Yaz aylarında diğer aylara nazaran daha fazla sayıda korku filmi gösterime girer. Değişmez denebilecek bu kural bu sene de geçerliliğini koruyor.

Temmuz ve Ağustos aylarında dördü yerli (Siccin 2, Deccal, Üç Harfliler 2: Hablis ve Deccal-i Zihyan) olmak üzere toplam 12 korku filmi vizyon görecek. Yabancı filmlere baktığımızda her zamanki gibi ABD yapımı filmlerin fazlalığı dikkat çekiyor. Beş Amerikan filminin yanında bir Kanada, bir Avustralya ve bir de Şili yapımı film izleme şansına sahip olacağız.

Amerikalıların dünyanın diğer ülkelerine gittiklerinde başlarına gelen dehşet verici olayları konu alan korku filmlerine eminim ki hemen herkes denk gelmiştir. Bu iki aylık süreçteki filmlerden üçü bu temaya sarılıyor; Lemon Tree Passage’da Avustralya’yı gezen üç Amerikalı turistin başından geçenler yerel bir şehir efsanesi etrafında şekillenerek anlatılırken, Afflicted’da dünyayı gezmeye karar veren Amerikalı iki yakın arkadaşın yaşadığı dehşet dolu macera buluntu film (found footage) formatında anlatılıyor. Indigenous’da ise Panama’yı ziyaret eden Amerikalı turistlerin yaşadığı korku dolu tecrübelere şahit olacağız.

Madem bu temada bu kadar ısrar ediliyor, o zaman biz de bir ‘en iyi’ listesi yapalım dedik ve aşağıdaki seçki ortaya çıktı. Yaz tatili planı yapmadan önce listeye bir göz atmanız kendi sağlığınız açısından büyük ehemmiyet taşıyacaktır. Nereye gideceğinize dair bir fikir vermese bile, en azından nereye gitmemeniz gerektiği hakkında faydalı bilgilere ulaşabilirsiniz. Keyifli okumalar!

Not: Listedeki filmler yapım yılı tarihlerine göre sıraya dizilmiştir.

* An American Werewolf in London (1981)

Jack ve David adında iki Amerikalı gencin İngiltere kırsalındaki tatili pek de akla hayale gelmeyecek şekilde yarıda kesilir. İri bir hayvanın saldırısına uğrayan ikiliden Jack olay yerinde ölür. Ağır yaralanan David hastaneye kaldırılır. Herkes saldırıyı gerçekleştirenin bir insan olduğunu söylemektedir. Her ne kadar David iri bir hayvanın saldırdığında ısrar etse de kimseyi inandıramaz. Ama garip olaylar daha yeni başlıyordur; David’in kimseyi inandıramayacağı gariplikler bununla sınırlı kalmayacaktır.

İngiltere’ye gitmeden önce iki kere düşünmek gerek sanırım. Doğaüstü yaratıklar turistlere saldırmaz diye bir kural yok sonuçta! An American Werewolf in Paris (1997) adında zayıf bir devam filmi de olduğu düşünülürse gidilmeyecek yerler listesine Paris de eklenebilir pekâlâ.

* Hostel (2005)

Paxton ve Josh adında iki Amerikalı arkadaş yanlarına İzlandalı Oli’yi de alarak Avrupa turuna çıkar. Amsterdam’da karşılaştıkları Alexei, onları Slovakya’ya gitmeye ikna eder. Barcelona yerine Slovakya’ya geçen enerjik gençlerin başlarına gelmeyen kalmaz.

Cabin Fever (2002) ile dikkatleri üzerine çeken Eli Roth’un korku dünyasındaki yerini sağlamlaştıran filmi Hostel, izleyicilerini eski Doğu Bloku ülkelerinden uzak durma konusunda uyarıyor. Dinleyip dinlememek size kalmış!

* Turistas (2006)

Alex ve kız kardeşi Bea, arkadaşları Amy ile beraber Brezilya’ya tatile gider. Seyahat ettikleri otobüs arızalanınca yaya kalan gruba Finn ve Liam adında iki İngiliz ile Pru adında Avustralyalı bir kız da katılır. Hep beraber yakınlardaki bir barda çılgınca eğlenirler. Fakat içkilerine uyuşturucu katılan grubumuzun bütün eşyaları çalınır. Başlarına gelecek olanlar tabii ki bununla sınırlı kalmayacaktır.

Brezilya gibi ülkeleri ziyaret ettiğinizde asla ama asla otobüsle seyahat etmemenizi öneren film, gideceğiniz yere uçakla gidin ya da hiç gitmeyin demeye getiriyor.

* The Ruins (2008)

Jeff ile Amy ve Eric ile Stacy adında iki Amerikalı çift, Meksika’ya tatile gider. Orada karşılaştıkları Alman turist Mathias, eski Maya kalıntılarını araştırırken kaybolan arkeolog kardeşi Heinrich’i aramaktadır. Mathias’a yardım etmeye karar veren ekip, Heinrich’in çizdiği kaba bir haritayı takip ederek onu aramaya başlar. Ormanın derinliklerindeki Maya kalıntılarında onları hiç de hoş olmayan sürprizler beklemektedir. Bu seferki durağımız Meksika! Maya kalıntılarını görmek turistik açıdan cazipmiş gibi görünebilir ama filmin anlatmaya çalıştığına göre bu kalıntıları görmek her zaman ömrümüze ömür katmayabilir.

* The Darkest Hour (2011)

Ben ve Sean, bir iş anlaşması yapmak üzere Moskova’ya gelir. İşleri yolunda gitmese de bir gece kulübüne gitmeyi ihmal etmezler. Orada Natalie isimli Amerikalı bir turist ve onun Avustralyalı arkadaşı Anne ile tanışırlar. Kulüpte elektrikler kesilir ve herkes dışarı çıkar. Dünya uzaylıların istilası altındadır.

Hani hep şikâyet ederiz ya, uzaylılar neden illa Amerika’ya iner ve neden hep Amerikalılar dünyayı kurtarır diye. Burada ufak bir ayrıcalık tanınıyor ve uzaylı istilasına en sağlam direniş Moskova’da gerçekleşiyor ama maalesef başroldekiler gene değişmiyor.

* Aftershock (2012)

Gringo, Ariel ve Pollo, Şili’yi gezen üç arkadaştır. Bir partide tanıştıkları Monica ve Kylie adındaki iki kardeş ile Rus arkadaşları Irina’yı da yanlarına alarak hep beraber Valparaiso’ya giderler. Bir gece kulübünde çılgınca eğlenirlerken şiddetli bir deprem olur ve kulübün çıkışları kapanır. Dışarıya çıkabilmek için kanalizasyonu kullanan grup, bu girişiminde muvaffak olur. Ancak mücadele etmeleri gerekenler tabii ki daha bitmemiştir. Evet, gene Güney Amerika ve gene başlarına gelmeyen kalmayan bir avuç turist. Sanırım bu filmler bize açık açık Güney Amerika’ya gitmeyin demeye çalışıyor.

* Chernobyl Diaries (2012)

Chris, evlenmeyi düşündüğü uzatmalı sevgilisi Natalie ve onun en yakın arkadaşı Amanda ile birlikte uzun bir Avrupa tatiline çıkar. Yıllar önce Kiev’e yerleşen Chris’in ağabeyi Paul’a da uğramayı ihmal etmezler. Kiev’de geçirdikleri birkaç gün sonrasında Moskova’ya geçmeyi düşünen üçlüye Paul bambaşka bir teklif getirir: ‘ekstrem turizm’ adı altında pazarlanan, Çernobil nükleer santrali yakınındaki Pripyat isimli boşaltılmış kente yapılacak bir günlük gezi. Biraz isteksizce de olsa teklifi kabul ederler ve evet, gene başlarına gelmeyen kalmaz. Amerikalı gençlerin tehlikelerle(!) dolu yabancı ülkelerde başlarına gelen korkunç olayları anlatan ve böylece onları uyararak bir nevi sorumlu vatandaşlık görevini yerine getiren filmlerden Chernobyl Diaries sayesinde, Ukrayna da “çok tehlikeli” ülkeler arasındaki yerini alıyor. Bu gidişle Amerikalılar dünyanın hiçbir yerine gidemeyecek gibi.

* Spring (2014)

Annesi vefat ettikten sonra İtalya’ya giden Amerikalı Evan, orada karşılaştığı Louise isimli gizemli kıza âşık olur ve aralarında ilginç bir ilişki başlar. Tabii ki hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

Kabaca Before Sunrise üçlemesinin yaratıklısı olarak adlandırabileceğimiz Spring, bu sefer rotayı İtalya’ya çeviriyor ve hadi yurtdışına tatile gittiniz, başınıza kötü bir şey de gelmedi diyelim ama yapmayın, etmeyin, dertsiz başınıza dert alıp yaban ellerdeki ne idüğü belirsiz kızlara âşık olmayın diye uyarıda bulunuyor.

Murat Kızılca

Murat Kızılca
1971 Beylerbeyi, İstanbul doğumlu. 2008 yılında Öteki Sinema ekibine katıldı. 2012-2013 yılları arasında Popüler Sinema için vizyon filmleri yazdı. Kasım 2013’ten itibaren aylık online sinema dergisi CineDergi için Bilinmeyen isimli köşeyi hazırlıyor. Kasım 2014’ten beri aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. Halen yazmaya devam ettiği Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.