Dram, aksiyon, bilim kurgu gibi farklı türlerde ortaya koyduğu filmler ile gönüllerde ayrı bir yeri olan Fransız yönetmen Luc Besson, önümüzdeki günlerde vizyona girecek “Valerian and the City of a Thousand Planets” ile yine adından söz ettireceğe benziyor. Bilim kurgu – aksiyon türündeki yeni filmi vizyona girmeden önce yönetmenin dünden bugüne ortaya koyduğu işlerini bir hatırlayalım.

1981 yılında kariyerine L’avant dernier adlı kısa filmle başlayan vizyoner yönetmen Besson, 1983 yılında ilk uzun metrajlı filmi Le dernier combat iel bilim kurguda ne denli başarılı olacağının sinyallerini vermişti bile. Post apokaliptik bir dünyada yaşam savaşını anlattığı filmin senaryosu da bizzat kendisine aitti. 1985 yılında kamera arkasına geçtiği “Subway” ile “En İyi Yabancı Dilde Film” dalında BAFTA’dan adaylık aldı. İleride Leon ile tüm dünya tarafından tanınacak olan aktör Jean Reno’nun kamera karşısına geçtiği ve Besson ile ilk işbirliği yaptığı “Le grand bleu” ile adını iyiden iyiye duyurmaya başlayan başarılı yönetmen 1990 yılında yine yazıp yönettiği aksiyon/gerilim Nikita ile geniş kitlelerce tanındı. Öyle ki Nikita daha sonra televizyon serisi haline bile dönüştürülecekti.

Sene 1994 olduğunda ise başarılı yönetmen gerçek manada patladı. Jean Reno, Gary Oldman, zamanın çocuk oyuncusu Natalie Portman’ın kamera karşısına geçtiği “Leon” tüm sinema severlerin gönlünü fethetti dersek pek yanılmış olmam sanırım. Senaryosunu da kendi yazdığı film ailesi katledilen küçük bir kız ile ona bakmayı kendisine görev edinen bir suikastçının başlarından geçen gerilim dolu hikayeyi anlatıyordu. Film tüm dünyada çok sevildi ayrıca Natalie Portman’ın oyunculuk adına ışığının fark edilmesini sağladı.

3 yıl aradan sonra yine bilim kurgu sularına açılmaya karar veren Besson dönemin aranılan aksiyon yıldızı Bruce Willis ve henüz gençliğinin baharında güzeller güzeli Milla Jovovich ile çalışarak “The Fifth Element”i ortaya çıkardı. Hem hikaye örgüsü açısından hem Besson’un bizzat vizyoner bakış açısını ortaya koyması açısından film oldukça başarılıydı. Willis ve Jovovich’in kimyasının da tuttuğu filmde oldukça renkli bir gelecek tasviri ortaya çıkmış bu da Besson’un bilim kurgudaki tonlarını ortaya koyuyordu. Keza bahsettiğimiz gibi bu ay vizyona girecek yeni bilim kurgu filmi “Valerian” da fragmanlardan anlaşılacağı üzere “The Fifth Element” tonlarına hakim. Ancak yine fragmanlardan anlaşılacağı üzere Besson bilim kurgudaki vizyoner bakış açısını daha da geliştirmiş, farklı bir boyuta taşımış gibi görünüyor.

1999 yılında Besson bir biyografi çekiyor ve yine Milla Jovovich ile çalışıyordu. Jeanne D’Arc’ın hikayesini beyazperdeye aktaran yönetmen Jovovoich’in da daha geniş kesimlerce tanınmasına katkı sağlamış oluyordu. 2004 yılına kadar sessizliğe bürünen yönetmen bu sıralarda yapımcı ve senarist kimliği ile yeni işlere imza atmaya devam ediyordu. 2004 yılında dünyaca ünlü yıldız Madonna’nın Love Profusion klibini yöneten usta yönetmen 2005 yılında Angel-A ile dönüyordu. Jamel Debbouze ve Rie Rasmussen tuhaf ama bir o kadar ilginç kimyası ile karşılaştığımız film Luc Besson’un filmografisinde çok farklı bir yerde duruyordu. Andre adındaki dolandırıcı ve hayatı tam çıkmaza girmişken ona adeta yardım meleği olarak ortaya çıkan Angela arasındaki hikayeye odaklanan film merak uyandıran fantastik yapısıyla da dikkat çekiyordu.

2006 yılına gelindiğinde animasyon türüne de el atan Besson önce Arthur and the Invisibles’ı çekmiş ardından 2009’da devam filmi Arthur and the Revenge of Maltazard ile devam etmişti. Animasyon türünde pek ses getirmeyen bu yapımlardan sonra Luc Besson, 2010 yılında yine fantastik bir macera ile kamera karşımıza çıkıyordu: “The Extraordinary Adventures of Adèle Blanc-Sec”. Film 1900’lerin başında Adele adında gözü pek bir gazetecinin yaşadığı fantastik olayları konu ediniyordu. Besson’un tarzını hissettiren ve fantastik film izleyicilerini tatmin eden yapımdan sona animasyondaki ısrarını sürdüren yönetmen Arthur serisine devam ediyor ve üçüncü halka Arthur 3: İki Dünyanın Savaşı’nı çekiyordu. Ardından sert bir dönüş yapan Besson biyografik dram “The Lady” için kamera arkasına geçti. Luc Besson açısından çekim süreci oldukça sıkıntılı olan film hayati tehlikeye yol açabileceğinden gizli bir şekilde gerçekleştirildi. Burma’nın muhalif liderinin yaşadığı zorlu süreci anlatan filmin senaryosu ise Rebecca Frayn’a aitti. 2013 yılında Robert De Niro’lu, Michelle Pfeiffer’lı komedi suç filmi “The Family” karışık eleştiriler aldı. Eğlenceli bir seyirlik olan “The Family” belli ki yönetmenin keyfi bir projesiydi ve eleştirilerin nedeni büyük oranda yönetmenden beklentinin daha farklı olması olabilir. Ancak iyi vakit geçirmek için “The Family” keyifli seyirliğin yanı sıra yönetmenin filmografisi açısından da gayet yerinde bir projeydi.

2014 yılında bilim kurgu sularına yeniden açılan Besson, Scarlett Johansson’lı ve Morgan Freeman’lı “Lucy” ile dönüyordu. Filmde bir insan beyin kapasitesinin sadece %10’unu kullanabilirken şayet hepsini kullanabilse neler olurdu üzerinden eğlenceli ve aksiyon dolu bir hikaye anlatılıyordu. Bilim kurguda kendi tarzını oluşturmuş olan usta yönetmen 3 yıllık bir aradan sonra yine aynı tarzda “Valerian” ile dönüyor. Fragmanları yayınlanan ve gerek tonları gerek hikayesi ve gerekse ilginç karakterleri barındırdığı görülen film Besson’un “The Fifth Element” tonlarına daha da fazlasını ekleyerek ortaya çıkardığı bir film olarak görülebilir.

Günümüzün genç yetenekleri Cara Delevingne ve Dane DeHaan gibi isimlerin yanı sıra Ethan Hawke, Clive Owen, John Goodman gibi emektar isimler filmde buluşuyor. Laureline ve Valerian adlı iki görevlinin şehri ve tüm evrenin geleceğini tehdit eden karanlık bir gece karşı verdiği aksiyon dolu macerayı konu ediniyor. Pierre Christin ve Jean-Claude Mézières’in çizgi romanından uyarlanan filmin senaryosu ise bizzat Besson’a ait. Farklı tarzlarda filmlere imza atan ama özellikle bilim kurguda kendine has bir çizgisi olan Besson hayranlarını yine mest edecek gibi görünüyor. “Valerian and the City of a Thousand Planets” 27 Temmuz’da seyircisi ile buluşacak.

 

1981 İzmit doğumlu. Filmlere olan ilgisi 80’lerde eve video girmesi ile başladı. 80-90’ların akla kazınan kült filmlerini repliklerine kadar ezberledi. Korku, bilim kurgu ve fantastik türüne ayrı bir ilgisi vardı. 8 yaşında beyazperde ile ilk tanışmasından sonra sinema vazgeçilmez tutkusu oldu. Aynı zamanda bilgisayar, atari oyunları ve çizgi romanlarla içli dışlıydı. Commodore 64’ü ile sabahlara kadar oyunlar oynadı.Taşınmalar nedeniyle İzmit, Ankara ve Isparta’da farklı okullarda ilköğretim ve liseyi tamamladı. Üniversitede Turist Rehberliği bölümünü bitirdikten sonra çok istediği Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünde yüksek lisans yaptı. Korku sinemasına olan düşkünlüğü nedeniyle yüksek lisans tezini “1960-1990 Yılları Arasında Amerikan Korku Sinemasındaki Muhafazakârlık” üzerine yazdı. Amerikan korku sinemasının dönemin toplumunun psikolojik,ahlâki ve siyasi yapısına nasıl ayna tuttuğunu inceledi. Pek çok kurumsal firma, haber sitesi, dergide içerik yazarlığı ve editörlük yaptı. Şu anda hala metin yazarlığı ve editörlük yaparken aynı zamanda bazı online platformlarda, basılı dergilerde sinema yazıları, eleştiriler yazıyor, özel dosyalar hazırlıyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.