Woody Allen: “Mastürbasyonu dışlamayın. O benim aşık olduğum biriyle yaptığım seks.” 1935 yılında Allan Stewart Koniserberg ismiyle New York’ta Dünya’ya geldi, yaşadığımız yüzyılın en büyük yönetmelerinden biri olarak kabul edilen Woody Allen. Çok sevdiğini her fırsatta dile getirdiği çizgi film karakteri “Woody Woodpecker”dan aldığı adıyla tanıdığımız auteur yönetmen sinema eğitimiyle, komedyenlik kariyerini birleştirdikten sonra hem şöhret hem de başarı basamaklarını bir bir çıkmaya devam etti.
Filmlerinin birçoğunda başrolü de kendisine vermekten çekinmeyen Allen, sadece başrolü üstlenmekle yetinmez aynı zamanda kendi hayatından da kesitler sunmayı çok sever. Zira, Allen’ın dahiyane tarafı da günümüz insanının (kendisi de bu tanımın içinde yer almaktadır) varoluşsal sorunlarını analiz edip bunları beyazperdeye aktarırken aynı zamanda hayal gücünün sınırlarını zorlayan bir anlatı seçmesidir.
Annie Hall ile hem yönetmen hem de senaryo kategorilerinde olmak üzere, toplamda dört kez Oscar kazanan Woody Allen, bu ay kariyerinde yönettiği 47. film olan Magic in The Moonlight ile bir kez daha bizlere sihirli bir dünyanın kapılarını aralıyor.
Ben de Magic in The Moonlight vesilesiyle, Allen’ın bizleri götürdüğü bu sihirli dünyaları bir kez daha hatırlayalım, hatırlatalım istedim.
Sleeper (1973)
Woody Allen ve dehasının ilk ve en leziz örneklerinden olan Sleeper, 1973’te ülser ameliyatı sebebiyle “uyutulan” ve “unutulan” Miles Monroe’nun 200 yıl kadar sonra uyandırılması sonucu başına gelen olayları konu alıyor.
Genellikle kadın-erkek ilişkilerini ve hayatın anlamı kavramlarını kendi üslubuyla ele alan Allen, Sleeper’da bunların yanı sıra devlet ve din kavramlarının insan üzerindeki etkilerini açık bir dille eleştiriyor.
Filmin listemizde olma sebebine gelecek olursak; Allen hayranları, zamanlar arası yolculuklara veya hiç beklemedikleri bir anda beklenmedik bir olayla karşılaşmaya her zaman hazırdırlar ama yönetmeninin seyirciyi 200 yıl sonrasında yaşanan bir hikayeye ilk kez götürdüğü komedi türündeki Sleeper, bizlere alışık olmadığımız bir dünya sunuyor olmasına rağmen alt metni oldukça sağlam bir eleştiri sunuyor.
Annie Hall (1977)
Kazandığı Oscar sayesinde en bilinen Woody Allen filmi olan Annie Hall, aynı zamanda Woody Allen’ın olgunluk döneminin başlangıcı olarak kabul edilir. Listedeki diğer filmlerin aksine Woody Allen, Annie Hall’da bizlere bilinmedik Dünyalar sunmuyor ama kendi yaşadığı dünyaya bizleri sokarak, yaşadığımız dünyanın belki de reddettiğimiz gerçeklerini kavramımızı sağlıyor. Diane Keaton ile ilişkilerini kamera önünde yaşıyor diyebileceğimiz ve çağımız ilişkilerini kendi aşkları üzerinden eleştiren bu filmde Allen, Alvy Singer karakterine hayat verirken, Keaton ise filme adını da veren Annie Hall’ı canlandırıyor. En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Özgün Senaryo kategorilerinde Oscar kazanan Annie Hall, daima güncelliğini koruyan ender filmlerden.
The Purple Rose of Cairo (1985)
Woody Allen ve sihirli dünyaları konseptli bir yazı hazırlıyorsak ilk sıraya koymamız gereken film belki de: The Purple Rose of Cairo’dur. Cecilia, The Purple Rose of Cairo (Kahire’nin Mor Gülü) adlı filmi beşinci seyredişinde filmin karakterlerinden Tom Baxter’in dikkatini çeker. Sinema perdesinden çıkıp Cecilia’nın yanına gelen film karakterimiz bir yandan Cecila ile doyasıya bir aşk yaşarken, öteki tarafta filmin olağan akışı çıkmaza girer.
Belki Allen, The Purple Rose of Cairo ile bizleri sihirli bir dünyaya yolculuk ettirmiyor lakin bu kez bir film karakterini bizim pek de “sihirli” dünyamız ile tanıştırıyor. Bunu yaparken yukarıda da bahsettiğim gibi her zaman ki düzeni ve ilişkileri eleştirmekte kalmıyor kendisinin de ait olduğu sinema sektörünü de yerden yere vuruyor.
Mighty Aphrodite (1995)
Türkçeye sebebini kimsenin bilmediği şekilde “Sevimli Fahişe” olarak çevrilen, kişisel listemin zirvesindeki Woody Allen filmi Mighty Aphrodite’te usta yönetmen Yunan tragedyasını çağımız New York’u ile harmanlayarak tadından yenmeyecek bir fantastik-komedi örneği sunuyor.
Birçok yönetmen ve senarist ister istemez her filminde kendini tekrarlarken Woody Allen’ın neden diğerlerinden ayrıldığını detaylarıyla gösteren Mighty Aphrodite bir Allen başyapıtı.
Midnight in Paris (2011)
Bu listeyi 2010 yılında yapmış olsaydım, liste anlamsız ve yarım kalmış olurdu. Çünkü Allen 2000’lerde çektiği en iyi film olan Midnight in Paris’i henüz çekmemişti.
Düğünlerinden kısa bir süre önce hem iş hem de tatil için Paris’e giden Gil ve Inez çifti kendilerini evlilik öncesi geçirecekleri müthiş bir tatilin beklediğini düşünürler. Ama işler pek de bekledikleri gibi gitmez. İlerleyen zamanlarda hayattan aldıkları zevklerin çok farklı olduğunu keşfeden Gil ve Inez Paris ziyaretlerini birbirlerinden ayrı geçirmeye başlarken Gil, her gece zamanda yolculuk etmeye başlar. Salvador Dali’den Pablo Picasso’ya kadar birçok önemli isimle tanışma şansı bulan Gil, aradığı aşkın Inez olmadığını muazzam bir deneyim sayesinde öğrenir.
Woody Allen’ın artık her filminde işlemekten yorulmadığı ve günümüz şartlarına göre olgunlaştırarak işlediği kadın-erkek ilişkileri bu filmde tarihin tozlu sayfaları ile birleşince tadından yenmez bir hal alıyor. Owen Wilson’un başrolde yer aldığı ve Woody Allen’a benzerliğiyle dikkat çektiği Midnight in Paris en iyi orijinal senaryo kategorisinde usta yönetmene bir de Oscar kazandırmıştır.
To Rome with Love (2012)
Woody Allen filmografisinin zayıf halkalarından olmasına rağmen, rotasını bu kez Roma’ya çeviren yönetmenin eşsiz yaratıcılık örneklerinden olan To Rome with Love listemin son filmi. Aslında iyi bir yönetmenin vasat filmi olarak nitelendirebileceğimiz film, Roma’nın güzelliklerini sunarken usta yönetmenin yaratıcılığıyla bizleri yine sihirli bir dünyanın içine sürüklüyor.
Midnight in Paris’ten yalnızca bir sene sonra vizyona giren To Rome with Love, henüz o filmin etkisini üzerinden atamayan bizler için Paris’te geçirdiğimiz bir gecenin ardından Roma’da uyanmış hissi yaratmıştı. Paris’te geçen fantastik hikayenin ardından bu kez masalsı bir anlatı seçen Allen, kadın-erkek ilişkilerini To Rome With Love’da birden fazla karakteri merkezine alarak işlemeyi tercih ediyor. Alec Baldwin, Roberto Benigni, Penelope Cruz, Jesse Eisenberg, Greta Gerwig ve Allen Page gibi isimlerin yer aldığı film belki Allen’ın kariyerine bakınca zayıf kalıyor lakin, sihirli dünyalara yolculuk etmeyen sinemaseverler için yine keyifli bir 110 dakika sunuyor.
Utku Ögetürk