Kameranın hem önünü hem de arkasını mesken edinmiş Thomas McCarthy en son 2011 yılında başrolünde Paul Giamatti’nin oynadığı Kazananlar Kulübü ile beğeni kazanmıştı. Birçok filmin senaryosunda imzası bulunan McCarthy Şans Ayağıma Geldi / The Cobbler da biraz fantastik bir hikayeye imza atarak beden değiştirmenin, geçmişten gelen sihirlerin ve günümüz değişimlerinin hepsini bir potada toplamak istemiş. Ortaya komik ama çok da nereye bağlanacağı belli olmayan bir film çıkmış. Adam Sandler’i başrolünde olduğu film nesiller boyu devam eden ayakkabıcılık mesleğini bir nevi kunduracılığı anlatıyor.

Eski bir ayakkabı tamir makinesinin sihirli güçleriyle bir anda dünyası değişen Max, hem değişen dünyasının macera yanına karılıyor hem de onu iyi şeyler için kullanmayı öğreniyor. Şöyle ki sihirli ayakkabı tamir makinesinde tamir ettiği ayakkabıları giydiği anda o kişilerin görüntüsüne bürünüyor. Bu da onun farklı maceralar yaşamasına olanak tanıyor. Filmi izlerken zaman zaman ‘neden’ desem de genel de filmi keyifle izlediğimi söylemem mümkün.

Film kentsel dönüşüme de savaş açmış durumda, hatta bütün mesajını oraya doğru veriyor ki masalsı etki biraz gerçeklik kazansın. Yoksa sihirli ayakkabıların, giyip çıkarıldıkça değişen bedenlerin etkisi bir süre sonra kayboluyor. Onu daha ulvi amaçlara bağlamak gerekiyor, burada da kentsel dönüşüm ve ona direnme devreye giriyor. Bu anlamda takdir kazanması olası filmin. Max bu değişimlerle bir nevi zenginden alıp fakire verme işine soyunuyor ki filme yüklenen anlam daha da belirginleşiyor.

Yoksa turşu yemeyi özendiren bir yanı da var filmin, benim buradaki tezim turşu yemeyi özendirerek filme sempati yaratmak! Tabii ki bu komik bir sebep ama aklıma başka bir yöntem de gelmiyor. Tabii ki küçük esnafa ve onun üretimlerine sahip çıkmak filmin birincil mesajı ama turşu da pek iştah açıcı!

Adam Sandler’ın kendisiyle barışık rollere bürünmesi, kimi zaman yalnız ve mutsuz karakterlere hayat verip sonrasında onun komedisiyle ‘hayat’ ve neşe bulması formülü burada da işlerlik kazanmış durumda. Film bir dolu komediden sonra mesajı tamamlıyor ve mutlu son’a geçiş yapıyor ki kendince sürprizleri olduğunu da söylemek mümkün.

 

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.