Michael Crichton’ın aynı isimli eserinden Steven Spielberg tarafından beyazperdeye uyarlanarak 1993 yılında vizyona giren Jurassic Park ciddi bir başarı elde etmişti.
Tüm zamanların ticari başarısı en yüksek canavar filmi olarak tarihe geçen Jurassic Park’a iki de devam filmi çekilmişti. İlk iki filmin ihtişamının gerisinde kalan Jurassic Park III’den tam 14 sene sonra seri “Jurassic World” ismiyle kaldığı yerden devam ediyor. Her ne kadar blockbuster dönemi olarak adlandırılan Yaz sezonunda vizyona giriyor olsa da 1993 yapımı ilk filmin ihtişamını göz önüne alacak olursak; Jurassic World’ün aynı heyecanı yaratmayı başaramadığını söyleyebiliriz. Yönetmen koltuğunda ilk bağımsız bilimkurgu denemesi Safety Not Guarenteed ile beğeni kazanan Colin Trevorrow’un oturduğu Jurassic World 12 Haziran’da vizyona girecek. Film, vizyona girmeden hemen önce kısaca serinin ilk üç filmine göz atalım istedim.
Jurassic Park – 1993
Serinin ilk filmi, dinozorların hayata nasıl döndürüldüğünü anlatan bir girizgah ile açılır. İlk bakışta oldukça karmaşık gelse de aslında teori oldukça basitti. Sivrisineklerin, dinozorlar zamanında da var olduğunu savunan Crichton, bir ağaç dalına konan sivrisineklerin ağaçların öz suyunda sıkışıp kaldığı teorisinden yola çıkarak, sivrisineklerin aynı dinozor kemiklerinde olduğu gibi fosilleştiğini var sayıyordu. Sivrisineklerden çekilen kanın Dinozor kanı olduğunu belirterek, Dinozorların DNA’sına ulaşan bilim insanları “çok karmaşık” yöntemlerle DNA’larını ele geçirdiği Dinozorları yeniden hayata döndürmeyi başarmışlardı. Olayın özü ise basitti, Dinozorlar yaşama geri döndürülecek, ve bir parka hapsedilerek tıpkı Disneyland’de olduğu gibi tema park mantığıyla işletmeye çevrilecekti – ne kadar da insana özgü bir davranış değil mi (!).
“Yaşam bir yolunu bulacaktır.”
Steven Spielberg’in yönetmenliğini yaptığı Jurassic Park, bilimkurgu soslu bir macera filmi olmasına karşın asıl gücünü o zamana kadar sergilenmiş en gerçekçi Dinozor görüntülerinden almaktadır. O güne kadar Jaws ile gerilim yaratmakta ne denli başarılı olduğunu kanıtlayan ve Hitchcock’un izinden giden Spielberg Jurassic Park’ta ise Dinozorları birer gerilim ögesi olarak kullanmıştır. Bu gerilimi yaratmak için türlü formüller deneyen Spielberg, en önemli kozunu T-Rex’in yaklaştığı sahnede, bardaktaki suda oluşan dalgalanmaları kullanarak oynamıştır.
Vizyona girdiği ilk hafta 47 milyon dolar gibi muazzam bir açılış başarısı yakalayan ve toplamda Spielberg’e 250 milyon dolar kazandıran film, tam bir stüdyo başarısıdır. Uyarlandığı kitabın yazarı Crichton henüz kitabı yayınlamadan önce yazara ulaşan Universal tam 2 milyon dolarak ödeyerek kitabın tüm haklarını satın alır. Bunun üzerine kitap 1990 yılında yayınlanır ancak Universal, filmin çalışmalarına çoktan başlamıştır.
The Lost World: Jurassic Park – 1997
Jurassic Park’tan 4 yıl sonra vizyona giren The Lost World: Jurassic Park’ın yönetmen koltuğu ilk filmde olduğu gibi yine Steven Spielberg’e emanet edilir. Oyuncu kadrosunda değişikliklere gitmesine rağmen hikaye için önemli rol oynayan karakterleri koruyarak seriye devam eden The Lost World ilk filmin kaldığı yerden ( 4 sene sonrasından) devam ediyordu. Adanın sahibi John Hammond, ilk filmde yaşanan kazadan sonra yerle bir olan adanın yanında “B” bölümü olduğunu söyleyerek kaldığı işe devam edebilmek için ekibini yeniden toplayarak “belgesel çekimi” adı altında adaya gönderir. Ancak, işler planlandığı gibi gitmez.
İlk filmin ciddi söylemlerinin yanında saf bir aksiyon vadeden The Lost World, inandırıcılık açısından da aynı başarıyı yakalamayı başaramadı. Gişe başarısıyla birlikte ana akım sinema seyircisini memnun etme derdine düşen Spielberg, ikinci filmde kitaba bağlı kalmamıştır. Örneğin, ilk kitabın sonunda ölen John Hammond ve Ian Malcolm, ikinci kitapta yer almasalar da filmin en önemli karakterleri konumundadırlar. Keza, stüdyo kitabın adı olan “The Lost World”ü beyazperdeye aktarırken değiştirmek ister. Arthur Conan Doyle’nin aynı isimli eseriyle karıştırılabileceğini düşünürler ancak, Crichton’un ısrarları sonucu kitap, beyazperdeye aynı isimle uyarlanır – Stüdyo bir şekilde filmin başlığının yanına Jurassic Park ekler: The Lost World Jurassic Park.
“Arka bahçemizde bir dinozor var!”
Ebeveyn dinozorların, yavrularını korumaya almak için insanlara saldırdığını savunan ikinci filmin, en önemli söylemi olarak bunu gösterebiliriz. İyi – kötü insanlar arasında bir ayrım yapmaya çalışırken, son derece geveze bir filme dönüşen The Lost World aksiyon açısından doyurucu olsa da ilk filmin sunduğu gerilimi yaratamadı. Filmin, sinema tarihine vasat bir film olarak geçmemesinin sebebini ise dinozorların adalarından çıkarak San Diego’ya gelmesi olarak gösterebiliriz.
Jurassic Park 3 – 2001
İlk iki filmin ardından yönetmen koltuğundan ayrılan Steven Spielberg serinin üçüncü filmi için yerini 1995 yılında çektiği Jumanji ile büyük beğeni toplayan Joe Johnston’a bıraktı.
İlk filmden 8 yıl sonra 2001 yılında vizyona giren Jurassic Park 3, ilk iki filmin izinden gitmeye devam etti. Daha önce iki kez insanoğluna büyük sorunlar açan dinozorlar her seferinde etkisiz hale getirilse de, bir şekilde adanın elverişli ekolojisi içerisinde hayatta kalmaya devam ettiler. İlk filmin en önemli karakterleri Dr. Alan Grant ve Dr. Ellie Sattler’ı seriye geri döndüren film, adayı gezmek isteyen bir grubun başına gelenleri konu alır.
İlk filmin üzerinden 8 yıl geçmiş olmasına rağmen görsel efekt konusunda ilerleme kaydedilememesi son filmin vasat olarak adlandırılmasındaki en önemli etken olsa da filmin en önemli sorunu düşük bütçeli canavar filmlerini aratmayan diyaloglarıydı. Elle tutulur tek teori; Dr. Grant ilk filmden bu yana üzerinde durduğu konu olan zeka unsuru olduğunu söyleyebiliriz. Dr. Grant’a göre dinozorlar güçlerini sadece devasa olmalarından değil aynı zamanda zeki olmalarından alırılar. Bu da evrim sürecinin içinde dinozorların da olması durumunda insanoğlunun varlığını sürdüremeyeceği anlamı taşır.
Kısacası, zayıf diyalogları, yetersiz görsel efektleri ve darmadağın senaryosuyla ilk iki filmin gerisinde kalarak vasatı aşamayan Jurassic Park 3 serinin zayıf halkası konumunda bulunuyor.
Utku Ögetürk