2016’nın son yerli yapımlarından Siyah Karga, uzun süre festival yolculuğunun ardından aralık ayının sonunda seyirciyle buluştu. Dünya prömiyerini İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Altın Lale Yarışması’nda yapan film son olarak 4. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali’nden En İyi Görüntü Yönetimi ödülüyle ayrıldı. Tayfur Aydın’ın yurtsuzluk, gurbet ve hasret temalarına odaklı ikinci filmi Siyah Karga’da Kaçakçı Sait rolünü üstlenen Aydın Orak, politik kaosların tek panzehirinin sanat olduğunu düşünüyor.

Siyah Karga uzun süren festival yolculuğunun ardından nihayet vizyona girdi. Nasıl gidiyor her şey?

Şu sıralar ülke gündemi durulmuyor. Ya da aslında hep mi gündem yoğun? Artık sağlıklı bir değerlendirme yapmak sanırım mümkün değil. Bu tür politik kaosların tek panzehiri sanat. Şu sıra Siyah Karga filminin vizyon yoğunluğu var. Vizyon da söyleşiler, seyirciyle buluşmalar, sohbetler, filmle ilgili olumlu olumsuz eleştirilerle gidiyor.

Filmde yalnızca oyuncu değil, yapım şirketin Orak Film ile dağıtımcı olarak da yer aldığın için bize filmin yapım sürecinden de biraz söz edebilir misin?

Tayfur(Aydın) benim çok eski arkadaşım. Filmin her sürecinde beraberdik neredeyse. Bana Sait karakterini önerince başta biraz mesafeli yaklaştım. Sonra olabileceğini söyledim. Ve nihayetinde bu karakteri oynadım. Orak Film zaman zaman bazı filmlerin dağıtımını da yapıyor. Bunu bir zorunluluktan yapıyoruz desem yeridir. Türkiye’deki dağıtım durumu malum… Filmler dağıtımcı bulamıyor. Dağıtımcılar ticari filmlere öncelik tanıyor. Bu tür bağımsız filmlere neredeyse vizyonda hiç şans verilmiyor. İlk Asasız Musa filmimde bu sorunla karşılaşınca kendi filmimizi kendimiz dağıtalım dedik ve dağıtıma da başladık. Şu ana kadar 7-8 film dağıttık.

Film katıldığı festivallerde beğeni toplamasına rağmen (İstanbul, Antalya gibi) ödülsüz dönmesini nasıl yorumluyorsun? Festivallerdeki ödüller filmler için ne kadar önemli sence?

Bence ödül için ya da festival için film yapılmaz. Bir filmin olması gerektiği yaratıcılıkta perdeye aktarılır. Gerisi festival, ödül, gişe başarısı sonra gelirse gelir. Her film kendi kaderini yaşar diye bir söz var. Bu bir yere kadar doğru. Bir film çektiniz ve kaderine bıraktınız. Bu da doğru değil. Filmlerin kaderleri yönetmen, yapımcı ya da dağıtımcının elinde… Bu kader kısmen de olsa değiştirilebilir. Ödüllerin motive edici bir gücü var. Bunu göz ardı edemeyiz. Fakat ödül için film yapılmaz. Film seyirci için yapılır. Bir derdiniz ya da anlatmak istediğiniz var. Bunu kamera diliyle seyirciye sunarsınız.

Bu arada 4. Boğaziçi Film Festivali’nde aldığınız En İyi Görüntü Yönetimi ödülünü tebrik ederim. Filmin çok iyi kurulmuş bir atmosferi var. Ancak bu görsel anlatının zaman zaman filmin meselesinin önüne geçtiğini düşünüyor musun?

Bu filmin yönetmen filmi olduğunu düşünüyorum. Karakter sineması değil, yönetmen sineması. Bunun çeşitli kodları, yaklaşımları var. Filmin görsel dili ön planda… Karakterler derinlikli çizilmemiş, atmosferin içinde birer figür olarak çizilmiş. Hikayenin bir parçasılar. Fakat her şeyi değiller. Birçok karakter var. Bunların neredeyse hiçbirinin gizil, derinlikli, etraflı bir anlatımı yok. Yönetmen-senarist bunu farkında ve bilerek yaptığını düşünüyorum. Bundan dolayı Siyah Karga bir karakter filmi değil, yönetmen filmidir.

Filmde “Kaçakçı” rolünü üstlendin. Senin için yabancısı olmadığın bir durum olduğunu okumuştum. Senin hayatından nasıl izler taşıyor karakter?

Evet. Ben de sınır bir ilçede doğup büyüdüm. Çok da tanıdığım kaçakçı oldu. Çok hikayelerini dinledim. Film fikir aşamasındayken de Tayfur ile mekan bakmak ve araştırma yapmak için kaçakçılarla röportajlar yaptık, gerçek hikayeler dinledik. Benim doğup büyüdüğüm yerler düz bir coğrafya ve katırlarla kaçakçılık yapılmıyor. Fakat filmdeki mekanlar dağlık ve katırlar var. Buna alışmam biraz zor oldu. Bir kere dağlar, yamaçlar, uçurumlar, kar, kış var. En önemlisi de sürekli beraber oynadığınız katırlar var. Her tekrarda katırlar da aynısını yapmak zorunda. Bu tekrarı siz yaparken katıra da yaptırmak zorundasınız.

Tiyatro kökenli olmanın etkilerini sinemadaki oyunculuğuna da aktardığını söyleyebilir miyiz?

Sonuç itibarıyla oyunculuğu tiyatroyla öğrendim. Fakat bu oyunculuk klasik tiyatro oyunculuğu değil, türüne göre değişim gösteren bir biçim. Yönetmenin sizden istediğini yapıyorsunuz. Size içe dönük, dışa dönük, büyük oyna, küçük oyna der siz de onu yaparsınız. Fakat öncesinde sizin o karakter için yaptığınız bir çalışma var. Yönetmen sizden tüm çalıştıklarınızı çöpe atmanızı da isteyebilir. Onun için öncesinden Tayfur ile bu karakterin biçim olarak nasıl bir devinim, oyunculuk, hareket, gestus yapması gerektiğini çalıştık, tartıştık. Ve böyle bir karakter çıktı.

Filmin gerçeğe çok yakın bir anlatım dili var. Hatta yer yer belgesel ve kurmaca arasında olarak yorumlanıyor. Böyle bir anlatım dili seçilmesinin nedeni ne?

Aslında tamamen kurmaca olan bir filmin yer yer belgesel gibi duruyor yorumu iyi bir şey sanırım. Çünkü toplumsal gerçekçi bir konuyu, gerçeğe en yakın çekebilmek önemli bir detay. Nasıl ki sinemada hayattaki gerçek ışığa ulaşmak için ışık kullanılıyorsa, oyuncu gerçek bir karakteri rol yapmadan doğala en yakın oynayabiliyorsa, sinema da hayatın gerçekliğine en yakınını yakalamak için çaba sarf ediyordur. Şayet kurduğunuz hikaye fantastik değilse.

Film özünde bir kaçış hikayesi… Ana ve yan hikayelerdeki trajedilere rağmen filmin naif bir anlatım dili kullanması da gerçeklerden bir kaçış mı?

İşte tam da demin söylediğim gerçekliğe en yakınını yakalamak cümlesine “naif, estetik” de dahil olduğunda sanat yada sinema sanatı olma potansiyelini taşır. Böyle yorumlanabilir.

Sınırlarda geçen bir film olduğu için film derdi de aslında sınırlarla… Oldukça politik bir film olabilecekken daha mistik, masalsı ve naif bir dil kullanılması neden sana göre?

Bu yönetmenin tercihi bence… Daha politik, sert bir hikaye olabilecekken bir masalın merkeze alınması kurulan bir yapı. Bu yapının tek sahibi de yönetmen ve senarist. Tayfur’un önceki filminde de böyle bir dil vardı. Hikayelerini böyle kurmayı seviyor. Bu belki de kendince kurmak istediği bir dil. Başka şekilde de yorumlanabilir. Ama ben böyle okuyorum.

Tiyatro, sinema ya da dizi oyunculuğunun farkı var mı ya da olmalı mı?

Tümünün ortak odak noktası oyun. Oyun geleneğinin sonucunda oyunculuk tür ve biçimleri olagelmiştir. Tiyatroda birçok oyunculuk biçimi var; Klasik, epiki absürd, grotesk… Bu türler günümüzde dillendirilmeden ve kategorize edilmeden gerek sinemada gerekse dizilerde yer alıyor. Sinemadaki oyunculuk biçimleri de ayrıştırılabilir. Dizilerdeki de. Fakat sonuç itibarıyla senaryonun üslubu, yönetmenin istediği, hikayenin getirdikleri size ne tür oyunculuk yapmanız gerektiğini dayatıyor. Siz de ona göre rolünüzü yapıyorsunuz. Fakat çoğu zaman sinemada da dizilerde de oyunculuk tür karmaşası yaşanıyor. Her oyuncu bir oyunculuk biçimine yatkındır. Biri epik, rolü ve kendisi arasında bir mesafe koyarak oynar. Aynı filmdeki diğer oyuncu absürt oyunculuğu benimsemiştir. Bir diğeri ise grotesk oynar. Aynı ailedeki karakterlerin ayrı oyunculuk biçimleri sergilemesi bir tutarsızlıktır. Şayet bu bir tercih değilse, yönetmenin dikkatsizliğidir. Yine dillerin kendine ait bir oyunculuk biçimi var. Her dilin bir ağırlığı, artikülasyonu, derinliği var. Bazı dillerde yapamayacağınız yada gerek duymayacağınız, olursa fazla olur, yanlış olur denilen bir takım gestus, devinim, el kol, jest ve mimikler var. İngilizce oynadığınızda Türkçedeki bazı oyunculuk alışkanlıklarını unutmanız gerekebilir.

Bildiğim kadarıyla tek kişilik şovlar da yapıyorsun, biraz neler yaptığından söz eder misin?

20 yıldır tiyatro yapıyorum. Hakkari’den İzmir’e İsveç’ten Avustralya’ya kadar bu süre zarfında turneler yaptım. Daha çok tek kişilik oyunlar sahneledim. En son Actor adında anlatım tiyatrosu formunda kısmen şov denebilen bir oyun sahneledim. Bu oyunu önümüzdeki süreçte sahnelemeye devam edeceğim sanırım.

Hem yönetmenlik hem de oyunculuk yapan birisi olarak, öncelikle hangisiyle anılmak ya da yapmak seni daha çok mutlu ediyor?

Benim asıl mesleğim oyunculuk. 20 yıldır hep oyunculuk yaptım. Atölyeler açtım zaman zaman. Workshoplar yaptım. Gerek tiyatro gerek sinema oyunculuğu hep yaptığım şeydir. Fakat kafamda bazı fikirler beliriyor. Yazıyorum. Bana ait olan bir duygu bir hikaye. İlla ki anlatacağım dediğim şeyi kendim çekiyorum. Yani asıl mesleğim oyunculuk. Ama yönetmenlik ve diğer şeyler zaman zaman yapmak istediğim şeyler olabiliyor.

Bu yıl ne yazık ki kötü geçen Antakya Film Festivali’nde hem jürilik hem de çeşitli atölyeler yaptın. Kendi adına nasıl bir deneyimdi?

Her festivalin kendine göre sorunları oluyor. Antakya’nın da sıkıntıları, eksiklikleri çok vardı. Antalya film festivaline giderken festivalin uçağıyla gidiyorsunuz. Ama Antakya’da otogardan alacakları bir servis aracı bile olamayabilir. Ve siz durakta bavullarınızla durağa gidip, minibüse binip sinema salonuna yada otelinize gidebilirsiniz. Bunları yaşadım. Aynı koşulları beklemek doğru değil. Bana göre festival bir şekilde kotarılması gerekiyordu. Ben festival boyunca neredeyse her gün sabahları kolejde workshop yaptım. Akşamları ise sinema atölyesinde gençlerle pratik sinema atölyeleri yaptım. Benim açımdan çok verimli geçti. Benim için pratikte bir şeyler yapmak her zaman daha doğru gelmiştir. Eylem alanını bırakmak, gitmek bana göre şeyler değildir. Ben eksikler, sorunlar var diye bir alanı terk etmem. Çelişkilerin giderildiği yer eylem alanıdır. Evde oturarak çelişkiler, eksiklikler, sorunlar giderilmez. Dolu dolu bir hafta geçirdim.

Kendi filminiz dışında yerli yapımlardan sana göre 2016’nın En İyi Filmi neydi?

2016’da çok iyi yerli film olduğunu düşünmüyorum. Bana göre bir yığın kötü filmle kapatıyoruz yılı. Yerli olarak film ismi söyleyemiyorum. Ama 2016’da izlediğim en iyi filmin Ashkar Farhadi’nin Satıcı filmi olduğunu söyleyebilirim.

Dünya sinemasında oyunculuğuna hayran olduğun isimler kimler?

Benim hiçbir zaman “hayran” ve “en iyi” kavramım olmadı. İyi performans sergileyen oyuncular var. Ve iyi filmler var.

Başucu filmlerin hangileri?

Angelopulos, Kislowsky, Paradjonov, Abbas Kirostami, Ashkar Farhadi şimdi aklıma gelen yönetmenler ve tüm filmleri diyebilirim.

Ve son olarak 2017 planlarını öğrenebilir miyim?

Şimdi kurguda olduğum bir filmim var. Onu bitirmeye çalışıyorum. Oyunculuk olarak da belli olan bir sinema filmi var. Ama daha tarih belli değil. Bir-iki televizyon işi var. Onların görüşmeleri devam ediyor. Actor tiyatro oyunu var.

 

 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.