İstanbul Film Festivali’nin açılış filmi olan Copacabana’nın yönetmeni Marc Fitoussi ile kadınların dünyasına, Isabelle Huppert’a, komediye ve festivallere ilişkin konuştuk… 6 Mayıs’ta vizyonda olacak filmin yönetmeni Fitoussi gayet keyifli bir film çekmiş ve Huppert’e var olan gizemli ve depresif kadınların çok dışında bir rol vermiş…

Banu Bozdemir

Öncelikle bu filmi çekme isteğiniz ve nedeninizle başlayalım…
Öncelikle tek bir karakter hakkında bir film yapmak istedim. Bir önceki uzun metraj filmim “La Vie D’artiste’te, iç içe geçmiş üç insanın kaderini anlatırken, bu beni filmdeki her bir kahramanın hayatındaki ilginç olaylara odaklanmaya zorladı. Bir başka açıdan bakılırsa, , Copacabana’nın her karesinde, Babou karakteri sadece inanılmaz talihsizliklerle karşılaşmıyor ayrıca yaşadığı işsiz güçsüzlükten dolayı melankolik bir ruh taşıyor. Bu yüzden filmde Babou karakter olarak bana geniş bir perspektif verdi. Ayrıca “Bonbon au poivre” isimli kısa metraj komedi filmimde değindiğim konulara tekrar geri dönmek istedim. Bu kısa metrajlı film, beni fikir olarak daha ileriye götürdü. Copacabana’da müşterilere uygulanan agresif satış tekniklerini kendisi öğrenmesi gerekirken, bu tekniklere tahammül edemeyen bir kadın var. Sosyal sorunlardan yola çıkan bu komedide, hayatın sınırlarında yaşayan bir kadın, aniden kendini “çok normal” ortamın içinde bulur. Bu normal ortam aslında onun için tamamıyla yabancıdır. Copacabana’da bu karakter Babou. Onu sıradan bir insana dönüştürmesi gereken bu tecrübe aslında Babou’nun düz ve dar bir hayata ne kadar alerjik olduğunu ve onun yoldan çıkmaya ne kadar meyilli olduğunu gösterecek.

Kadınların dünyası her zaman ilginizi çeker mi? Ya da kadınların dünyasının ilgiye değer olduğunu düşünür müsünüz?
Neden bilmiyorum ama kadınların filmlere karşı daha tutkulu olduklarına inanıyorum ve benim senaryolarımda kadın oyuncular senaryoya farklılık katıyorlar. Benim film yapma arzum yönetmenlerden çok kadın oyunculardan kaynaklanıyor.

Filmin ilgi çekici bir yanı da Isabelle Huppert. Onu öncelikle kendi kafanızda bu role nasıl yerleştirdiniz, sonrasında onu nasıl ikna ettiniz? Anne – kızı beraber oynatacağınızı düşüyor muydunuz? Önce kızıyla çalışıp sonrasında Huppert’i aklınıza getirmişsiniz anlaşılan …
Lolita ile ilk uzun metraj filmimde çalışmıştım ve onu Copacabana’da Esmeralda rolü için düşündüm. Ve sonrasında Esmeralda’nın annesini oynayacak bir oyuncu bulmam gerekiyordu. Neden Lolita’nın gerçek annesi olmasın dedim. Isabelle tanıdığım en iyi Fransız oyunculardan biri. Bu rol daha önceki rollerinden daha hafif bir rol olmasına karşın, onu gerçekten bu rolde görmek istedim. Lolita’yla konuşup annesi ile birlikte aynı filmde rol almak isteyip istemeyeceğini sordum. Şanslıyım ki, onlar da böyle bir olasılığın olup olamayacağını düşünüyorlarmış.

Babou’ya onun gözünden bakabildiniz mi, yani Huppert nasıl bir Babou oldu?
Onun yaratıcı ve virtüöz performansı ile karakterdeki en küçük nüanslar mütemadiyen zenginleşti. Bu konuda uzun uzun konuşabilirim. Fakat bu hususta birkaç tane örnek vereyim; Isabelle Babou’yu geliştirdi. En iyi örnek Bart ile olan bovling sahnesinde, bir sonraki seyahatinin Brezilya’ya olacağından bahseder. Ve dışarıya diye bağırırken, “canınız cehenneme” hareketi yapar. Isabelle çok komik olmamasına rağmen bu hareketi doğaçlama yapıyor ve Babou’nun o sahnede aslında kızının sevgisini tamamiyle kaybetmesinin acısını yaşıyor. Daha sonra Ostend’te bir öğle yemeği arasında Amadine’in geçmişi ile ilgili zoraki sorularının bombardımanına tutulduğu sahne var. Başta Babou, bir yandan yemek yerken bir yandan da sorulara yanıt vermemeye uğraşıyor. O soruların sorulmasının Babou’nun canını sıkabileceğini nasıl gösterebiliriz diye düşündüm. Bir planda, Babou içtiği içeceğin pipetini yere atarak, sinirlenerek konuşmayı sonlandırıyor. Bunun gibi detaylar karaktere gerçek ivme kazandırıp, net bir komedi tadı veriyor. Isabelle hakkında beni asıl heyecanlandıran; onun diğer karakterleri dinlerken bile, sihirli bir uygulamacı olarak sahnedeki ışığını göstermesi. Editörümle zaman zaman karşı açı vermemiz gerektiği anlarda bile Isabelle’in yüzünü göstermeyi daha çok istedik. Babou’nun ifadesindeki acının yoğunluğunu, Esmeralda   onu düğününde istemediğini söylediği zaman ve yıkımı ise onu işten çıkarılmış halde bulduğu zaman … işte bu anlar severek uzattığımız muhteşem sinemasal anlar…

Kalıplara sığmayan bir kadını anlatmak mıydı derdiniz?
Ben sıra dışı bir karakterin portesini çizmek istedim tabi o sosyal anlamda etkin olmak için mecburi taleplere direniyor. Babou, gevşek tavırlı ve sorumsuz gibi görünse de, aslında özgür davranıyor. Başarısız olmaktan dertli ama çektiği sıkıntılar, onun hayat enerjisini azaltmıyor.

Toplumsal eleştiri filmlerini bu kadar sakin ve canlı yapmayı tercih ediyorsunuz anlaşılan. Neşeli bir tarzınız var… Toplumsal sorunların bu şekilde nasıl yansıdığınız düşünüyorsunuz?
Anlatmak istediğim hikaye ne olursa olsun, hikayenin komedi olmasını tercih ediyorum. Ben izleyiciyi konuşturan tartıştıran filmleri severim. Bunu yaparken de çok rahatım. Mesela hiçbir zaman Babou’yu iş bulma kurumunda göstermeyi ya da fazla para alma konusunda pazarlık yaparken göstermeyi düşünmedim. Bazı şeyleri ima etmeyi tercih ederim. Her zaman hayatta kaybedenlere, tembel insanlara ilgim oldu çünkü onlar rutin bir hayatın içindeki maceranın boyutunu gösterirler. Bu, herhangi bir olayda şansızlığa direnmenin en önemli sınavıdır. Evet komedinin kesinlikle ciddi sorunları aşmada önemli bir tür olduğunu düşünüyorum.

Komedi trajediden daha mı zor yoksa daha mı kolay?
Gerçek zorluk aslında bir filmde komedi ile dramı karıştırmak.

Türk sinemasına ve izleyicisine bakış açınız?
Fransa’da maalesef, biz sadece Cannes Film Festivali gibi Uluslararası Film Festivallerinde Türk filmlerini izleyebiliyoruz. Sadece Nuri Bilge Ceylan ve Semih Kaplanoğlu’nun filmlerini biliyorum. Reha Erdem’in Kosmos’unu gerçekten çok beğendim.

Nasıl buldunuz festival ortamını? Filmle etkileşim nasıldı seyirci bazında?
Festival çok iyi yapılmış bir organize edilmiş ve eğlenceli. En iyi tarafı tüm film gösterimleri dolu oluşu ve her filmin sonundaki soru ve cevap bölümünde birçok insan soru sormak için el kaldırıyor. Ve çok ilginç sorular soruyor.

Filminize olan reaksiyonlar nasıldı?
Filmi Türkiye’de görmek memnuniyet verici. Seyircinin tepkisi Fransa’daki gibi olumluydu. Sinemanın sınırları kolayca aştığını görmek çok hoş.

 

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.