Cansu Fırıncı ile sosyal medya üzerinden birbirimizi tanıyorduk ama bu sene ilki yapılan Ayancık Film Festivali’nde kanlı canlı tanışma fırsatımız oldu. Okul Tıraşı filminin gösterim sonrası söyleşisi için oradaydı. Sorularımı kendisine ilettim, hem Okul Tıraşı’ndan hem de genel olarak oyunculuğa bakış açısından konuştuk…
Tiyatrodan sinema ve dizilere geçiş yapmış oyuncusunuz… Oyunculuk maneviyatı olarak kendinizi hangisine yakın hissediyorsunuz?
Kesinlikle tiyatro. Tiyatrosuz geçen sezonum yok. Ancak sinema da bir o kadar önemli oyunculuk hayatımda. Yani tiyatroyla kurduğum bağ diğerlerini önemsizleştirmiyor. Aksine birbirini besleyen yönleri var sahne ve kamera önünün. Ayağım sahneye bastığında bir karakteri yaratma konusunda özgüvenim daha yüksek oluyor.
Oyunculuk yaptığınız filmlere baktığımızda belli bir skalada, belli bir bakış açısına sahip projelerde yer aldığınızı görüyoruz. Bu anlamda rol demesek de film, proje seçerim der misiniz?
Amacı sanat olan projelerle ticari projeler arasında tutumum farklı açıkçası. İlki için seçiciyim. Her gelen projede yer almıyorum. Hayata bakışıma, duruşuma, tavrıma aykırı düşmemeli. İkincisi içinse belirleyen ekonomi oluyor. Projeyi sevmediysem, benimsemediysem, reddedecek gücüm varsa reddediyorum. Değilse, heyhat hayat!
Son dönemde izleyebildiğimiz iki filmle karşımızda yer aldınız. Lacivert Gece ve Okul Tıraşı. Okul Tıraşı filmiyle buluşmanız nasıl oldu, rolü ve senaryoyu okuduğunuzda neler hissettiniz?
Okul Tıraşı senaryosu bana geldiğinde hastanedeydim. Beyin anjiyosu yapılmıştı ve hastanede müşade altındaydım. 48 saat yürümem yasaktı. Senaryoyu okudum ve çok heyecanlandım. Evrensel bir yaklaşımı vardı. Yakalayacağı başarıyı gördüm. Mutlaka parçası olmalıydım. Hastaneden geçici süreliğine kaçıp yönetmenle görüşmeye gittim. Yani benim için hayati bir filmdi. Lacivert Gece filmi de 30 yılını madende geçiren bir dedenin torunu olarak hayatımla çok benzerlikleri olan bir senaryoydu. İkisinde de oynadığım için mutluyum.
Film tam bir yatılı okul atmosferi ama filmin çekildiği mekan filme ekstra bir zorluk çıkarıyor gibi. Filmi doğa koşullarını da alarak nasıl koşullarda çektiniz.
Bahçesaray, halkının dilinde Müküs, zorlu ama büyülü bir coğrafya. Etrafı 3.000 rakım dağlarla çevrili. Kaynağı ilçede ve debisi yüksek bir ırmağı var. Kar yağdığında bele kadar çıkıyor. Benim ‘lapa lapa’ yağan kar anlayışım değişti. 7’den 77’ye herkes satranç oynuyor. Okul Tıraşı aynı zamanda bir atmosfer filmi de diyebiliriz. Bahçesaray filmin gizli başrol oyuncusu diyelim.
–Bir oyuncu olarak çocuk oyuncularla nasıl bir iletişim atmosferi kurdunuz? Sonuçta şiddetin, sevgisizliğin belki de istismarın olduğu bir ortamda geçiyor film. Çocuklar nasıl hazırlandılar rollerine?
Yusuf karakteri dışındaki tüm çocuklar çekim yaptığımız okulun ya da civar köylerin öğrencileriydi. Bir kısmı zaten yatılıydı. Yani, onlar film için her şeyleriyle hazırdılar. Bizimle öğretmenleriymişiz gibi onlar iletişim kurdular. Bence çocuklar bakımından çok şanslıydık.
Çocukları sordum ama siz nasıl hazırlandınız filme… Film birçok alt metin barındırıyor. Öğretmenler grubunun çocuklar üzerindeki baskıcı tutumları vs.. Film için cesur diyebilir miyiz?
Ben kendi çocukluğumun köyüne, sonrasında kısa süren yatılı okul tecrübeme içsel bir yolculuk yaptım role hazırlanırken. Hayatımın baskı altında geçen kimi dönemlerinde gezindim zihnimin içinde. Ferit Karahan’ın gerçekten oldukça iyi olan oyunculuk yönetimi de yol gösterdi.
Evet, cesur bir film. Çünkü senaristlerinden biri iliklerine kadar yaşamış bu senaryoyu. Ayrıca hayata ve sanata bakışları sağlam ikisinin de. Zaten cesur bir film olmasa bu kadar ödüle ulaşamazdı.
Sizin de yatılı okul deneyiminiz oldu mu, olduysa neler yaşadınız?
Askeri okulda yaklaşık 6 aylık bir yatılı okul tecrübem oldu. Tabiî filmde anlatılan ortamdan çok temel farklılıklar var. Ancak şiddetin, disiplinin, otoritenin eğitimin temel unsurları olması bakımından benzerlikleri vardı. Mutlulukla andığımı söyleyemem.
Pandemi sürecini nasıl geçirdiniz, nasıl etkilendiniz?
Pandemi sürecinin ilk 4 ayı depresyon ve kapanan tiyatro sahneleri ve faaliyeti durdurulan tiyatro ekipleri için hak arama mücadelesi ile geçti. Kısmi kazanımlar sağladık. Sonrasında ‘kapanma’ dönemi benim için bitti. Çalıştım, ürettim.
Sektör bir yandan da genişliyor, dijitalleşiyor. Şu ana kadar takip edemedim ama dijital yayınların projelerinde yer aldınız mı? Bu kadar fazla seyir kanalını nasıl buluyorsunuz?
Pandemi Türkiye’de dijitali erken doğuma zorladı. Prematüre doğdu dijital. Bence olumlu bir etkisi var. 40-50 dakikalık süresi olan dizilerde toplam kalite artıyor. Sinemayı ise yenmesi mümkün değil. Sinema, radyoya, televizyona, internete, telefon ekranına yenilmedi, yenilmez. Dijitalse çeşitliliği sağlar ve rekabeti artırır. Bu da iyidir. Bir dijital projede oynadım ama henüz yayınlanmadı. O da yakın zamanda yolculuğuna başlayacaktır.
Bir oyuncu olarak oynamak istediğiniz bir rol var mı ve de çalışmak istediğiniz bir yönetmen?
Sabahattin Ali’nin Değirmen’i sinema filmi ya da dijitalde mini dizi olsa da Atmaca’yı oynasam. Bir de Nihat Behram’ın Kız Ali’si sinema filmi olsa ben de rol alsam. Biri müthiş bir öykü diğeri bence romanımızın doruğu. Nadin Labaki ve Çağan Irmak çalışmayı çok istediğim yönetmenler.
Dünyanın gidişatını nasıl buluyorsunuz?
Dünya büyük bir hızla felakete sürükleniyor. Buzulları erittik. İstanbul’da denizi çürüttük. Küresel ölçekte bir nükleer savaş tehlikesi kapıda. İnsanlık ya felaketler ve pandemiler çağına girecek ya da doğayı yok etmeyen yeni bir üretim ve paylaşım modeline geçecek. Ya kendimizle birlikte pek çok canlı türünü yok edeceğiz ve gezegenimiz uzun süre yaşanamaz hale gelecek ya da bu barbarlığı aşacağız.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Tiyatro, sinema, müzik, plastik sanatlar ve bence hepsinin anası edebiyat hâlâ büyülü. Yaşamsa büyüsünü yitirdi. Öyleyse daha çok üretmeli, yaşamı yeniden büyülemeliyiz. Sanatçı, büyücüdür.