Özgürlükler Ülkesi Amerika!!!
Kathryn Stockett’in bestseller romanından uyarlanan filmin oyuncu kadrosunda Jessica Chastain, Viola Davis, Bryce Dallas Howard, Allison Janney, Chris Lowell, Sissy Spacek, Octavia Spencer, Emma Stone, Cicely Tyson ve Mike Vogel yer alıyor. Hemen hatırlatalım bu ekip, geçen ay düzenlenen Screen Actors Guild (Oyuncular Birliği) ödüllerinde ‘En İyi Oyuncu Kadrosu’ ödülünü aldılar. Filmi izlediğinizde, aralarındaki ahengi görüp, neden bu ödüle toplu olarak ulaştıklarını anlayacaksınız. “Winter’s Bone”, “Planet of the Apes”, “I Spy” gibi filmlerden tanıdığımız ve aslen bir oyuncu olan Tate Taylor bu filmde başarılı bir yönetmen olarak çıkıyor karşımıza. Ki, bu filmin Oscar’da göstereceği başarı sonrasında Taylor’a daha çok yönetmenlik teklifi geleceğinden kuşkumuz yok.
1960′larda, Mississippi’de geçen film, sosyal kuralları yıkan ve kendilerini tehlikeye atan gizli bir yazı projesi etrafında sıra dışı bir dostluk kuran 3 farklı ve olağanüstü kadının ilişkisini anlatıyor. Eugenia, yeni mezun olmuştur ve bir yazar olarak çalışmak amacındadır. Aibileen, hayatı boyunca beyazların evlerinde çalışmıştır. Minny ise, 33 yaşında, iyi aşçı olan bir hizmetçidir. Bu kadınların inanılmaz birlikteliklerinden dikkat çekici bir kardeşlik doğar ve hepsine kendilerini tanımlayan sınırları aşma cesareti verir ve bazen şehirdeki herkesi değişim zamanıyla yüz yüze bırakmak anlamına gelse de o sınırların aşılmak için konduğunun farkındalığını yaratır.
Her daim diğer ülkeleri ırkçı, faşizan ve de özgürlük kısıtlayıcı olmakla suçlayan A.B.D., henüz sadece 48 yıldır siyahi vatandaşlarıyla beyazları aynı eşitlikte görmekte. Terzi Rosa Parks’ın otobüste, o zamana dek siyahi vatandaşların arkada oturma zorunluluğuna riayet etmeyerek, önde beyazlarla oturmaya çalışmasının başlattığı eşitlikçi kıvılcımlar, Martin Luther King önderliğinde büyük bir ayaklanmaya dönüşmüş ve iş, 1964’te imzalanan ırkçılığa son veren Yurttaş Hakları Yasası’nın kabul edilmesiyle son bulmuştu. Gerek izlediğimiz filmlerle gerekse dünya basınına yansıyan haberlerle, Amerika’da beyaz olmayan her vatandaşın (sadece siyah tenliler değil, Uzakdoğu ya da Latin uyruklular da dahil) gündelik hayatlarında ırkçı yaklaşımlarla başa çıkmaya çalıştığını görmekteyiz. 11 Eylül faciasından sonra bu gruba Müslüman ve özellikle de Ortadoğu kökenlilerin de hızla dahil olduğuna şahidiz. Hal böyleyken, Hollywood’da “The Help” gibi filmlerin çekilmesi bizleri bir nebze olsun rahatlatmakta.
Yaşanmış hikayelere dayanan bir romandan yola çıkarak filme alınan “Duyguların Rengi (The Help)” bir kez daha her fırsatta özgürlükler ülkesi olduğunu iddia eden ve yine her fırsatta özgürlük götürme bahanesiyle (çıkarı doğrultusunda) çeşitli ülkeleri işgal etme yetkisini kendine hak gören Amerika’nın, kendisiyle yüzleşmesini ve de diğer ülke vatandaşlarının Amerika’nın ırkçılık ve eşitlik konusunda sütten çıkma ak kaşık olmadığını görmesini de sağlıyor.