Marie Skłodowska Curie 1867-1934 yılları arasındaki hayatına birçok ilki sığdırmış bir biliminsanı. Bu ilklerden en önemlileri Sorbonne Üniversitesi’nin ilk kadın profesörü olması, Solvay Konferansına katılması ve kuşkusuz Nobel ödülü almasıdır.

Curie hakkındaki 2016 yapımı Marie Noelle’e ait bir önceki film, Marjane Satrapi’nin filmine kıyasla klasik Hollywood stiline sahip. Curie’nin ilişkilerindeki romantizmi ön plana çıkarıyor ve zamanda ileri atlamalar yapmıyor. Satrapi’nin filmi ise Curie’nin hırslı kişiliğine odaklanırken birçok sinema yazarının da dikkat çektiği gibi filmin biçimiyle oyunlar oynuyor.  Biçimsel öğeler çoğu zaman eklektik biçimde kullanılıyor. Filmin başında  henüz ilişki yaşamadığı Pierre Curie ile birlikte Loie Fuller’in dans gösterisini izledikleri sahnede üstlerine düşen renklerle ileride yaşayacakları ilişkiyi ima etmek bir hayli Alman Dışavurumculuğu etkisi taşıyor ya da Pierre Curie öldükten sonra Marie Curie’nin gördüğü rüya sekansı deneysel sinema özelliklerine sahip, 1945 yılında Hiroşima’ya atom bombasının atılmasını gösterdiği sahnede Japon çocuğun gökyüzüne yolladığı kağıt uçağın sonraki çekimde bomba olarak geri dönmesiyle 2001’in kurgusuna atıf yapıyor.

Satrapi; Marie Curie’nin Paris’teki doktora öğrenciliğini, kadın ve Yahudi olması nedeniyle kendisine parasal destek bulamayışını, Pierre Curie ile tanışmasını, çocuklarını, ödüllerini, eşini kaybetmesini, hayatını zorlaştıran ilişkisini, 1. Dünya Savaşı’nda yaralılara yardım etmesini kısaca hayatını biçimlendiren çoğu olayı  göstermesinin yanında bir de doğrusal zamanın arasına zamansal atlamalarla radyumun tarihsel yolculuğunu ekliyor. Radyumun kanser tedavisinde kullanılmasını, Hirosima’ya 1945 yılında bomba atılmasını, Nevada’da 1961 yılında yapılan atom bombası deneyini, Çernobil faciasını (ki bu sahnede Pierre Curi’yi canlandıran Sam Riley oynuyor) sahnelerin arasına yerleştiriyor. Bunu yapma sebebi  radyoaktivitenin iyi ve kötü amaçlar için kullanılabileceğine vurgu yapmak muhtemelen.  Ancak öykü akışını bu kadar dağıtması birçok eleştirmenin de dikkat çektiği gibi filmin bütünlüğüne hayli zarar veriyor. Örneğin The Guardian yazarı Peter Bradshaw  “Bu stilize zamanda ileri atlamalar yapan kurguyu nasıl yorumlamak gerek tartışılır, geleneksel hikaye anlatımını ilginç şekillerde kesintiye uğratıyor. Curie’nin keşfinin hem kanser tedavisinde kullanıldığını hem de nükleer savaşa sebep olduğunu aynı anda görmek oldukça rahatsız edici” yorumunu yapıyor.

Marie Curie, filmin başından sonuna dek (hayatının başından sonuna dek olarak da okunabilir) önüne engeller koyan eril otorite ile mücadele halinde, Prof. Lippmann ona gençliğinde destek vermediği gibi kendisini ispat eden bir biliminsanı olduğunda ve 1. Dünya Savaşı’nda yaralanan askerler için röntgen üniteleri kurmak istediğinde yine karşı çıkıyor. Ya da eski eşinin öğrencisi Paul Langevin’le ilişki yaşadığında, Langevin’in evli olması nedeniyle suçlu ilan ediliyor. Linç edilme tehditlerine, evin önünde yapılan hakaret içerikli eylemlere boyun eğmiyor, Polonya’ya dönmüyor. Bu ilişkinin yarattığı sansasyon nedeniyle ödül törenine gelmemesi yazılı olarak kendisine iletilmesine rağmen Nobel ödülünü almak için Stocholm’e gidiyor ve kürsüye çıkıyor. Filmin bu noktada izleyiciye Marie Curie’nin, Langevin’e baktığında Pierre Curie’yi gördüğünü göstermesi önemli bir yorum. Pierre Curie ve Marie Curie’nin her zaman yanında olan ve geri planda gösterilen Langevin; Marie Curie’nin duygusal boşluğunu istismar eden sinsi, çıkarcı ve korkak biri olarak sunuluyor.

Curie zamanının ilerisinde olan bir kadın, isyankar, inatçı ve mücadeleci. Her daim kurallara karşı gelen ve ele avuca sığmayan bir kişiliğe sahip tıpkı radyum gibi. Washington Post yazarının da “too hot to handle” sözüyle ifade ettiği gibi ele alması baş etmesi güç bir karakter. Marie Curie’nin yatakta uyurken dahi parıldayan küçük yeşil şişeyle gösterilmesi ve filmin afişiyle (Radioactive yazısı ile birlikte Marie Curie’nin yüzü, yeşil rengin hakimiyeti vb) birlikte düşününce, Radyoaktivite’den kastedilenin Marie Curie olduğunu anlamak zor değil. 2016 yapımı filmde Pierre Curie eşine şöyle diyor,

“Bizim radyumumuz. Tıpkı senin gibi. Işık saçıyor”

Our radium. it is radiating from inside. just like you

Gül Yaşartürk
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Sinema Ana Bilim Dalı'nda Yüksek Lisans ve Doktorasını tamamladı. 2001 yılından buyana birçok mecrada sinema yazıları yayınlandı. Türk Sineması'nda Rumlar'ı yazdı, Sinema ve Diğer Disiplinler kitabını derledi, Ümit Ünal: Işık Gölge Oyunları'nı hazırladı, Sinema ve Toplumsal Cinsiyet: Türk Sinemasında Ev Emek Cinsiyet ve İktidar İlişkileri adlı son kitabı 2022'de Nika Yayınevi tarafından basıldı 2011'den buyana Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesidir

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.