Humans, insanla makinenin iç içe yaşadığı, insanın makineleştiği, makinenin duygu ve vicdan kazandığı dolayısıyla insanoğlunun saf ve gerçek bir canlı olarak can sahibi olmasının sınırlarını sorgulayan yılın en iyilerinden biri. İngiliz senarist Sam Vincent ve Jonathan Brackley’in kaleminden çıkan 8 bölümlük ilk sezon büyük ilgi kazandı ve ikinci sezon anlaşmaları yapıldı bile. Ne de olsa İngiliz-Amerikan ortak yapımı dizi, ödüllü bir metin olan Real Humans’tan adapte edilmiş bir bilim kurgu. Distopik bir aile dramı da denilebilir, belki de içerik ve biçim olarak Black Mirror’u anımsattığını belirtmek Humans’ı tanımlamaya yeterli olacaktır.
Üç çocuk babası Joe Hawkins karısı Laura’nın yoğun iş hayatı sebebiyle çok zorlanmaktadır ve tamamen insana benzeyen robotlardan birini satın alır. ‘Anita’ adını koydukları sentetik insan/robot/makine karışımı androidin uysal köle gibi görünse de keşfedilmemiş özellikleri olduğunu fark ederler. Başrollerini Eva-Jane Willis, Emily Berrington ve Gemma Chan gibi usta oyuncuların paylaştığı dizi de olaylar, sadece insanlar yani metindeki aile kahramanları gözünden anlatılmaz. Zaten metni çok etkileyici, şaşırtıcı, korkutucu ve çekici kılan açı aile yaşamına dair değerlerin robotlar perspektifinden de gösterilmesidir belki de. Anita’nın (Synth adı verilen android) gözünden Hawkins’lere bakmak ve her bireyin kendini ve birbirini bir androidin genellikle insandan daha yansız, doğru ve net tahlilleriyle görmesi pek çok dengeyi ya da aslında var olan dengesizliği açığa çıkarır.
İnsanın robotlaşması, insan ve makine ayrımının kaybolması üzerine son derece zeki, ikna edici, çekici ve kışkırtıcı sorular soran yapım gayet sürükleyici bir bilinmeze doğru koşan günümüz teknolojik gelişmesinde zavallı, yetersiz ve çaresiz kalan insanoğlunu anlatıyor. Hem de bilim kurgulara özgü bambaşka bir terminoloji kullanmadan ve gayet basit gündelik aksiyonlar aracılığıyla anlaşılır bir dil kullanılarak herkese hitap etmeyi başarıyor. Yani geleceğin insanlaşmış robotlarıyla köle efendi ilişkisi içinde yaşayan insanoğlunun gizli korkularını açık, net ve basit bir yapıda veriyor. Böylece bilim kurgu sevmeyenleri bile içine çeken dramatik bir aile dizisi kıvamına ulaşıyor hatta ulaşıyor demek büyük haksızlık olur. İçerik olarak aile kurumunu, insanı çoktan geçen makineler eşliğinde sorgulamak kutsal kabul edilen değerlere yepyeni bir açıyla bakmayı zorunlu kılıyor. Bu zorunlu yeni perspektif hem metnin kahramanlarını değerlendirmek için zorlayıcı bir derinlik, ve özdeşleşme süreci için de kaçınılması zor ve basit denklemlerle seyirciyi arada kilitliyor. Zıtlıkların yakınlaşması ve iç içe geçişini bir ev çatısı altında ve içinde karı/koca, anne/baba görev ve işlevleri paralelinde teknolojiyle imtihan ederek didikliyor. Öyle ki makineler insanın ipliğini pazara çıkartıyor. Aile birliğinin yalana, istismara ve basit çıkarlara dayalı yapısına karşılık programlanmış androidlerin birbirlerini daha sıkı, gerçek ve sarsılmaz bağlarla kolladıkları bir karşıtlık ve benzerlik içinde sunarak seyirciyi son derece zor bir özdeşleşme alternatifiyle karşı karşıya bırakıyor. Çoğu zaman androidler seyirci için çok daha kahramanken insanoğlu tüm eksik, defo ve zaaflarıyla anti-kahramanlara dönüşüyor. Ya da dönüşmüyor da zaten var olanı saklamasına izin vermeyen bir teknolojiyle tüm kirli çamaşırları deşifre ediliyor.
İnsan ve makineyle özdeşleşme sırasında androidlere çoğu zaman daha yakın hissettirilen seyircinin arada bırakılma sürecinde bir yandan da gerçek, sanal ve hiper gerçeklik alanları iyice bulanıklaşıyor. Bu kaygan geçişken kavramlar yan meseleler olarak odağı güçlendiriyor, bulanıklık odakta saydamlaştırılıyor ve ana mevzuyu destekliyor. Androidlerin yaşamın tüm alanlarında kusursuz servis verdiği ve adeta akıllı köleler olarak insanoğlunun elinin altında, yanı başında ve aslında tamamen bedeninin içinde (cinsel ilişki dahil tüm yaşamsal ihtiyaçları karşılayan sentetikler) yer alarak gerçekten daha gerçek bir kusursuzluk sunmaları ‘gerçek’ nedir ve ne değildir sorularını iyice zorlaştırıyor. Gerçeğinden daha güzel, iyi, akıllı, kusursuz ve enerjik robotlarla yaşayan aile halkı, evlerine aldıkları robottan daha az insan dolayısıyla daha yalan veya sahte kalıyorlar. Aile çatısının altında tüm bireylerin rolünü üstlenen, haliyle sorumluluk alanlarını değiştiren bir etkiye sahip olan androidlerin gerçekliği, gerekliliği ve netliği bir kez daha sanal/gerçek ikili yakınlık ve uzaklığını girift bir platformda eritiyor. Artık gerçeğin gerçekliği kalmıyor, başka bir bakışla sanal sayılanın gerçekliği ispatlanıyor, daha da ileri gidilirse insanoğlu bozuk ve az gelişmiş bir simülasyon mecrada daha fazla sanal ve hiper gerçeklik açlığıyla çırpınıyor.
Başta evinde bir android istemeyen Laura, kadın/eş/anne rollerini mükemmellikle kolaylaştıran Anita’dan ilerleyen bölümlerde canı pahasına nasıl vazgeçemiyor çünkü sanal ‘insan’ sonuna kadar güven sunuyor. Ne de olsa zihnin ve ruhun uzaysal karmaşıklığı, kavranması imkansız insanoğlu karanlığı karşısında ‘sanal’ dünyanın sunduğu tüm aygıtlar somut, net ve risksiz çözümler üretiyor. Yapılan yanlıştan her zaman geri dönüş için sonsuz izin ve imkan veriyorlar. İnsan anatomisine uygun geliştirilen androidler fantastik oyunlar, uygulamalar ve alternatif cevaplar vermek üzere programlandıkları için yorulmak nedir bilmiyorlar. Örneğin Laura başta eşini ve çocuklarını Anita’ya kaptırma korkusuyla kıvranırken yaşamı ve ailesini bir robotun gözlerinden ve hizmetinden süzdükten sonra sonsuz sayıda farklı gerçek seçeneklerini fark ediyor. Kendisini, çocuklarını, kocasını ve yaşamı o güne taşıyan sözde rasyonel gerçekliğin dışında gördükten sonra ihtiyacının ne olduğuna karar veremiyor ve sonrasında Anita’ya adeta teslim oluyor. Belki de bunu teslimiyet olarak değerlendirmek acımasız bir yargılamadır çünkü Anita gerçeğin işlemsel yapısına örnek teşkil ederek realitenin ve ideallerin değişebilir, dönüşebilir düşsellikten başkaca ve fazlaca bir şey olmadığını ortalığa çıkarıyor. Programlanan bellek kayıtları ile değiştirilebilir göstergeler ve kodların bir androidin işlevselliğini nasıl değiştirdiği, bozduğu, düzelttiği vs tüm Hawkins’lerin realite anlayışının temelini dinamitliyor. Sahip olunduğu varsayılan ve sözde korunma altındaki değerlerin ve yaşamsal pratiklerin (sevgi sözcükleri, dokunma, öpüşme, duygusal, ruhsal ve fiziksel tüm temaslar) tedaviye muhtaç eylemlere dönüştüğü sıradan aile prototipi (hatta mutlu aile portresi) ameliyata alınıyor.
Metnin android/sentetik/robot/makine ilan edilen sanal kahramanlarına enjekte edilen tedaviler, yüklemeler yani tüm işlemler insanoğlunun yetersizliğine ve çaresizliğine yapılan açık ameliyatlar gibi acı veriyor. Ayrıca gerçek kabul edilenin sonuçta inşa edilebilir olduğunu da deneyimliyorlar. Netice de gerçekliği sorgulanan Anita çoğunlukla tüm Hawkins bireylerinden daha akıllı, sağ duyulu, ideal ve doğru olanı buluyor. Bu yüzden insan elinden çıkma robotlara en ufak bir şey olunca en çok insanların canından can gidiyor.
Not: Başka bir eksende (örneğin Marksist okumayla) Humans sınıfsal çatışma açısından tetkik edilmeye davetiye çıkaran harika bir metin. Ya da Freudian okumayla patriarkal yapının dahi nasıl da teknolojik gelişmelere direndiğinin nefis bir örneği. Hatta Mulveyci açıdan Anita-Laura çatışmasının feminist terminolojiyle didiklenmesi çok düşündürücü yeni kapılara itebilir. Baudrialard’ın simulacra, hiper-realite-sanal gerçeklik kavramlarıyla Humans’ın kitabı da yazılabilir, değme romandan fazla kurmaca hediyeli olur muhakkak… Daha daha daha analize ihtiyacı olan bir dizidir yani özetle ve kesinlikle sezonun gizli sürprizlerindendir.
ŞENAY TANRIVERMİŞ