Beyazperdede sık sık gördüğümüz zamanda geriye dönüş olgusunu farklı bir açıdan ele alan La Belle Époque, romantik ve bir yandan da hem komedi hem de drama unsurlarını taşıyan bir Fransız filmi.
Birçok ikiliği içerisinde barındıran film, özellikle geçmiş-şimdi ikiliğinden hareketle, zamanın bireysel algılarımız ve algılarımızın doğrudan şekillendirdiği eylemsel tutumlarımız üzerindeki etkilerini ele alıyor. Bununla beraber yaşlı-genç, eski-yeni, geleneksel-modern, durağan-aktif gibi kavramsal zıtlıkları da karakterler üzerinden işlemeye gayret ediyor. Gayret ediyor çünkü bizler Victor’un sahnelenen anılarına ve duygularına seyirci olurken, Victor’un hayatındaki bireyler bu kavramsal zıtlıkların bir nebze yüzeysel temsilleri olarak kalıyor. Bizler ne Marianne’nin yaşadığı orta yaş krizinin nedenlerine dair ne de Marianne ve oğlu arasında olabilecek ödipal kompleksin varlığına dair herhangi bir bilgiye erişiyoruz. Asıl olarak, yukarıda sayılan ikiliklerin birincil tarafını temsil eden Victor’u ve onun dışındakilerin ise genel bir ikincil taraf olarak temsilini izliyoruz.
Teknolojinin gelişimi, önceden başarılı bir karikatürist olarak çalışan Victor’un işine olan talebi düşürmesiyle, artık sevdiği ve bildiği şeyi yapamayan Victor’un kendine, hayatına ve hayata dair yabancılaşmaya başlamasına sebep oluyor. Bu yabancılaşma, değişim halindeki kişisel ve toplumsal ilişkileri anlamlandırmanın güçleşmesine yol açıyor. Bu sürekli değişime uyum sağlayamamak, Victor’un hem eşi ile ilişkisinin bozulmasına hem de oğlu ile hiçbir zaman samimi bir ilişki içerisinde bulunamamasına neden oluyor.
Hem bireysel hem de toplumsal ilişkilerimizin zayıfladığı ve yapaylaştığı dönemlerde, geçmiş zamanlara duyulan hasret ve geçmişin yüceltilmesi sıklıkla görülen bir davranış biçimi. Bundan hareketle yeni bir iş alanı yaratan Antoine, müşterilerine istediği zamanı ve anıyı yeniden yaşayabilme olanağı sunuyor. Müşteriler yalnızca anılarını yaşamakla da kalmayıp, başka bir yerde ve başka bir kimlikte olabilmenin tecrübesini dahi deneyimleyebiliyor. Büyük film stüdyolarından pek bir farkı olmayan birçok sahnenin bulunduğu, her sahnenin kendi yapay gerçekliğine ait eşyalar ve oyuncularla donatıldığı bu simülasyon düzeni, amaç ile araç arasındaki çelişkiyi gözler önüne seriyor. Özellikle Victor’un geçmişteki hayatına, bozulmamış ve samimi ilişkilerine olan hasretini dindirebilmek için en sonunda çareyi simülasyonu deneyimlemekte bulması bile, şimdiki gerçeğin yıkılması ve yerine geçmişe ait yapay bir gerçeklik inşasının yapılmasına boğun eğdiğini gösteriyor. Başta hiçbir şekilde yanaşmadığı simülasyon deneyimi, daha sonradan ‘anılarda yaşamanın dayanılmaz hafifliğine’ dönüşüyor. Şimdinin yarattığı tüm ağırlıkları geçici de olsa bir kenara bırakabilmenin verdiği rahatlık hissi, Antoine’nin yarattığı simülasyonun vazgeçilmez bir araca dönüşmesine sebep oluyor.
Elbette anılarda yaşamanın da bir bedeli var. Bir anının yeniden inşasında kullanılan tüm dekorlar ve oyuncular da bir ücret karşılığında orada yer alıyor. Günümüzde hayatın her alanında kendini gösteren kapitalizm, insanların anılarını dahi birer metaya dönüştürmüş durumda. Öyle ki Victor, ‘anılarda yaşamanın dayanılmaz hafifliği’ni karşılayabilmek için, filmin başında oğluyla çalışmayı reddederken şimdi ise çalışmaya kendisi gönüllü oluyor. Böylece hem simülasyonun kendisi için çalışacak hem de ondan kazandığı parayı yine ona harcayacak bir döngü içine girmiş oluyor.