Bugünün Saraylısı dört bölümüyle ekrana geldi. Dizinin detaylarına geçmeden aklınıza gelen ilk soruya yanıt vermek istiyorum, tutar mı? Vallahi cumarteside ısrar edilirse işi zor, ilk olarak bu dizinin günü değişmeli… Hedef kitlesi hemen hemen Fatih Harbiye ile eş ve o dizinin izleyicisi artık diziye alıştı. atv yöneticileri, alın bu diziyi hafta içine siz de rahat edin, biz de rahat edelim.

Detaylardan bahsedersek. Dizide genel hikaye bir kahyanın zenginleşerek çalıştığı evi alması ile başlıyor. Kahya’nın yıllar önce evlendiği ancak aşkını bir türlü elde edemediği karısı, o evin eski sahiplerinin yani yanında çalıştığı ailenin oğluna aşıkmış… O oğul Ata Bey, yani Selçuk Yöntem’in karakteri… Ata’nın sevdiği kadınla kaçan ve Ata’nın kızını kendi kızı gibi büyüten Yaşar Kahya’nın yıllar sonra aldığı bu rövanş (ev) Ata Bey’in ailesini sarstı ve olaylar başladı. İlk bölüm sonunda Yaşar Kahya öldü ve ölürken kızının aslında kendisinin olmadığını Ata’ya ilan ederek son nefesini verdi. İlk bölüm ne kadar durağansa final o kadar heyecan vericiydi. İkinci ve üçüncü bölümde apartman dairesinde yaşayarak bir anda statü kaybı telaşına düşen Katipoğlu kadınlarını izledik. Neyse ki dördüncü bölümle beraber hepsi yalıya taşındı da dırdırdan biraz olsun kurtulduk. Bu kez de öz kızına emanet gibi davranmak zorunda olan, ailesiyle öz kızını yan yana tutan Ata Bey’in gerilimli kalp atışlarını ve Ayşen’in komşusu Savaş’a olan ilgisinin yanında edindiği bu yeni kimliğe alışma çabasını izlemeye koyulduk.

Dizinin Başrolü Yalı

Başa dönersek dizideki yalı aslında, daha önce Evlerden Biri dizisinde gördüğümüz hatta o zaman da yazdığım gibi, bir özne… Dizinin gizli başrolü olarak yalıyı izliyoruz. Ata Bey’in aile yadigarı, eşi Üftade Hanım için zengin hayatı, çocukları için geçmiş ve geleceklerini ve Yaşar Kahya için zaferi temsil eden ev gizliden gizliye kadın meselesi üzerine de mesajlar içeriyor. Yaşar Bey asla kalbini çalamadığı ve sahip olamadığı (sahiplik fiilini dizinin mesajı gereği kullanıyorum) karısının yerine evi alıyor…

Dizide sık sık farklılıkların göze sokulmaya çalışılması dikkat çekici. Zengin Atamanlar “Biz çay içmeyiz” derken Ayşen’in neredeyse yoldan gelen geçene çay demlemeye kalkması parodi gibi. Sınıf farklılıklarının altının çizildiği anlatımda evin çalışanlarıyla yapılan tartışmalar, “cemiyete kötü görünmeme” çabaları, Ayşen’e sarhoş olduğu partide Zeynep Değirmencioğlu filmleri misali Kezban muamelesi yapılması fazla Türk filmi tadındaydı. Bu muhtemelen bilinçli bir tercih, Yeşilçam filmlerini anımsatan bu melodram vurgusu ilerleyen bölümlerde bir kınalı yapıncak hikayesi izleyebileceğimizin sinyalini veriyor. Her sahnede biri diğerine, “Biz farklı sınıfların insanlarıyız” diye ayar veriyor. Sizi bilmem ama 4 bölümde bu ayar beni bayağı sıktı.

Kadın Karakterlerin Hepsi Bağımlı

Dizide kadının konumlandırılması da tam bu meseledeki gibi sorunlu. Bir kere en zengininden en fakirine dizideki tüm kadınlar bağımlı. Üftade kocasının zanaatine bağlı ve onun sayesinde edindiği statüyü kaybetme telaşıyla dırdırcı, Yaşar Bey’in (Aslında Ata’nın kızı) Ayşen babasına bağımlı ve kendini ev içi emek üzerinden var eden bir karakter, komşuları Atamanlar’da da durum farklı değil. İşleri yöneten Savaş’ın yanında diğer kadınlar birer karakter değil tip olarak resmedilmiş. Abartmadan söyleyebilirim ki bu dizinin en belirgin mesajları kadın temsiliyeti üzerine… Elbette bu gelecek bölümlerde değişebilir ancak kendini kocası, babası, oğlu veya sevgilisi üzerinden var eden kadın karakterler rahatsız edici. Herkes “babasından dayak yiyen Ayşen”in sahnelerini eleştirse de kocasının yanında dırdırcı ve anlayışsız olarak resmedilen Üftade’nin de konumu yeterince eleştiriye açık. Kızının tek derdinin giyeceği gelinlikteki taşlar olması da, Savaş’ın sevgilisinin evlilik merakını sevgilisinin teklif etmemesi nedeniyle bastırması da… Erkekliğin ve erkeğin üzerinden attığı tüm sorumlulukların, gelenek ve görgünün itildiği bir boşluk haline gelen kadınlık ev içi emek, dırdırcılık, estetik düşkünlüğü, evlilik meraklılığı ile tamamlanan farklı tiplerde ancak temelde aynı boşluğa hapsolmuş kadın karakterler sunuldu bize. Şaşıyor muyum, hayır ancak olan bu…

Dizinin bence en ilginç ve merak uyandıran karakteri ise Fatih. Zira onun bir doktorluk geçmişi var ama çok detay vermeden doktorluğu bıraktığını ve döşemecide çalıştığını biliyoruz. Geçtiğimiz bölümlerde flashbackte küçük bir çocuğun ölmesini ve beyaz tülbentli kadınların ağlayarak ağıt yakmasını izledik. Çocuğun doktoru Fatih’ti ve çocuğun ölümünden sorumlu tutuluyor, elinden bir şey gelmiyordu. Dördüncü bölümde ise Fatih, hizmetçi olan ablasının “umudu” olan mesleğini bırakmasını şöyle açıklıyordu: “Benım yaşadıklarımı yaşamayan beni anlayamaz. Hayallerin için özür dilerim ama doktorluğa devam etseydim yalnızca bir doktor olacaktım, ben ben olmayacaktım”. Doğu’da doktorluk yapan Fatih’in hikayesinden Amerikan filmlerinin en çok kullanılan tramvası Vietnam sendromu benzeri bir gündem göndermesi çıkar mı göreceğiz, ancak bu karakter deşilirse hikaye klişe bir Yeşilçam senaryosundan ayrışabilir diye düşünüyorum. Hoş hali hazırda dizi bir uyarlama olduğu için ana dengeler sabit kalmak zorunda ya neyse…

Sizin de Kulağınıza Binbir Gece Melodilere Gelmedi mi?

Senaryonun dışında çekimlere gelirsek. Kudret Sabancı’nın bu kez diğer dizilerinden farklı bir reji ile Bugünün Saraylısı’nı hazırladığını görüyoruz. Dizide ani zoomlar yok, kamera açıları önceki dizilerden farklı ve çoklu seçilmişti. Drama özelinde sıklıkla tercih edilen yakın planların yanında (Ki bu kimi sosyolojik çalışmalarda karakterlerin toplumdan soyutlanarak aktarılması olarak anlatılır) geniş plan kullanımının da epey fazla olduğunu gördük. Detaylarda (ilk bölümde) Yaşar Kahya’nın boyalı saçları beni güldürse, kostüm seçiminin ailelerin statülerine aykırı bulsam (Süreyya hariç onun stili dizideki en doğru seçim) ve pembe renk yalıyı biraz fantastik olarak tanımlasam da beni asıl şoke eden müziklerdi… İzlerken gözünüzü kaparsanız Binbir Gece izlediğinize yemin edebilirsiniz.

Oyuncu seçimi ise bence çok iyi… Selçuk Yöntem ve Nazan Kesal’ın yanı sıra Serhat Teoman ve Cansu Tosun da dizi için doğru casting. Hatta Cansu’nun canlandırdığı Ayşen kimi zaman bana Songül Öden’i ekranlarla tanıştıran Gümüş’ü anımsatıyor. İki dizinin hedef kitlesini ve anlatım tarzını düşündüğümüzde bu anımsatmanın olumlu yorumlanması gerektiğine inanıyorum. Ayrıca Gözde Çığacı ve Ali Ersan Duru da bu diziyle yıldızını parlatıyor.

Bugünün Saraylısı’nın yolunun açık olmasını diliyorum ama hatırlatmalı dizi sezonun ortasında başladı ve cumartesi günleri işi zor…

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldum. atv haber merkezi’nde ve Radyo Marmara’da yaptığım stajlarla deneyim kazandım. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda “Eleştirel haber okuryazarlığı” eğitimi, İstanbul Film Akademi’de Filmlerle Psikoloji Sinematerapi Atölyesi ve Gümüşlük Akademi’de Ümit Ünal’la Senaryo Bakışı atölyelerine katıldım. One Dergi’de başlayan yazın kariyerime Televizyon Gazetesi.com’da ve Dipnot.tv’de muhabir, yazar ve editör olarak devam ettim. 2008 yılından bu yana televizyon üzerine yazılar yazıyor ve röportajlar gerçekleştiriyorum. Süre zarfında 2. ve 3. Antalya Televizyon Ödülleri’nde “önjüri üyesi” sıfatıyla görev üstlendim. 4 yıl boyunca Dipnot Tablet Dergi’de okurla buluştum, şimdilerde Cine Dergi’de yazı ve röportajlarımla yer almaya devam ediyorum. Kariyerimin bir diğer ayağı olan e-ticaret alanında sektörün lider şirketlerinden birinde 3 seneyi aşkın süre Editör ve Pazarlama İletişim Uzmanı olarak çalıştım. 2016 yılında atv ekranlarına gelen Kaçın Kurası adlı dizinin senaryo ekibinde yer aldım, dizi ve film senaryoları yazmaya devam ediyorum. Gizem Kaboğlu yazıları www.gizemkaboglu.com adresinde arşivlenmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.