Yüksel Aksu Dondurmam Gaymak’tan sonra yine memleket meselelerine komik, organik ve içeriden bir bakış atıyor ve iyi de yapıyor… Uzun, gümbürtülü bir röportaj için buyurun!

Banu Bozdemir / Murat Tolga Şen

Dondurmam Gaymak ve keza bu filminde de bir şekilde yapımcı bulan bir yönetmensin. Bu konuda becerikli mi yoksa şanslı mı olduğunu söyleyebiliriz?
İyi bir yapımcı bulmak da yönetmenliğin gerekliliklerinden biri. Bu benim seçimim. 80 tane yapımcının arasından sıyrıldık gittik.

Vizyona girmeden, festivallere gitmeden ödül almış Entelköy – Efeköy. Bu nasıl oldu? Manisa Tarzanı festivali komitesi filmimizi ödüle değer buldu. Filmimiz absürd, ödül sistemimiz de absürd olabilir yani. Filmin en önemli önermesi doğaya sahip çıkalım. Termik santral üzerinden yürüttüğü bir çalışma ve tartışma üzerinden yürüyerek filmin niyetine binaen verilmiş ilk ödülümüzü aldık. İnşallah ilk ve son ödülümüz olmaz. (Gülüşmeler)

Bu ödüllendirme sisteminde nasıl görüyorsunuz şansınızı?
Altın Portakal bu sene prömiyer yaptı galiba. Bir yerlerde yarışmış filmleri almadılar diye biliyorum. Manisa Tarzanı ödülü etkilerse yapacak bir şey yok. Bir de başka yerde yarışmasın, ilk bizde yarışsın gibi bir mantığı ben hiç doğru bulmuyorum ve dolayısıyla da vermeyi düşünmüyorum. O kadar film üretiliyor mu ya Türkiye’de, oraya katılma buraya katılma tarzında! Öyleyse de yapacak bir şey yok ama festivallerde bir şiraze kaybı var ondan eminin ama. Ödüllerin kime verildiğinden kaynaklanmıyor bu. Bence şu anda çok önemli bir sorun var. Bu benim çok canımı sıkıyor, üzülüyorum. Türk sineması kamuoyunu kaybetti.

Biraz daha açarsan sanki aynı düşünce çıkacakmışız gibi… Halk için sinema yapmaktan uzaklaştı mı demek istiyorsun?
Bu iş sinemanın başladığı günden beri var aslında. Festivallerde beğenilen filmler ve popüler filmler olmak üzere bir yarılma hep var. Asıl problem şu. Popüler algı ya da ortalama seyirci beğenisiyle kanaat önderi insanların beğenisi ve bir de sinefillerin beğenisi bunlar farklı kategoriler. Meslek erbabı ve sinefillerin beğenmesi spesifik ve uzmanlıkla ilgili şeyler, değerli bir şey. Tuvali yırtmak gibi bir şey bu. Lars Von Trier ne yapıyor Dogville’de. Bilindik bütün kalıp ve kodları yırtıyor ve bir şey söylüyor, Godard keza 60’larda aynısını yapıyor. Buradaki problem bir tuvali yırtan da yok. Festivallerin konvansiyonel sinemasına döndü bu janr. Ve bu resmiyete dönüştü. Kimse tuval yırtmıyor herkes birbirine benzemeye ve marke etmeye başladı. Mesela güzel örnekler çıktığı gibi, kötü taklitlerde çıkmaya başladı. Nuri Bilge’nin sineması bir kopuştur. Bir tuval yırtmaktır, bir değeri var. Fakat taklitlerinde bir kopuş yok. Türkiye’de festivallerdeki şey ise birbiriyle aynı janrlı filmlerin yarıştığı ve maalesef üç beş seyirci yapmış adamların alınmadığı ve alınmak istenmediği bir hale gelmeye başladı. Problem burada.

Kamuoyu dediğim şu. Kendi sinemamda seyirci goygoyculuğu ya da şakşakçılığı yapmıyorum, yapsaydım starları, mankenleri oynatırdım. Hamasi milliyetçilik, hamasi devrimcilik olabilir onlara oynardım. Onun yerine ben kendimi anlattım ama nasıl seyredilirlikle ilgili de kafa yordum.

Dondurmam Gaymak’ın o iddiasızlığı hoştu zaten…
O iddiasızlık bir sürü de seyirci yaptı. Filmimi yaptım geri çekileyim demiyorum toptan perakendeci gibi kapı kapı dolaşıp filmimi seyredin diyorum. Bunda da ayıplanacak bir şey görmüyorum. Ayıp değil, çete kurmadım, adam dövmedim, hırsızlık yapmadım. Film yaptım, onun da değerli olduğunu düşünüyorum. ‘Eyy millet benim filmimi seyredin’ diyorum. Birçok arkadaşımız bu konuda ketüm davranıyorlar.

Sinema dergisi anket yaptı, en iyi yüz Türk filmi diye. Eşkıya birinci oldu. Seyirci orada kalmış.
Gelmiyorlar, Babam ve Oğlum kırdı onu bir ara. Biraz Dondurmam Gaymak kırdı. Beynelminel, Takva kırdı. Anlaşılır sinemayla düşmanlığı bir kere kaldıracağız. Bir kere jüri gerekçeli karar bildirecek, ışığı nasıl kullanmış, konuyu nasıl anlatmış?

Genelde isimsiz oyuncularla çalışıyorsun. Ama yapımcıların derdi isimli oyunculardır ki filmi iş yapsın. Ama sen bunu kırdın, kırabildin. Bunu nasıl yapıyorsun?
Uzun yıllar reyting yapmış dizilerde yönetmenlik yaptım. Seyirci nabzı, seyirci psikolojisi denen şeyi biraz öğrendiğimi düşünüyorum. Oralardan gelmiş bir melekem var. Uzun yıllar asistanlık yaptım, Yusuf Kurçenli’den Zeki Ökten’e kadar. Bir sürü arkadaşıma da asistanlık yaparak tecrübe kazandım. Bu dönemde de ciddi yapımcılarla, prodüksiyon asistanlarıyla çalıştım. Timur Savcı mesela en iyi yapımcılardan biri artık. Bir çevreyle geldik bugünlere. Muharrem Gülmez şimdiki yapımcım, beraber başladık sektöre. Dondurmam Gaymak’ta çok kapı aşındırdım bu biçimde yapabilmek için. Olmadı biraz bakanlıktan, biraz halktan biraz ordan burada. Filmi kıvırdık ve biraz iş yaptı. Bunda da onun referansı işimi kolaylaştırdı. Yine de birazcık dolaştım canım. (Gülüşmeler) Yine de beş yıl oldu. Ya satarda anlaşamadık ya da yapım yönteminde. Ben biraz daha bağımsız ve özgür yapabilmek için bir de daha iyi şartlar sundukları için Muharrem’i ve Taha Altaylı’yı seçtim.

Çevreci bir film mümkün mü peki? Filmlerinde bir nevi mesajlar, öğretici kıvamlar yaratıyorsun. Dondurmam Gaymak’ta da öyleydi. Komediyle bunların daha mı kolay olacağını düşünüyorsun?
Komediyle daha zor olur, tam tersi. Ağdalı ve ağır filmlerle didaktik olmak daha kolaydır. Kahramanlar yaratırsın devrimci ya da toplumsal. Komedinin kutsal olduğuna inanıyorum, birine bir şey öğretmek gibi bir derdim yok. Ülkedeki problemleri görmeme rağmen bardağın dolu tarafına bakıyorum. Kürt – Türk çatışmasının olduğu yerde Türk –Kürt dayanışmasına bakıyorum, hayat felsefem de böyle. Olumsuzluklara değil, olumlu taraflara bakıyorum. Komedide güldüm mü gülmedim mi diye bakarsın, nettir yani. Termik santral orada bir dekor ama şunu söylüyorum topluma. Toprağına, havana, suyuna, bitkine sahip çıkmak bir vatanseverlik görevidir. Ucuz ve hamasi milliyetçilik yerine doğaya, çevreye sahip çıkalım diyor. Esas söylediği şey de hoşgörü. Entellerle danteller ya da ara kadro kasabalılar… Buradan giden anarşistler komün köyü kuruyorlar orada, köylülerle de termik çatışmaya giriyorlar. Köylüler maaşlı iş olarak bakarken diğerleri de doğa çevre söylemi üzerine yürüyorlar. Film şunu beceriyor. Entelektüeller sadece muhalefet yapıyor Türkiye’de. Mesela termik yapma. Yapmayalım da ben ne yapalım diye köylüye iki üç cümle kuramıyor ama benim filmim kuruyor. Organik tarım yap, sıfıra mal et, iki katı kar et diyor. Ekolojik turizm yap, evine barkına sahip çık. Uluslar arası kültür turizmine açıl.

Kurnazlaşan köylüye bir eleştiri var o zaman? Dondurmam Gaymak’ta da vardı ama sevimliydiler…
Fazlaca var hem de. Yok olan köylüye bir serzeniş var, köylü kalmadı. Ama sevimliler, kızamazsınız. Brecht’in etkisi biraz ben de çok fazladır. Kahraman da antikahraman da değil. Neyse o. Brecht’in dediği tam da özdeşleşecekken yabancılaştır.

Öbür tarafa da, entellere de var mı peki bir eleştiri?
İki tarafa da. Hem nalına, hem mılına. Eleştirip şöyle yapıyorum. Köylülerle entel dantel adamlar son derece güzel bir hayat kurabilirler. Farklılıklar zenginliğimizdir. Filmden çıkan en özet laf hoşgörü. Bir renkler toplamıyız ve bunu avantaja çevirmeliyiz diyor. Aslında hikaye basit. Mahalleni sevmezsen kasabanı, onu sevemezsen şehrini ülkeni sevemezsin demeye getiriyor. Yılmaz Güney bir bölücü olarak anılmasına rağmen o en büyük vatanseverdir. Ülkesinin sorunlarına kamerasını doğrultmuş bu uğurda ölmüş gitmiş adam ya. Deniz Gezmiş’te öyle. Bana sorarsan ben ülkemi çok seviyorum ve çok eleştiriyorum. Ülkemle problemlerim var. Sistemle yani. Sistemle ülkeyi karıştırıyor çoğu aydın. Eleştirmenin sebebi de kötülükten değil sevdiğim için.

Kürt meselesine ilişkin bir film çekmek istersin ve nasıl?
Çekerim. Kürtlerin hoyratça, komedi unsuru olarak kullanılmasını sevmiyorum. Hoyratça trajedi malzemesi olarak kullanılmasını da sevmiyorum. Yılmaz Erdoğan’ın Vizontele filmleri güzel bu anlamda. Hakir görmeden, aşağılamadan, daha içeriden bir kamerayla. Bir Züğürt Ağa belki biraz öyle. Bir tür Karagözlüştürlerek yapılan mizahı sevmiyorum. En son dağda Yörükleri çektim. Herkesle ilgili film çekebilirim. Trajikomik bir hikayem de var bu arada tabii.

Türk sinemasında çok az yönetmenin başardığı şey. Hem eleştirmenin hem de sıradan seyircinin ilginse mazhar olabilmek zor bir şey. Çağan Irmak diyoruz ama onun da eleştirmenler arasında pek bir kıymeti yok. Yavuz Turgul gibi bir yönetmeni herkes seviyor. Bunu başarmak da bir meziyet.

Yavuz Turgul benim şiarım. Özellikle seksenler ve doksanlar Yavuz Turgul’u. Özellikle Muhsin Bey benim için başyapıttır. İki tarafın da ilgisine mazhar olmak çok keyifli bir şey. Umarım onu başarmışımdır, daha emin değilim çünkü. Eleştirmenlerin bir bölümü hiç sevmedi Dondurmam Gaymak’ı. Herkese her şeyi beğendiremezsin. Onlar da homojen bir yapıdalar. Konjüktüre, seyir psikolojisine ve nasıl bir ortamda izlendiğine bağlı. Sinemacı olarak seyirci derdi olan birisiyim.

Seyircisiz sinema yapmak mümkün mü?
Mümkün, çok yapılmış. Bir önemi yok. Saygı duymak lazım. Tek yolun ve değerin seyircisizlik olmasına karşıyım. Yani sorun şu. Hiç seyirci yapmadı verelim ödülleri. Ya da çok seyirci yaptı düzeysiz bir film gibi denklemlere şiddetle itiraz ediyorum. Sonuçta bir film büyük emeklerle yapılıyor ve seyirciyle buluşması bir amaç olmalı. Gürül gürül sinema tartışmasının yaşandığı bir coğrafyamız yok maalesef.

Dizide çekiyorsunuz, şimdilerde bir sürü filme diziye beziyor eleştirisi gelmeye başladı. Dizilerin hakim dili sinemaya aktı. Bu filmi çekerken bunu düşündünüz mü?
Diziye benzemek nasıl oluyor ben tam kavrayamadım. Evet açıklamalarınızdan anladığım kadarıyla böyle bir şey olabilir. Sinematografik olanlarda da başka ağır problemler var. Diziler aldı yürüdü, koca bir pazar oldu. Sinema hala endüstri olamadı. Sinema hala yönetmen ve kişisel çabalarla yürüyor. Sinemayı orijinal kılan müstakil teks olmasıdır. Benim şu an filmlerim biricik, tek. İstersem yüz bölüm dizi olur. Dondurmam Gaymak da dizi olarak çok istendi ama ben istemedim. Ben her iki sektöründen birbirinden öğreneği şey olduğunu düşünüyorum yine optimist bakıyorum. Çok sık plan kullanmaksa Almodovar’da çok plan kullanır, Oliver Stone’da. Bana göre Türkiye’de kavramlarda çok ciddi sorunlar var. Bütün deneyim ve tecrübelerin birbirini desteklemesi şart, yoksa kaos artacak. Hababam Sınıfı ya da Recep İvedik neden bu kadar seyirci yapıyor, ya da başka bir film neden seyirci yapmıyor üzerinden bakalım sürece. Ben Recep İvedik’e ‘ayy bu ne ya’ diyemem. Çünkü arkasında çok ciddi bir antropoloji var.

Ezilen sıradan Türkün beyaz Türk’ten aldığı intikam hali var biraz da orada.
Recep İvedik bir Karagözdür. Hacivat da metropolün kendisidir, beyaz Türklerdir. Hacivat kentli, Karagöz köylüdür.

Hacivat yukarıda, karagöz aşağıda durur hep..

Ben onun arkasındaki sosyal arkeolojiyi deşmek isterim. Demek ki seyircinin alt benliğinde bir yaban duruyor deyip sosyoloji yaparım, analiz ederim ama sinemacıysam ışığını, oyunculuktaki farsı ya da groteksi ya da senaryodaki bölük pörçüklüğü tartışırım. Recep İvedik’ten öğreneceğim çok şey Ertem Eğilmez’den olduğu gibi. Ama benim Semih Kaplanoğlu’ndan da öğrenecek çok şeyim var. Ama benim ülkemin sineması tartışılmıyor, bu can sıkıcı bir şey.

Çok sinema konuştuk biraz filmden konuşalım. Oyunculukları nasıl yansıttın perdeye. Abartılı mı doğal mı olmasını istedin…
Türkler abartılı yaşayan bir toplum. Gürültü, infial toplumu. Filmde de infialli ve coşkun yerler var. Benim sinemamda da Orta Avrupa sinemasından bakarsan abartılı denilebilir ama değil. Fars sahneler var. Onun dizaynını Mehmet Ali alabora yaptı komple. Burada daha çok yorulduk. Çünkü Dondurmam Gaymak’ta sadece Muğlalılar oynamıştı. Bu sefer hem köylüler ve Muğla halkı var hem Dondurmam Gaymak’tan tecrübe kazanmışlar var, hem de Şahin Irmak gibi oyuncular var. Almanya’da oyuncu ve mankenlikten gelen Ayşe Bosse var. Yüksel Yalova, Claude Roth, Salahattin Yıldız, Nejat Yavaşoğulları ve Mehmet Alabora gibi popüler figürler de var. Bir de turistler vardı. Yetmedi eşeklerimiz vardı.

Doğal figürasyon. (Gülüşmeler) İstanbul dışında çekiyorsunuz genelde filmlerinizi, memnun musunuz?
Memleketimde çekmekten memnunum. İstanbul içinde çok dizi çektim. Üçüncü filmden emin değilim, komple de sinemanın Özay Gönlüm’ü olmak istemiyorum. (gülüşmeler) Önemli değil aslında Angelopoulos da Atina’dan çıkmadı. Borges hiç Buenos Aires’ten çıkmadı.

Biz biraz daha yerele sıkışıyoruz sanki, Angelopoulos sonuçta evrensel konulara imza atıyordu.
Evet ilk film yerel ama evrenseldi. Bu da evrensel olup yerel olacak. Ekolojik anarşistler yerel bir yere yerleşip, yerelleşmeye çalışırken diğerlerini evrenselleştiriyorlar. Yani tersten bir durum var.

Hangi tarafı daha çok kayırdınız? Yani oldu mu öyle bir şey?
Kayırma denir mi bilmem ama köylülerin gözünden entelektüellere baktım. Köylülerin evinde, kahvesinde dolaştı kamera ve onların akıl yürütmesi üzerinden entelektüellere baktık ama en son entellere gol attırdım. İlk kez Hacivat galip çıkacak. Köylü üzerinden entellere bakmak ve aşağılamak yüzyıllardır yapılan bir şey. 12 Eylül’ün kalıntısı bir de o. 12 Eylül okumuş yazmışlara entel dantel diyerek bir aşağılama kampanyası yürüttü. Entel dantel denilen hiç kimsenin otopark mafyacılığı yaptığını, çoluk çocuk dövdüğünü görmedim. Biraz depresif ve içe kapanık olabilirler ama çok iyi insanlardır. Bunlara yönelik toplumsal cehaletin devam ettiğini söylüyorum filmde de.

Biraz tersine bir hal var o zaman. Bu seyirci kaybı olabilir mi?
Filmlerimin çok izlenmesini istememe rağmen seyirci goygoyculuğu yapmam, yapmayacağım. Yapsaydım starları oynatırdım. Ben söylemek istediğimi söyleyeceğim ama bunun iyi anlaşılması ve izlenmesi için de gerekenleri yapacağım. Bir ütopya filmi bu. Hepimiz bir arada yaşayabiliriz filmi bu.

Bu bir nevi isyan filmi o zaman…
Evet isyan. Biz nereye gidiyoruz filmi. Cihangir’e niye mecbur kalayım ben ya. Ben Balat’ta da Kasımpaşa’da da oturmak istiyorum. Bu ne ayrımı böyle ya. Kapitalizmin bu ayrımından, kamplaştırmasından illet oluyorum. Enteller bir köyde tarım yapabilir, füze uçurmuyoruz sonuçta. İlla Bodrum’dan yazlık alınmak zorunda değil. Bir dağ köyünden bir ev de alınabilir. Geleneklerine sahip çıkarak da para kazanabileceğini öğretiyor. Asla depresyon yok. Komedi ve coşku var.

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.