‘İnsan, hiçbir zaman tam olarak söylemek istediğini söyleyemez’ Ümit Ünal Sesi kapatılarak izlendiğinde dahi ana hikayeyi, ana duyguyu hissedebileceğiniz filmlerin yönetmeni, Teyzem, Milyarder, Hayallerim, Aşkım ve Sen, Arkadaşım Şeytan, Piano Piano Bacaksız, Amerikalı, Yaz Yağmuru gibi önemli filmlerin senaristi, Amerikan Güzeli, Aşkın Alfabesi, Kuyruk, Işık Gölge Oyunları gibi kitapların yazarı Ümit Ünal, 1985 yılında tezini okula teslim edip Teyzem filminin senaryosuyla İstanbul yolculuğunu başlatır.

Aynı yıl, reji asistanlığı için Atıf Yılmaz’ın setinde, Adı Vasfiye’ nin çekimindedir. 2012 yılında yayınlanan *Işık Gölge Oyunları kitabında, bir yönetici olarak, film yönetmeninin nasıl biri olması gerektiğini, tutumlu ve planlı olmayı Atıf Yılmaz’dan öğrendiğine içtenlikle yer vermiştir. Yönetmen, Teyzem’ in senaryosunu Urla’daki sette Müjde Ar’a 1,5 saatte okur ve aldığı cevap karşısında o gece mutluluktan uyuyamaz…’’Ümit, biz bu filmi mutlaka çekeceğiz’’. Teyzesinin Bursa’da geçen bu gerçek hikayesi, 1986’da Milliyet Gazetesi’nin senaryo yarışmasında birinci olur. Film, çekim sürecinde gerçek hikayeden bazı kısımlarıyla ayrılmış, değişikliğe gidildiği haliyle aynı yıl, Halit Refiğ’in elinden çıkmıştır. Annesi ve üvey babasıyla yaşayan paranoid şizofreni hastası Üftade (Müjde Ar)’ nin bulduğu tüm boş kağıtlara doldurduğu hayatını, yeğeni Umur’un gözünden izlediğimiz Teyzem, trajedisi ve hiçbir hikayeye devretmediği gücüyle perdedir. O yıllarda henüz David Lynch veya John Waters filmlerinden birini bile seyretmemiş olan Ümit Ünal’ın ilk senaryosunun, yıllara bu denli dayanmış olması şüphesiz hikayenin samimiyeti kaynaklıdır. Teyzem, ana hatlarıyla ele alınmayacak kadar önemli bir yapıt olmasına karşın, seyircisini Ümit Ünal sinemasıyla tanıştırdığı için değmeden geçilemeyecek bir girizgahtır. Atilla Özdemiroğlu’nun kapanış sahnesindeki müziğini başlatmanız için ise, şartlı refleks unsuru, sadece tek bir vapurdur. Teknik eksiklikleri düşüncesi, senaryoda eklemek ve çıkarmak istediği detaylar gibi nedenlerle yeniden çekmeyi düşünse de; Ümit Ünal Teyzem’ le, filmi açık bırakıp çıkmıştır.

Ümit Ünal sineması, Yeşilçam’da 15 yıl kadar süren senaristlik dönemi sonrasında, gördüklerini yerleştirecek bir kayıt malzemesi için kendisine seslenmesiyle su üstündedir. İçsel mecburiyetlerinin verdiği buyruk, yönetmene görüntüsünü kaydettiği tüm yanılgıları söyletmeye başlar…nabzı gürültüyle çalışan bileklerle-tek değmediği derisi dikenli, deniz yıldızı kalmış yorgun omuzları bir araya getirir. Seyirci, çatıda tutuşan naylonların geri dönüşümle tekrar nasıl kullanılabileceğini, digital terazinin ülke ekonomisine faydalarını dinlerken usta yönetmen,               15 dakikada bir arttırdığı tansiyon için diğerlerini yetiştirir…boynuna taktığı muskadan karanfil yapanları, hava yastığı açılana kadar yaşayanları. Türkiye’nin panaromik görüntüsü, Ümit Ünal’ın masaüstü yelpazesi gibidir; kalem oynatma gücüyle çalışan bir yelpaze.

Tüm setleri, yan yana bir dizgiye koyularak yukarıdan dikizlendiğinde, filmlerinin bütününe seyirci refleksleriyle oynayacak ölçüde gerilim, korku, tedirginlik hissi kattığı gözlenir; ancak yöneldiği bu durum, yönetmeni bir tür üzerinde yoğunlaştırmaz. Ümit Ünal’ın tek tonlu bir sineması yoktur, kara mizahı da farkettirmeden hemen hemen her filmine yerleştirir. Sırlar, önemli bir anlatım aracı, hatta bazı filmlerinde yardımcı oyuncudur. Eteklerden dökülen taşların sonrasında nereye bırakıldığı değişkenlik gösterir. Seyircinin algısıyla son derece başarılı bir biçimde oynayan, estetik, ideolojik ve kültürel kodlamalarını bozarak izleyicisini eğiten bir yönetmendir, Ümit Ünal.

Gerek hazırlık süreci ve ön provalara uzun zaman ayırarak, çekime fazla tekrar/hata payı bırakmaması, gerekse bunu destekleyen profesyonel oyuncularla çalışmayı tercih etmesi kaynaklı, filmlerinin bütüne yayılan ruh, son jeneriğe kadar aynı inandırıcılıkla sürer. 10 yıla sığdırılan 7 filminden bir üçlemeyi, şeridi deforme etmeden(!) çevirelim.

Senaristliğinin yanı sıra yönetmenliğini de yaptığı ön yapıtı 9, Türk sinemasında baştan sona dijital olarak çekilmiş ve daha sonra 35 mm’ye aktarılmış ilk sinema filmidir. Ağırlık merkezine hikaye, monolog ve oyunculukları yerleştiren yönetmen, tek mekan çekimli 2001 yapımı filmini, karakterlerin kendi aralarında konuştuğu duygusuyla ilerletir. Ali Poyrazoğlu, Cezmi Baskın, Serra Yılmaz, Fikret Kuşkan, Ozan Güven ve Rafa Radomisli’ nin baş oyunculuklarında, İstanbul’un sıcak ilişkiler içinde, herkesin birbirini yakından tanıdığı mahallelerinden biri(!), üçüncü sayfa haberlerine konuk olur. 9, baştan sona cinayet sorgusu şablonuna yerleştirilmiş, kaydırma yaptırdığınız her sanıkta soruyu tekrar almak istediğiniz, cevap anahtarında tüm seçenekleri işaretlediğiniz, gerçek ve görünenin bakış açısına göre değişkenliğine eğilmiş bir filmdir.. puzzle gibi, tıpkı 9 rakamının 6 da olabilmesi gibi. Dizilere konu olan o küçük, şirin mahallelerin kendi halinde gibi görünen hayatlarına bir şey söylemek isteyen yönetmenin, hiçbir formülüzasyona bağlı kalmadan, festival, eleştirmenler, hatta seyirciyi bile düşünmeksizin kendini tamamen serbest bırakarak bitirdiği filmi , 2002 yılı İstanbul ve Ankara Uluslararası Film Festivalleri’nden senaryo, yönetmen, oyuncu ve müzik dallarında topladığı ödüllerin yanı sıra, 2003 yılı Yabancı Film Oscarı için de Türkiye’nin adayı seçilmiştir. Üzerinde sürükle-bırak yöntemi uygulanan seyirciyse, göğüs kafesindeki tüm zanlılarını bu filmle serbest bırakır.

Yönetmen, 2007 yılında ‘Ara’ filmini, yokuş aşağı yelpazeye benzeyen  Kuledibi’nden sarkıtır… Galata’daki Yalova Apartmanı’ndan. Usta yönetmen filmin açılış sahnesini, Harold Pinter’ın İhanet adlı oyunundan ‘’Boşver. Geçti hepsi’’ alıntısıyla başlatır. Kusursuz yazılmış diyalog bağından tutarsanız bir üst katta dört başrol oyuncusu, çocukluktan iade gelen paketleri tek tek açmaktadır. Erdem Akakçe, Betül Çobanoğlu, Serhat Tutumluer ve Selen Uçer’in usta oyunculuklarında, herkesin kabinin farklı olduğu zemininde yürüyen filmde, hikayenin açıldığı yer, her dokunuşun o kadar da bir ivmesi olmadığını düşündürür. Boş gelen paketlerin yerini, post-modernizmin bir bardak daha koyarak doldurduğu ev, günlere karşı gelemez, tek kabine dönüşür. Afişe de taşınan ‘O sızı hiç geçmeyecek biliyor musun, biz hiç doymayacağız’ repliği filmin 18.dakikasında Ender (Erdem Akakçe)’den sarsmadan gelir… herkesle barışmış ama hiçbirini tanımıyor gibi. Ender’in kız arkadaşı, yarı Fransız olan Gül (Selen Uçer), babaannesinden kalan, hikayenin geçtiği evi, reklam ve film çekimleri için kiraya vermektedir. Dairenin duvarlarında her set sonrası bırakılan kalıntılar, ki filmin kapanış sahnesinde de kadrajdadır; yere düşmüş tek bir küpe, pencere önünde unutulmuş tuzluk, bir evin nelere tanık olabileceğini ustalıkla vurgular. Ender’in çocukluk arkadaşı ve iş ortağı olan Veli (Serhat Tutumluer), kendisiyle geç tanışmış, tanıştıktan sonra da bir daha selamlaşmamış bir görmezden gelicidir. Ne de olsa yaşadığı ülke, **doğusundaki aynaya bakınca şişman olduğunu, batısındaki aynaya bakınca da kemiklerinin sayıldığını düşünen, üstüne giydiği hiçbir şeyi kendine yakıştırmayan, bulimik ve depresif bir genç kızdır. Eşi Selda (Betül Çobanoğlu) ise, ‘ritm insanı en ilkel haline döndürür, en vahşi haline’ mantığında bir konservatuarlıdır. Ümit Ünal’ın senaryosunu, kendi yaşamı ve kuşağının etkileriyle yazmaya başladığı ancak tamamen hayali bir hikayeden oluşturduğu filmde, bir evde yaşanmış ilişkilerin 10 yıllık örgüsü, atlamalı bir kurguyla anlatılır. Usta yönetmen, sinemada yaygın kullanılan klasik geriye dönüşleri uğurlamış ,yerine başka bir devinimi perdesine katmıştır…verilen bir sözden, o sözün harcandığı ana ya da tam tersi, karanlık bir geceden, mutlu bir sabaha göz kırparak geçer. Film, 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali ile Serhat Tutumluer’e En İyi Erkek Oyuncu, 15. Altın Koza Film Festivali ile En İyi Kadın Oyuncu Selen Uçer, En İyi Senaryo Ümit Ünal ve En İyi Kurgu Çiçek Kahraman olmak üzere ekibine çok sayıda ödül getirmiştir. 2008 yılında; Stockholm, Roma, Montpellier gibi birçok Uluslararası Film Festivali’ni gezmiş, Polonya, Wroclaw New Horizons Festivali ve İsviçre, Basel’deki gösterimlerinde de çok olumlu tepkiler almıştır. Ümit Ünal yine, pembe-beyaz reklam çekimleri bitince, duvarların hızla kendi rengini aldığı bir filmle, hiçbir şeyin düşüncelerinizin yerinden edilmesine mani olmadığı mahzeninizdedir…hayatta.

 

Yönetmen, 9 ve Ara ile başlayan ‘kendi istediği filmi yapma’ dönemindeki son çarpıştırmayı Nar’la gerçekleştirir… Açılış sahnesinde, Birhan Keskin’in ‘Dürtme içimdeki narı/Üstümde beyaz gömlek var’ dizesine yer açan Ümit Ünal’ın 15 kopyayla vizyona giren 2012 yapımı filmi, sinema eleştirmenleri tarafından övgüler toplayarak Türk Sineması’nın en iyileri içinde yerini alır. Metafizik bir gerilimle başlayan film, insana hala inanan, değerlerini kimseye taşıtmamış kesimle, gücün nereden geldiğinle ilgilenmeyen sonuç ve iktidar odaklı, inançların yerini fayda ve hazcılığın aldığı kesimin dört kişilik hesaplaşmasını bir odada buluşturur. Alt metninde, inandığınız birçok şeyin yerle bir olduğuna tanık olmanın bir dakikaya sığabileceği metaforu işlenen film, ‘Bazen daha büyük kötülükler olmasın diye, küçük kötülüklere izin verilir’’ repliğini, yapıştığı olay mahalinden kazıyarak hatayla yapılan ve bilinçli yapılan arasındaki ayrıklığa ışık tutar. Tek mekan çekimli olduğu için oda tiyatrosu benzetmesi yapılan filmde, Serra Yılmaz, İrem Altuğ, İdil Fırat ve Erdem Akakçe’ nin üstün performanslarının sahne bazlı değil, film süresince aynı ritmi koruduğunun altı çizilmelidir. Eskiden temizlikçilik, yakın bir dönemdir de falcılık yaparak hayatını kazanan Asuman (Serra Yılmaz), kendi adaletini sağlamak için Alibeyköy’deki gecekondu mahallesinden, doktor Selma(İdil Fırat)’nın sahildeki evine gelir. Kendisini apartman kapısında karşılayan kapıcı Mustafa( Erdem Akakçe) ve Selma’nın hayat arkadaşı, evin diğer bireyi olarak kapıyı açan Deniz(İrem Altuğ), toplumsal adaletin, vicdan duygusunun ve birbirimize karşı olan inancın, ‘düzeneği’ taşıyan bir iskelet olduğunu hatırlayana dek kendi küçük hayatlarından(!) çıkamazlar…uzun sekans çekilen final sahnesine kadar.      2011 Antalya Altın Portakal Film Festivali, Kadınlar Jürisi Özel Ödülü ile, sinema eleştirmenleri ve seyircinin film üzerindeki tescilini yalnız bıraksa da, 23.Ankara Film Festivali, En İyi Sanat Yönetmeni ödülüyle Elif Taşçıoğlu’nu, 17.Sadri Alışık ve 1.YEFA Ödülleri, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülüyle İdil Fırat’ı, 12. İzmir Film Festivali En İyi Film, En İyi Senaryo Ümit Ünal ve En İyi Müzik ödülleriyle Selim Demirdelen’i yakasından yakalamıştır.

Filmlerini tamamlayan sesler bulma konusunda da isabetlidir usta yönetmen. Tematik bir yaklaşımla her üç filminde de benzer seçimler yapmak yerine sadece söylediklerinin değil, gösterdiklerinin de arka planını dolduran müziklere yer verir. 9’da, rock gurubu Zen, Tanbul albümünden üç parçayla filme girdiği her sahnede seyirciyi yükselten bir etkinlikteyken,          Ara filminde, cümbüşle çalınan yorgun şarkı,‘Ufuklara Yaslanmış’ Özgür Yılmaz’ın yorumuyla kırıcı etkiyi arttırır. Ses efektlerinin, sadece sahnenin ihtiyacı kadar kullanıldığı Nar’ın müzikleri, kendisi gibi yönetmen dostu Selim Demirdelen’in bestesiyle, düşecek daha iyi bir yer bulması için yağmura telkin gibidir.

Bellekteki süresi, 90 dakikanın biraz üzerinde filmlerin yönetmenidir, Ümit Ünal. Her karedeki dört delikten rahatlıkla dışarıya bakılabilir…sonraki filmine kadar.

 

 

*Ümit Ünal, Işık Gölge Oyunları, Yapı Kredi Yayınları 2012

**Hakan Günday, Daha, Doğan Kitap 2013

 

DİDEM PEKER BAŞARAN

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.