İlk filmi Hayatın Tuzu’yla 2009’da karşımıza çıkan Murat Düzgünoğlu bu kez Neden Tarkovski Olamıyorum diye soruyor ve yanıtını da vermeye çalışıyor. Düzgünoğlu’yla tüm bu sorular ekseninde konuştuk, ortaya uzun bir sorgulama hali çıktı. İyi okumalar.
Banu Bozdemir
Hayatın Tuzu’ndan sonra ikinci filmin. Arada geçen zaman bir yönetmen için uzun mu kısa?
Birincisi maddi koşullar, ilk filmin çok fazla borcu olmasa da borçlarını temizlemek için dizilerde çalışmak zorunda kaldım. Bir de hayatı düzenlemek için. Ardından iki senaryo çalıştım. Bu eski bir projeydi tekrar revize edip Bakanlık başvurusuyla başladı, o yüzden biraz uzun sürdü.
Eski bir senaryo diyorsun ama konu günümüze çok yakın duruyor. Birçok yönetmenin aklının bir yerinde Tarkovski olma fikri yatıyor. Bu neden kırılamıyor sence?
2004-2006 arası yazmıştım, demek ki çok da bir şey değişmemiş o günden bu yana. Etiketleri biraz doğru açmak lazım sanırım. Gişe ve festival filmi diye iki tane film türü söyleniyor. Ben festival filmlerini kişisel filmler diye algılamaya çalışıyorum. Geniş ölçekli sinemanın da yaptığı şey sürekli birbirini tekrar eden aynı dramatik yapıda kuran filmler. Dram, komedi, romantik komedi, korku. Bu anlamda kişisel filmlerdeki kendini tekrar etme halinin doğru bir yere oturmadığını düşünüyorum. Eğer kişi kendi dertleriyle bir şey anlatıyorsa bunun tekrarı da olmaz. Bir yandan da şu var, şunu istiyoruz. Hem geniş ölçekli olsun hem de estetik olarak güçlü bir film haline gelsin. Bu festivallerde de çok sorulan bir soru. BU kolay bir şey değil. Mesela Bir Ayrılık gibi bir film yapmak (hem geniş ölçekli hem de estetik) izlenmesi daha kolay ve özentisiz bir film dilidir. Özenti olmama halini ben de önemsiyorum. Sorunun altında böyle bir şey de var. Muhtemelen var. Başarı arzusu tekrara da yönlendirir. Daha önce başarmış olanların yolunu kendine yol olarak belirler. Bu samimiyetsiz bir şeydir ve çoğu zaman da iyi bir şey çıkmaz buradan. Ama Bir ayrılık ya da biraz uç bir örnek Amelie gibi bir film yapma zorunluluğu da bana bir tür baskı gibi geliyor. Bunun baskısını da yaşamıyor değiliz. Ben de biliyorum filmimin yüksek bir gişe yapmayacağını. Ama istemiyor muyum? İstiyorum ama bunun için de çok çiğnenmiş bir yola da sapmak istemiyorum.
Senin filminde ikili bir hal var zaten bu Tarkovski olma isteğini hem yüceltiyorsun hem de eleştiriyorsun gibi… Saplantılı bir durum yok.
Kilit nokta insanın başarılı olması mı yoksa içten bir hikaye anlatması mı? Bu festival filmi kafasında yürüdüğümüzde en yukarıda kim var. Tarkovski. Tarkovskiyen bir tavırla film yapmak bence özenti bir hal. Kendi içinden gelen bu değilse, hoş içinden gelen buysa da sorgulamalı. Benim dilim neden buna kayıyor ya da kaymak zorunda? Ama burada temel mevzu başarılı olmak. Ödül, fon almak bir motivasyon aynı zamanda gereklilikler bunlar. Kendime sorduğum bir sorudur, bir yönetmenin durup ben ne yapıyorum diye sorması gereken bir sorudur. Bu karşılaşmadan hemen müthiş eserler çıkmaz ama zamanla iyi şeyler çıkma ihtimali çok yüksek.
Tiplemelerin başarılı kurulmuş filmde. Kafası çalışan ama genelde parasız olan, iyi bir şeyler yapmaya çalışan kesimini hiç abartmadan, çok sade ve doğru bir algıyla anlatmışsın diye düşünüyorum.
Bu biraz şöyle bir tercihti. Aslında ben kafası karışık ve hayatında dönüm noktasına gelmiş bir yaş aralığındaki bir yönetmeni anlatmak istedim. Kendi filmlerini çekmek isteyen bir yönetmeni anlatmak istediğimde biraz buraya evrildi hikaye. Kafası karışık karakterler bana daha da anlatılır gibi geliyor. Biraz ne yaptığının çok farkında olmayan, el yordamıyla yürümeye çalışan o kafa karışıklığı sanki ülkenin ortalama entelektüel sanatçısını anlatıyor diye geliyor bana. Bir sohbete girdiğimizde mevzunun karışması, iç içe girmesi ve çözümsüz bir yere gitmesiyle bu hissiyata kapılırız aslında.
Yazar karakterinin de ortalama hali bu karışıklığın ürünü mü?
Bizim ülkemizde yazar olmak da öyle best seller şeyler yazmıyorsanız para kazandıran, hayatınızda acayip sıçralamalar yaratan şeyler değil. Yazarlık yapan birçok arkadaşım parasını başka işlerden kazanıyor, o da bir parça. Bizim yazarımızda gecekonduda yaşıyor, yetecek kadar yaşıyor. Bir yönetmenin başka bir sanatsal kanattan biriyle kurduğu ilişki olsun istedim, ondan feyz almasını daha doğru buldum.
Film erkekler dünyasını anlatıyor, yönetmenin sevgilisi olan kız da o ortamda çok barınamıyor zaten. Bu atmosfer içindeki bir kadının konumunu da vermek istedin yoksa herhangi bir kadın karakter mi bu?
Özellikle bir kadın karakter anlatmak gibi bir derdim olmadı ama odakta Bahadır var ve diğer karakterlerle Bahadır’ı anlama çabası gibi. Bunlardan biri de sevgililik ilişkisi ve kadınla kurduğu ilişki. O kadın da çok Bahadır’ın dünyasından değil aslında. Daha düzenli, ne istediğini daha iyi bilen, başka bir alanda ama bir yönetmen sevgiliye sahip olma fikrinden hoşlanan, kendi çevresiyle Bahadır arasında sürekli bir ilişki var etmeye çalışan biri. Biraz acımasız olabilir ama filmlerine fon ararken ve yatakta bir karşılığı var o kadının. Kavga sahnesinde son tahlilde Bahadır gitme etme yapsa da finalde erkek erkeğe kalmak, onunla çay içmek daha rahatlatıcı geliyor. Çoğunlukla bir çok erkeğin yaşadığı ruh halidir benim gözlemime göre.
Gelelim babayla olan ilişkine, en ilginçlerinden biri de o sanırım. Kopuk ama birbirinden destek alan bir ilişkileri var gibi.
Erkeklerin babayla bir derdi olur hep. Baba da oğlunun yaptığı işten çok mutlu bir adam değil. Babanın daha gerçekçi, basit bir hayatı var. Ama bir yandan da 20 yıldır bir binayı bitirmeye çalışıyor. Her türlü öneriyi reddediyor bitirmiyor. Tıpkı askerliğini bitirmeyen dayı gibi, okullarını bitiremeyen elemanlar gibi. Babanın da binayı bitirmemeye endeksli bir yaşantısı var. Bina bitse baba da bitecek çünkü. Babayla kurduğu ilişki vicdanla karışık bir hal.
Hayatımızda hep projeler var, hep bir şeyler üretme hali, telaşı…
Evet kesinlikle ama genelde bitmeyecek projeler üretme hali. Belki de hiç olmayacak ama sürekli cümlesi kurulup etrafta bunu söyleyeceği bir yapı kurması onun için daha hoş. Oysa küçük bir hikaye kurup onu anlatabilmek daha mümkünken bir potansiyel olmak hiçbir zaman risk altında değildir. Bir eseri bitirmek demek çok iyi bir şeyle karşılaşma ihtimali olmasına rağmen tehlikeli bir şeydir, rezil de olma ihtimali barındırır.
Film çok sanatsal başlıyor, sonra biraz mizah var ve sonra daha ciddi sahnelerle baş başayız. Bunu tercih etme sebebi var mı?
Dengesizmiş gibi bir his verebiliyor olabilir film ama yalan yok çok da hareket etmedim. Belki de hareket edip bir grafik yüklemek lazım. Merkezi tutma arzusu Bahadır’ı odak noktası tutmaya çalışarak yapmaya gayret ettim. Bahadır’ı anlatma noktasında biraz böyle olmak zorunda kaldı, tutarlı olma halinde ilerlemiyor film doğrudur. Ama bana da son 15 dakikası çok güzel geliyor, yalan da yok. (gülüşmeler)
Yok ben tutarsızlık olarak algılamadım, rahatsız da etmiyor böyle bir anlatım. Herkes kendi algısına göre bir şeyler bulma derdinde belki de. Ben filmi sevdim. Tarzını da bağımsız, minimal artık ne dersek o dünyanın hem içinde hem de dışında buldum biraz.
Ben hayatımda mizahı kullanan biriyim. Kendimi ciddiye almakla beraber dalga geçtiğimi de varsayıyorum. Kendimle ve çevremle de. Hayata başka türlü katlanamıyorum. Filme umutsuz, karakterin gülmediği bir film dendi. Aslında bana göre hiç umutsuz değil. Ben finalde tam bir yıkılmanın, dibe vuruşun, yorganı üste çekmenin, gelen telefonları reddedecek hale gelmenin dışarıyla kurulan bağımlılık haline bir son vermenin çabasının kendisini büyük bir şey olarak değerlendiriyorum. Kendine dönmek bence çok umutlu bir hal. Umutlu bir hal yaptığımı düşünürken Bahadır’ın gülmeyişi üstünden filmi umutsuz düşünenler de oldu.
Hayatındaki maddi kayıplar yüzünden mi acaba? Kademe kademe elektrik, su, doğalgaz vs…
Bizim hayatımızdaki bir yol kat edemeyişimizin genel cümlesi dışsal nedenlerdir. Elektrik kesilir, borç ödenemez, para yoktur. Ama en temel mesele kişinin kendisiyle ilgilidir diye düşünüyorum ben. İlk filmle bunun arası maddi nedenlerden dolayı uzamıştır ama benle de ilgilidir. Benim niyet ettiklerim, düzensizliğim, kafakarışıklığımla. Kimse ayna bakıp ben de bir sorun var demiyor. Herkes büyük bir deha ve buna sürekli engel olunuyormuş gibi bir his yaymaya çalışıyor. Böyle de iyi hissediyor. Bahadır bence yıkılarak yapılmanın zeminini oluşturuyor ki bence çok umutlu bir film.
Festivallerle ilgili ne düşünüyorsun?
Bir filmi bir festivale gönderiyorsanız, seçici kurulu gördüğünüz halde filmi çekmiyorsanız, ben çekmedim, sonuçta bu jüri bunları tercih etti. Filme Yılmaz Güney Ödülü ve Film Yön En İyi Yönetmen ödülü verildi. Bir sıkıntım yok, olmaması da gerekir galiba.
Belki de söylenmeli… Sivas’ın yönetmeni kalkıp Altın Portakal’dan sonra söyledi mesela?
Evet bana göre Sivas çok iyi bir film. Kaan’ın bu serzeniş ve sıkıntısı anlayabilirim ama ben yönetmen olarak bu cümleyi kurmayı doğru bulmuyorum. Başkaları kurduğunda da ona yorum yapmıyorum. Ben kendi adıma diyorum bunu.
Bir yandan da biraz uzak kaldığın için de olabilir biraz yalnız, fonların, ödeneklerin dışında görüyorum seni. Dışarıda çok hareket var ama sen tercih etmiyor gibisin…
Biraz tek durma hali var. Bir o ağın içinde olma halini beceremiyorum. Ona ilişkin çabanın çok anlamsız geldiği de oluyor. Oraya harcayacağım enerjiyi başka bir şeye harcayayım hissine de kapılıyorum. Ama Kültür Bakanlığı’na mecburum. Param olsa başvurmam ama onun dışındaki alanlarda bir parça şüpheliyim. Kendimi yalnız hissettiğim oluyor. Sanki bir takım gruplar var da onlara ait olmak gerekiyormuş hissi sadece kendimde değil çevremde de görüyorum. Adı konmamış birtakım dirsek temasları görüyorum, birçok insan görüyor. Kendi aralarında konuşuyorlar. Elle tutulur gibi de değil, çamur atmış gibi oluyorsun da bir yandan. Ama Allahın bildiğini biz de biliyoruz. (Gülüşmeler)
Tansu Biçer çok başarılı bir oyuncu ve fazlasıyla karşımıza çıkan bir oyuncu. Senin onunla çalışmayı tercih etme sebebin?
Bir kere iyi oyuncu. Oyunculuk sıkıntıları içine, tuzaklara çok düşmeyen, hayatı minimal yaşayan gerçeklikle ilişkisi daha doğru olan, kendisini de bir oyuncu olarak kurmayan insanlar. Nadir Karabacak da öyle, daha az tanıyorum Tansu’dan ama. Tansu’yla filmden önce bir dizi çalışmıştım, kısa bir rolü vardı ama ben sendeki potansiyel ortaya çıkacak demiştim. Bunu da beş altı yıl önce söylemiştim. Tansu o zaman da aklımdaydı. Bakanlık desteği aldığında da ilk onunla konuştum. Benim için o zaman Tansu o kadar da popüler değildi sanki. Çok ruh akrabalığı hissettim ben Tansu’yla. Çok kolay ilerledik. Tansu ilk defa kentli, tırnak içinde entelektüel birisini oynuyor aslında. Daha önce daha çok taşralı oynamış, benim için de enteresan oldu deyip duruyordu.
İlk filmini çekeceklere ne dersin? Tarkovski mi olsunlar önce? (Gülüşme)
İlk filmlerini yapan insanların taklitle bağının olmasında hiçbir sakınca yok. Birtakım filmleri çok beğeniriz, edebi eserleri de keza öyle. İlla sızar, sızmaması çok kibirli bir mevzu. Sinema tarihinde de yok gibidir bence ama son tahlilde yapılması gereken şey ben kimim, benim derdim ne, ben neyi nasıl anlatmak istiyorum sorularını doğru düzgün sorduğunda, aynaya baktığında yamuk taraflarını da görebiliyorsa bence oradan güzel bir şey çıkar.
Politik seksenli bir ülke olmamıza rağmen politik sinemaya uzak mı duruyoruz nedir ? ya da onu anlatmanın yolunu kişiselleştiriyor muyuz?
Sinemacılar genelde solcudur, sol duyarlılık vardır ya da bir dönem hakim olmuştur diyebiliriz. Politik film yapmaya da genel bir eğilim olmuştu zaten. Hatta türk sinemasının bir dönem derdi politik filmlerdir, şimdi biraz kabuk değiştirdi.
Şimdi ki durumdan bahsediyorum ben de aslında…
Ülke apolitikleşiyormuş gibi duruyordu ama aslında ondan da öte politik filmin iyisini yapmak çok zor. Çok riskli, tartışmaya çok açık ama gerçi getirisi de çok yüksek. Sırf birisini ya da bir direnişi anlattığınız için sizi sahiplenecek insan sayısı Tarkovski’yi sahiplenecek insan sayısının yüz katı. Ya da alttan alta politik film yapmak eninde sonunda yüzeysel bir film yapma hissi yaratıyor olabilir. Olabilir diyorum. Daha kalıcı, elli yıl sonra da seyredilebilir bir şey yapma arzusu da tetikliyor olabilir. Yani politik film arkeolojik bir buluntu haline dönüşebilir, sadece anlattığı meseleyle sınırlı kalan durumlar da olabilir. Bu arada The Hunger / Açlık’ı çok severim. İnsanın kendisini feda etme mevzusu. bUnlar kalıcı mevzular. Bu film o yüzden değerli. Ama genelde bir olaya odaklanıldığı için sığlaşıyor, genelden bahsediyorum. Meseleye odaklanıp bir de insanın en temel meselelerine inilse bence çok değerli. Kafamda da hatta böyle bir şey var çalışıyorum bakalım.