Son Altın Koza filminde izlediğim ve hayran kaldığım “Köksüz” Türk aile yapısının güçlü bir panoramasını çizen, gerçekçi, iyi yazılmış, yönetilmiş, oynanmış bir filmdi. Çok geç vizyona giriyor olmasının büyük dezavantajı olduğu malum ama umarım iyi bir seyirci rakamına ulaşır. Zira geniş bir kitlenin izlemesi gerektiğini düşündüğümüz, çok önemli filmlerden biri…
Bir kaybın ardından yeniden aile olmayı başaramayan, gün geçtikçe kendini yok eden 4 karakterin kaybolma hikâyesi. Beklenmedik bir kayıpla sarsılan bir ailenin, bu kaybın ardından nasıl baş edeceklerini bilemedikleri yeni durumla karşı karşıya kalmaları, aile içindeki erk mücadelesi ve yetersizlik, kaçışlar, iletişimsizlik, suçluluk, bunun yarattığı öfke ve bunalım; aidiyet hissi ve bu hissin yoksunluğunun insanları sürüklediği uçlar üzerine bir film.
Ayrım yapmadan Ahu Türkpençe, Lale Başar, Savaş Alp Başar, Melis Ebeler ve Sekvan Serinkaya’ın oyunculuklarının yanına ‘muhteşem’ ibaresinin konulmasının gerektiğini düşünüyorum. Her biri gerçekçiliğin/inandırıcılığın tüm kozlarını yedirmiş yarattıkları karaktere. Senaryonun pürüzsüz yapısı ve Akçay’ın kadın dokunuşunun da etkisiyle şahlanan Köksüz, seyrine doyulmaz bir eser olarak çıkıyor seyircinin karşısına. Deniz Akçay, uzun yıllar televizyon sektöründe senaryolar yazmış biri. Ancak ilk uzun metraj filminde çıtayı yüksekten çatan Akçay, yetkin bir yönetmenlik örneği de sergileyerek Türk sineması adına sevindirici bir ilerlemeye imza atıyor. Kadın yönetmenlerin eksikliğini çeken sinemamız, Akçay gibi umut verici isimlere şahit oldukça, sinema yazarı olarak bizler de mutlu oluyoruz.
Ataerkil sistemle güçlü bağlar kurmuş olan memleket ailelerimizin yapısını yalın bir dille anlatan, tokat gibi sonuçları göz önüne seren Seren Yüce’nin “Çoğunluk” filmini hatırlarsınız. ‘Baba’ figürünü öyle bir konumlandırıyordu ki, ‘ailenin direği’ kavramını nesilden nesle -olumsuz bir örnekleme ile- aktarma konusundaki başarısızlıklarımızı yüzümüze vuruyordu. “Köksüz” ise ‘baba’ figürü olmayan bir evin nasıl dağılacağını/dağıldığını anlatıyor. Sözlerim yanlış anlaşılmasın. Filmin derdi/mesajı ailede ‘baba’ olmazsa o aile dağılır değil kesinlikle. Ailenin temel fertlerinin bireysel güçsüzlüğünü babasızlığa bağlı görmüyor. Öyle bir durum söz konusu olsaydı “Gülağa” karakteri havada asılı kalırdı kanımca. Zira Gülağa, ailenin yeni kurtuluş noktası olabilirdi. Seyrettiğimiz ailenin hiçbir ferdi ‘aile’ye sahiplen(e)miyor. Herkes bir kaçış noktası aramakta. Kimsenin kimseye tahammülü yok. Başlarındaki ‘baba’ göçüp gitmeseydi öbür diyara, durum böyle mi olurdu bilinmez ama, kişisel öfke ve tahammülsüzlükleri kendi sonlarını örüyor.
Gündemdeki onca kalitesiz iş arasında nefes almak, Türk sinemasının son dönem en iyi örneklerinden birini görmek istiyorsanız “Köksüz”ü sakın kaçırmayın derim.
Fırat Sayıcı
twitter.com/firatsayici