteklemek gerekiyor.
Sizin bir hikayeniz var anlaşılan…
Bir hikayem var ama ne olduğunu söylemem. O kadar zor ki, ben bütün hikayenin kafamda olmasına rağmen, oturduğum zaman nereden başlayacağım, ilk cümleye ne yazacağım bilemedim. Daha karakterin adını koyamadım. Senaryo yazmanın zorluğunu anlatmak için söyledim bunu. Çok normal, çok sıradanmış gibi davranıyoruz ya biz… Hayır, öyle değil. Aman Allahım çok zor.
Filminizin en önemli kısmı kadın karakterler üzerine kurulmuş olması. Kadın karakterler, kadın oyunculuğu, kadın hikayesi açısından çok önemli bir film. Kadınların Türk sinemasında daha fazla ağırlığının olabilmesi için ne gibi bir açılım öne sürebilirsiniz?
Bu işin beni feci hırslandırdığı ve yüreklendirdiğini söyleyebilirim. Son dönemde Hollywood’da da olan, Avrupa sinemasında da olan oluşumları yakından takip ediyorum. Bir kadın hareketlenmesi ve dayanışması başlamış durumda. Bir sürü kadın yapımcı türedi. Oyuncu kadınlar para bulup, finansman bulup kendi filmlerini çekiyorlar. Çok önemli kadınlar senaryolarında filmlere ortak oluyorlar ve bir “Kadın Hareketi” gibi bir durum başladı. Buna çok seviniyorum. Kadın hikayelerinin anlatıldığı bu filmden sonra “Niçin ben kendi filmimi çekmiyorum, niçin kendi filmimi yazmıyorum, yazamıyorsam yazdırmıyorum. Çekemiyorsam, çektirmiyorum. Bunun için ilişkilerimi kullanıp, insanları bir araya getirip niye organize etmiyorum” diye kendime çok sordum ve bir cevabını bulamadım. Nedenini bilmiyorum. Tamamen çok fazla çalışmaktan ve hayat mücadelesinden. Artık biraz daha sakinleştiğim için yapabilirim. Çok feci örgütlenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Uçan Süpürge gibi kadına yönelik, kadın festivallerinin çok fazlalaşması gerektiğini düşünüyorum. Kadınların çalışması ile, sosyal haklarıyla ilgili yeni bir yasa çıkacaktı, sinemacı kadınlar için böyle yasalar çıkmalı, gerçekten çok önemli. Yavaş yavaş bir şeyler değişiyor ama zor olacak. Bizde de zor Hollywood’da da zor. Hollywood’u çok ciddiye aldığım için söylemiyorum. Şunun için örneklendiriyorum, o kadar erkek egemen bir toplum ki Hollywood ve kadınlar o kadar ezilmişti ki, kadınlara sadece yardımcı roller verilir, onlar oynar Oscar alırdı. Yani gerçek hayatta da aslında rolleri vardı sinema dünyasında ve onu oynuyorlardı. Kadın bir yapımcı, kadın bir yönetmen ne zaman gördük? Galiba bu bütün dünyaya hakim bir şey. O yüzden bu da beni gıcık edip, hırslandırıyor bir feminist olarak. Eşitliğe hayatın her alanında inandığım için dolayısıyla sinemada da alanımız biraz daha fazlalaşsın, biraz daha söz hakkımız olsun istiyorum.
İki yıl önceye göre Türk sineması üretimleriyle televizyon dizilerinin karşısında daha sağlam duruyor gibi görünüyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?
Televizyon dizileri müthiş oyuncu kazandırdı sinemaya ve tiyatroya. Asla yadsıyamayız varlığını. keşke Bir sürü genç oyuncu televizyon sayesinde sinemayla tanıştı. Tiyatroda bile herkes televizyondaki adamı görmeye gidiyor. Bunlar çok hoş gelişmeler. Tabii ki hepimizin gönlünde sinema, tiyatro yatıyor. Çünkü bu mesleğe başlamamızın sebebi o. Hiç birimiz dizi oyuncusu olmak için girmedik ki oyunculuğa. Ben 16, 17 yaşındayken tiyatroyu seçtiğimde dizi oyunculuğu diye bir şey yoktu. Zaman içinde değişti, gelişti iki sektörün de birbirine faydası çok fazladır. Para için dizi yapıyorum demek istemiyorum. Hayır. Buna da karşıyım. Ama manevi bir yanı var sinemanın, para olmasa da giderim. Öyle bir senaryo gelir ki “Abi ben size yardım edeceğim” derim. Üç kuruş almadan çalışırım. Dişimi tırnağıma takar çalışırım. Ama dizi de yapmam. Haftanın yedi günü 24 saat anamız ağlıyor karşılığını da istiyorum, çünkü başka yerlere harcıyorum enerjimi o zaman.
Artık profesyonel olmuş bir oyuncu için sinema ve dizi çok fark etmez, fakat mesleğe daha yeni adım atmış, ham olan bir oyuncu için bu bir problem değil mi?
Doğru söylüyorsunuz, haklısınız. Hiç biri istemez. Konservatuardan mezun olmuş gencecik bir insan tabii ki tiyatrocu olmak için okumuştur. Ama kimse gökten zembille “Al bu başrol senin” demiyor. Bunun için deneyim kazanmak gerekiyor ve aynı zamanda hayatını devam ettirmek için para kazanmak zorunda. Bizim ülkemizdeki sistem böyle, yapacak bir şey yok. Bu anlamda bir sürü belgesel izledim Hollywood’da. Aklınıza gelecek bütün starlar televizyondan çıkma. Robin Williams’ın televizyonda ne şaklabanlıklar yaptığını, Jim Carrey’in ne şovlar yaptığını görmemiz gerekiyor. Hiç birimiz bunları hesaplamıyoruz. Benim hikayem de aynı. Günün birinde Kurtlar Vadisi’nde oynayacaktınız da, orada tanınacaktınız da sinema yapacaktınız da… Aklımın ucuna gelmedi böyle bir şey. Bir sıçrama arzusu değil, nasıl üç beş kuruş para kazanırım tamamen bu dert. Biz de isterdik çok idealist olalım ve arkasında durabilelim. Ben yavaş yavaş dönmeye başladım.
Çok az kadın oyuncu sizin kadar başarılı film çekiyor. Hiç kimsede böyle bir süreklilik yok, bunun sırrı ne?
Bu işe çok erken başlamanın verdiği bir tecrübe olduğunu söyleyebilirim. Ben çok küçük yaşta başladım, bu sektörde büyüyüp, bu sektörde piştim. Kendi çapımda hatırı sayılır bir tecrübem olduğunu söyleyebilirim. 17 yaşında başladığımı düşünürsek, 12 yıl. Onun dışında çok güzel ekiplerle çalışıyorum, danıştığım insanlar var. Bana bir senaryo geldiği zaman ilk Sırrı’ya okuturum her zaman. Onun dışında biraz sezgi, yatağa yattığım zaman ruhumda hissettiğim bir şey, anlatamıyorum bunu. Başarının bir sırrı yok, ama süreklilik önemli doğru söylüyorsunuz. Bu arada böyle gidecek diye bir şey yok. İki film sonra ben de her şeyi batırabilirim. Hatta bu filmde bile başarısızlığa uğrayabilirim. Hiç bir şeyin garantisi yok. Sadece sezgilerim, hani vardır ya yüreğinin götürdüğü yere git. Bir de çekim yasası tavsiye ederim. Ya ben şöyle bir rolü oynasam diyorum, o rolü oynuyorum.
Yeni proje var mı?
Evet. Sırrı Süreyya Önder’in Berlin projesinde rol alacağım. Çok büyük bir rol değil. Ama söyledim “Ne olursun, hiç önemli değil, destek olmak adına, geleceğim, arkadan geçerim, oturup üç cümle söylerim.” Büyük rol, küçük rol hiç önemli değil mutlaka olacağım o projenin içinde. Bunun dışında bir sinema filmi projesi vardı. Ertelendi şu anda Ağustos’a. Kutluğ Ataman’la da görüşüyoruz. Onun dışında iki şey var ama onu söylemeyeceğim. Çünkü söyleyince olmuyor. Uğuru kaçıyor. İki proje var eğer onlar olursa bomba hakikaten.
Bu ay O… Çocukları giriyor vizyona. Vizyona girdiği dönemle ilgili ne düşüyorsunuz? Çünkü çoğu Türk filmi bu dönemde girmeye cesaret edemez.
Ben söyledim daha önce de. “Çıldırmış olmalısın” dedim yapımcıma. Benim filmim olsa ben Mayıs’ta vizyona sokmam. Hava güzel, bahar, şenlik, çiçek, böcek… Niye gireyim ki bir alışveriş merkezinde filme. Ben Eylül, Ekim’den aşağı sokmam filmimi. Kendim de Ekim’den aşağı filme gitmem bu arada. Bir şimdi Sex and the City geliyor, Carrie Bradshaw’u çok merak ettiğim için ona gideceğim. Sinemaya aşık biri olarak bunu söylüyorum, sinema bir ruh işi. Büyük cesaret.
İzleyiciler için mesajınız var mı?
Bütün Türk filmlerini izlesinler. Sadece bizi değil. Mayıs ayı da dahil olmak üzere. 12 ayın 12’sinde de filme gitsinler. Türk filmlerini izlesinler. Bayılıyorum sinemaya giden insanlara, sinemadan bahseden insanlara bayılıyorum, bizi izleyen herkese bayılıyorum.