Zeynep Uslu
“Temmuz sayımızda Serdar Akbıyık’ın “Yağmuru Bile” filmi üstüne yazısını okuyup biraz üzülmeyi göze alarak filme gitmiş bulununca bu yazıyı yazmak da farz oldu. Aslında konumuzun filmle doğrudan ilgisi yok, yazıya vesile olan, filmde bir dakikadan az bir süre gördüğümüz ama beni günlerce etkisinde bırakan bir kadının bakışı.”
“Yağmuru Bile”, İspanya’dan Bolivya’ya giden bir film ekibinin Amerika’nın keşfi-işgali üstüne bir film çekme serüvenini, yerli halkın suyun özelleştirilmesine karşı verdiği mücadeleyle birleştirerek anlatıyor. Filmin içindeki filmde şöyle bir sahne çekiliyor; asi liderleri, zincirlenmiş haldeki yerlileri kurtarmaya gelir, onları çözer, kaçarlarken ihtiyar bir kadın yere düşer. Kucağında bebeğiyle koşan kızı, düşen kadını kaldırmaya çalışır ama yapamaz ve bırakmak zorunda kalır. Yerde öylece oturan kadın bir gidenlere, bir arkadan azgın köpekleriyle gelen askerlere bakar. İki yana ayırdığı siyah saçlarını alır, her bir tarafı özenle düzeltir. Yüzünde dehşet, korku ya da kin yoktur, kelimelerle tarif edemeyeceğim ama hepimizin bir yerde mutlaka tanık olduğu, bu topraklarda görmeye çok alışık olduğumuz bir bakış vardır. En çok emektar, yorgun ve mağrur annelerimizin yüzünde gördüğümüz bakıştı bu. Nasıl olur da dünyanın bir ucunda bir filmin içinde birkaç saniye gördüğüm bir kadın, yüreğime bu kadar dokunabilir, bu kadar derin bir çizik atabilirdi. Beni iki gün bir çeşit travmaya sokacak kadar etkileyen bakış, çocukluğumda, TV ekranlarında bir meydanda oturma eylemi yapan Cumartesi annelerinin üstüne bırakılan azgın köpekleri izlerken, anneme attığım kaçamak bakış kadar canlıydı. Yeniden üzülmeyi göze alarak, bu bakışın izini sürdüm, çocukları için farklı şekillerde mücadele eden, her biri birbirinden farklı öykülere sahip annelerin filmlerini derledim. Zaman ve mekan, durumlar ve sınıflar değişse de, annelik ortak paydasında buluşan özveri hikayelerinden sadece bir kaçı…
İçimdeki Yangın (Incendies) / 2010
Hoşgörüsüzlüğün, savaşın, tahammülsüzlüğün, kitlesel histerilerin kavurduğu bir yerde en masum şey bile trajedilere gebedir. Film iki kardeşin annelerinin vasiyeti üzerine daha önce varlıklarından bile haberdar olmadıkları babaları ve abilerinin peşine düşmeleriyle başlıyor. Onları Kanada’dan, bir Orta Doğu ülkesine sürükleyen bu vasiyet annelerinin savaş, acı, mücadele, şefkat, pişmanlık ve koşulsuz sevgiyle örülmüş öteki yaşamına tanık olmalarını sağlar. Böylesine acımasız bir atmosferin içinde zalimin ve mazlumun, zorbanın ve masumun, katilin ve kurbanın nasıl silikleşip iç içe geçtiğine savaşın kadınları, çocukları, adamları ve insanı insan yapan değerleri nasıl korkunç bir şeye dönüştürdüğüne şahit olacaklardır.
Azap / 1973
Türkan Şoray’ın, yönetmenliğini yaptığı ve kucağında yürüyemeyen ve konuşamayan oğluyla İstanbul’a gelen Elif Ana’yı canlandırdığı film, yetmişli yılların toplumsal içerikli filmleri içinde en can yakıcı olanlardan biridir. Oğlunun iyileşmesi çırpınan anne, sınıfsal çatışmaların gölgesinde İstanbul’un acımasız yüzüyle karşılaşacaktır. Parası çalınır, tacize, hakarete uğrar, yardım istediği herkes tarafından incitilir ama vazgeçip köyüne dönmez. Böbreğini vermesi karşılığında oğlu için gerekli kalp pilini almayı vaad eden zengin iş adamı son noktadır. Bu acımasız düzende, Elif’in böbreği bile oğlunu kurtarmaya yetmeyecektir.
Küçük Adam Tate (Little Man Tate) / 1991
Garsonluk yaparak hayatını kazanan Dede (Judi Foster), 7 yaşındaki dahi oğlu Fred’le yaşayan bekar bir annedir. Arkadaş edinemeyen Fred’in yalnızlığı ve yetenekleri karşısında çaresiz kalan Dede, dahi çocuklarla ilgilenen Jane’le iletişim kurar. Fred, kendisi gibi dahi çocuklar ve Jane’le birlikte yeni bir dünyaya açılırken, Dede, sabırla oğlunu izleyecek ve her ihtiyacı olduğunda yanı başında belirecektir. Küçük Adam Tate, özel bir çocuk ve sıradan bir anneye dair bu içten hikayede sıradan görünen annenin sıradışılığıyla bizi etkiliyor.
Amerika (Amreeka) / 2009
Filistinli Muna, bir bankada çalışan, boşanmış bir annedir. Filistin’de gittikçe zorlaşan hayat, artan kontroller ve en önemlisi lisedeki oğlunun geleceği için duyduğu endişe yüzünden oğluyla birlikte Amerika’daki akrabalarının yanına göç etmeye karar verir. Oysa onları bekleyen Amerika, her arabı potansiyel terörist olarak gören ve onlara yaşam alanı bırakmayan bir ülkedir. Tipik bir ortadoğu kadını olarak Muna, sıcak, samimi ve güçlü yapısıyla kendi yolunu açmaya çalışırken, yeni ortamına ayak uydurmaya çalışan oğlu da ırkçı yaşıtlarıyla baş etmek zorunda kalacaktır.
Hırsız (Breaking and Entering) / 2006
Minghella, birbirinden tamamen farklı iki anneyi, şiirsel bir öyküde buluşturuyor. Aslında sınıfsal farkların, ekonomik ve sosyal zorlukların, hatta savaşın ve yıkımın izleri var filmde. Bosnalı Amira (Juliette Binoche), hırsızlık yapan oğlu Miro, kızıyla kendine kapalı bir hayat kuran Liv (Robin Wright), Liv’e ulaşamayan kocası Will (Jude Law), hepsini birbirine bağlayacak olan Will ve Amira arasındaki ilişki. Mingela, oğlu için çırpınan bir annenin sesinden, sevginin insanı daha insancıl kıldığını kulağımıza fısıldıyor.
Kız Kardeşimin Hikayesi ( My Sister’s Keeper) / 2009
Kızları lösemi hastası olan Fitzgerald çifti, kızlarına donör olacak bir bebek (Anna) yaparlar. Anna, doğduğu andan itibaren ablasının daha uzun yaşaması için hizmet edecektir. Böbreğini vermesi gerektiğinde ise, kendini savunmak için ailesine karşı dava açacaktır. İşini bırakmış, kocasıyla arasına mesafe koymuş anne Sara, bütün bunlar olurken kızını hayatta tutmak için çılgınca mücadele etmektedir. Sara, bir anne için en zor olanı, sevmenin bazen gitmesine izin vermek olduğunu bu zorlu sınavda öğrenmek zorunda kalacaktır.
O da Bir Ana (Some Mother’s Son) /1996
İrlanda’daki savaşı bir annenin gözlerinden izlediğimiz filmde, üç çocuğuna tek başına bakan Kathleen, ülkesinin içinde bulunduğu duruma kayıtsız, sadece çocuklarını beladan uzak tutmaya çalışan orta sınıfa mensup bir annedir. İra’yla hareket eden oğlu hapse girince, kendini o zamana kadar uzak durduğu politik çatışmaların ortasında bulur. Yine oğlu cezaevinde olan daha politize olmuş başka bir anneyle bazen birlikte hareket edip bazen çatışırken, açlık grevindeki çocuklarını kurtarmak için mücadele edeceklerdir.
Anne (Madeo) / 2009
Zihin geriliği olan bir çocuk, kendini ona adamış bir anne ve yoksuluk. İçine kapanık ve kendince huzurlu dünyalarında yaşayıp giden bu sıradışı ana-oğulun hayatı bir cinayetle yerle bir olur. Cinayetle suçlanan oğlunun masumiyetini kanıtlamak için dedektifliğe soyunan anne, hikaye ilerledikçe sevginin aşırı uçlarında masumiyetin, şiddetin, suçun ve gerçeğin sınırlarının nasıl uçucu olduğunu bize gösterecektir.