Özellikle Persona filmiyle hafızalara kazınan ve İngmar Bergman’ın has oyuncularından olan Liv Ullman imzalı filmin yönetim anlamında başarılı olduğunu söyleyek yazıya başlayalım. Oyunculukla yola çıkan ama kamera arkasına da ilgi duyup yönetmenliğe soyunan oyuncuların akibeti birkaç örnek dışında vasattır ki neredeyse Ullman’ın da bu filme kadar dişe dokunur bir filme imza attığını söylemek güç. Nispeten Faithless başarılıydı. Ve yine yakın bir tarzla (yoğun diyalogları hesaba katarsak) anlatıma soyunduğu Miss Julie / Aşk ve Tutku’nun belli bir ivme tutturduğunu söylemek mümkün.
August Strinberg’in aynı adlı oyunundan uyarlanan filmin klasik sinema izleyicisi için en büyük handikapı sınırlı mekan ve oyuncularla yaptığı, tekrarlı bir hesaplaşma hali olabilir ki o da Ullman’ın başarılı yönetimiyle kısmen gideriliyor. Strinberg’in kadın erkek çatışmasına fazlaca el attığı oyunlardan biri de Miss Julie. Hatta günümüzde en fazla sahnelenen oyunlardan. Dönemin yani 1800’lerin sosyal yapısına kadın erkek ilişkileri açısından bakan film Miss Julie ve uşakları John arasında yaşanan çekimi ve sonrasındaki hesaplaşma sürecini ele alıyor.
Kadın ve erkek açısından ahlak kavramının anlamı gayet açık ve net bir biçimde masaya yatırılıyor ve neredeyse bir cerrah titizliğinde kesilip biçiliyor. Hastanın masada kalıp kalmadığını izleyenlere bırakmak lazım! Ama hikayenin sorgusu her daim karşılık bulabilecek bir sosyal zaman atlayışıyla günümüze dahi ulaşıyor.
Yönetmen oyunun geçtiği döneme sadık kalmış. Öyle ki mekanların sadeliği, kostümlerin neredeyse değişmeyen bozumu karakterlerin ruh halleriyle uyumluluk gösteriyor. Yani sade bir mekan tasarımını karakterlerin gitgelli ruh haline fazlaca uydurmuş yönetmen. Bu da dönem filminin tam da ortasına düşmüşsünüz hissi yaratıyor. Tabii diyalogların yoğun bombardımanı yorucu gelebilir, hatta tekrara düşüyormuş hissi yaratabilir ama kulak verip dinleyince gayet akıcı olabiliyor. Oyunculuk performanslarını da yabana atmamamız gereken bir film karşımızdaki. Döneme ilişkin yaptığı sınıf çatışması, inanç meselesinin aslında kişisel egolara yaslanan dışavurumları ve çocukluk katmanına inen ruh halinin transferiyle güçlü metni boşa çıkarmayacak bir film olmuş. Belki sonlara doğru yaşanan tekrarlar biraz budanabilirdi ama onu da çaresizlik dozunun aşımı olarak anabiliriz filmde. Yani dramatik yapının yoğunluğunun teatral dokuya katkısı olduğu bir gerçek.
Colin Farrell ve Jessica Chastain’in başarılı performanslarıyla ilerleyen film oyuncuların karizmalarından da yararlanmayı ihmal etmemiş. Özellikle de Farrell’in. Beş mekanı dolaşan filmin avantajlarından biri de güçlü bir görsel arka plan sunması. Yoksa aynı mekanlarda tekrarlanan aşk, ego ve kimi zaman da ıstırap kokan diyaloglardan fenalık gelebilirdi. Filmde değişimsizliğe karşı duran tek şey her konuşmanın ruh haline göre açılan yeni bir şişe şarap ve dolaptan çıkarılan yeni kadehler oluyor. O da filme değişik ruh hallerine geçiş dinamizmi katmış.
Film aralarda da belirttiğim gibi kadın dünyasının girdabına dikkat çekiyor. Erkek bir şekilde ahlak sorgusunun ana etmeni dışında kalabiliyor ama kadın en hazin sonlara teslim olabiliyor. Yani ahlak sorgusu sınıf farkını ince bir çizgiyle kesiyor. Başarılı metin bunu hissettirirken filmin diyaloglara dayalı akışı da buna destek. Haftanın en konuşan filmi olarak not düşelim, izlemek isteyenleri de filmin alengirli dünyasına davet edelim.
Yıldız: 3.5
twitter.com/BanuBozdemir