Adana’da izledim ilk defa İki Dil Bir Bavul’u… Anlatımı, karakterleri gerçekliği ve kendi içindeki komik anlarıyla sarıp sarmalandım. Sonra SİYAD ve Yılmaz Güney Özel Ödülü’nü kazanınca sorunların beklentileri ve çözümleriyle insanların bekleştiklerini hissettim. Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan’ın yönettikleri film Antalya’da yarışacak, sonra vizyona girecek… Ve herkesin içinde hüzünle karışık bir gülümseme yaratacak! Orhan yanıtladı sorularımızı ama Özgür’ün de selamları var hepinize…

Banu Bozdemir

Böyle bir konuyu sinemaya aktarmak nereden aklınıza geldi?

Böyle bir film yapmanın çıkış noktası, bir öğretmen arkadaşımızın yaşadıklarıydı.

Bu sorunun hala yaşandığını anlattığında Özgür ben de bunları yaşadım dedi.

2003’de düşünmeye başladık. 2007’de ancak çekimlere başlayabildik.

Film için kurmaca mı yoksa doku-drama mı dersiniz? Kurmacaysa o karakterler gerçek bir süreçten mi geçiyor, yoksa kurmaca bir süreçten mi?

Bu hikaye gerçeğin yaratıcı yorumudur. Gerçek neyse ona sadık kalmaya çalıştık. Ancak bizim yorumumuzun varlığı da işin içinde. Kurmaca ile belgesel arasındaki belirsizliği sonuna kadar kullandık. Yeni bir dil arayışı diyebiliriz. Ama ne kurmaca ne de doku-drama. Gerçek bir hikayeyi sinemanın bütün olanaklarını kullanarak anlattık. Dolayısıyla akıllarda oluşan hiçbir belgesel tanımına girmiyor mesela film.

‘Kürt açılımı’ da mevzuya daha çok ‘dil’ açısından bakıyor. Bu durumda sizin ‘açılıma’ bakış açınız olumlu mu yoksa olumsuz yönde mi?

İlk önce açılım lafına takıldığımızı söylememiz lazım. Bir ülkenin kurulmasında temel görevleri üstlenmiş bir topluluğa devlet neden açılma ihtiyacı duyuyor. Her devlet vatandaşları için vardır. O vatandaşlar devletten bir şey talep ediyorsa devlet de bunu yerine getirir. Kürtler’in, Hemşinliler’in, Aleviler’in aklınıza kim geliyorsa bir sıkıntısı varsa bunu devlet çözmekle yükümlüdür. Çözemiyorsa ya da çözmek istemiyorsa ortaya çıkacak sosyolojik sorunlardan da sorumludur. En azından birkaç yıldır Türkler’den ve Sünni’lerden başka kimlikteki insanların da bu ülkede yaşadığını kabul etti devlet. Bunu bir gelişme olarak görmek gerek. Devlet kendi eliyle ayrımcılık yapıyordu artık bundan vazgeçeceğini anlıyoruz-umut ediyoruz. Dolayısıyla şimdilik ortada en azından bir umut var. Daha önce de verdiklerini aldığı gibi bundan sonra da aynı şeyi yapabilir devletimiz(!). Dolayısıyla çok da umut bağlamamak gerekir.

Bu filmle asıl göstermek istediğiniz neydi? Doğu – batı arasındaki kopukluk mu? Devlet politikalının sivil halk üzerindeki etkisi mi? Ya da başka bir şey mi?

Bu filmde göstermek istediğimiz aslında Türkler’le Kürtler’in birbirini anlamadığıydı.

Kürt sorununun başlangıç noktasını göstermekti. Devletin vatandaşım dediği insanlara uyguladığı adaletsizlikti. Bir ülkede adalet duygusu topluma geçmiyorsa o ülkedeki insanların mutlu olmasını bekleyemeyiz. Kürtler mutsuz. Oraya giden öğretmenler mutsuz.

Her şeyi kendi haline bırakmışız. Öğretmeni atadın bir köye gönderdin. Sonra? Bunu merak etmiyor sistem. Bir öğretmen var mı? Var. O kadar. Bedava kitap veriyor öğrenciye. Kitap bedava mı? Evet. O öğrenci bu kitabı anlıyor mu? Kimse bunu sormuyor.

Devlet, medya sürekli Kürtler hakkında bir şeyler söylüyor. Türkler bunlara inanıyor. Sonra bu iki toplum birbirinden kopuyor. Söylenecek çok şey var aslında. Ama insanların filme bakıp düşünmelerini tercih ediyoruz şimdi.

Oyuncuları nasıl seçtiniz? Onları kendi haline mi bıraktınız, yoksa bir oyuncu – yönetmen ilişkisi yarattınız mı?

Gerçek kişilerle film yapmanın bazı zorlukları var. Bu zorluk düşündüğünüz gibi birisini bulmakla ilgilidir. Kurmaca bir filmde hayal ettiğiniz karaktere en uygun kişiyi seçer sonra da ona şekil verirsiniz. Ama bu tarz filmlerde hayal ettiğiniz kişiye en yakın gerçek karakteri bulmak zorundasınız. Meselenin en güç tarafı burası. Bu yüzden Emre öğretmeni bulana kadar çok zorlandık. Belli şeyler vardı aradığımız. İlk önce Doğu’yu ilk kez görmeliydi, ülkenin Batısında doğmuş olmalıydı. İdealist olmalıydı v.s. Duygularını paylaşmaktan kaçınmamalıydı bir de. Bu özelliklerin hepsi Emre’de vardı. Sonra ona nasıl bir film yapmak istediğimizi anllattık. Kabul etti. Zaman zaman zorlandık. Her zaman aynı motivasyonla kamera önünde duramadı. Bu zamanlarda geri çekildik. Ya da onu motive edecek şeyler bulduk. Konuştuk yeni baştan. Onu ne tam anlamıyla kendi haline bıraktık yani ne de bir şekle sokmaya çalıştık.

Siz de aynı zorlukları yaşadınız mı? Okuma yazma öğrenmenin bu kadar zor ve anlamlı olduğu bir coğrafyayı anlatırken özdeşlik kurduğunuz bir olay var mı?

Ben yaşamadım. Benim ana dilim Türkçe ama Özgür de ilk okula başladığında Türkçe bilmiyordu. Özgür açısından daha duygusal anlar oldu elbette. Bazen çocuklara yardım etmek filan istedi. Yani kendisinin yaşadığı zorlukları onların da başadığını bildiği halde

Ve bu filmi o nedenle çektiğimiz halde çocuklara yardım etmek istedi. Çünkü Emre 30 çocuğa da aynı ilgiyi gösteremiyordu. Bazıları geri kaldığında Özgür o çocuklarla ilgilenmek istedi. Ancak bu filmin doğasını bozabilir diye devam edemedi. Zor bir durum tabii. Aradan 20 yıl geçmiş kendi çocukluğundan aynı şeyler yaşanmaya devam ediyor.

Filmi çekmek için hangi ‘zorlu’ aşamalardan geçtiniz? Filmin gerçekten de çok samimi bir havası. Çocuklar çok sevimli. Onlarla iletişim kurmak da siz de öğretmen gibi zorlandınız mı?

Çocuklarla iletişim kurmakta biz de zorlandık başta. Özgür Zazaca konuşuyor. Köyde Kurmanci konuşulduğu için biz de çok zorlandık. Ancak Özgür’ün kulağı aşina olduğu için bir süre sonra bazı şeyleri anlamaya ve konuşmaya başladı. Bu işimize yaradı. Ancak köylüler onları anlamadığımızı düşündükleri için çok rahattılar. Ne konuşmak istiyorlarsa kameranın varlığını hiçe sayarak devam ettiler hayatlarına. Filmin samimiyeti karakterlerin ve hikayenin gerçek olmasından geliyor. İnsanlar ikna oluyorlar izlerken.

Doğuda film çekmek fiziki koşullar açısından nasıl? Zorlayıcı mı?

Eğer bütçeniz yoksa her yerde film çekmek zordur. Ama fiziki koşullarla başa çıkabilmek için size birileri yardım ederse hayatınız daha kolay olur. Bu da bütçeyle çok ilgili. Biz çekim boyunca iki kişiydik. Her şeyi biz yaptık yani. Bu çok yorucuydu. Onun dışında belli konforlara alışmış olmak köyde kalmayı zorlaştırdı. Orada olduğumuz sürece sinirli olduğumuzu hatırlıyorum. Bir de çok soğuk oldu. Her gittiğimizde hastalandık yataklara düştük.

Öğretmen Emre’yi nasıl buldunuz? Zor anlarında telefona sarılıp annesini araması çok etkiliydi gerçekten de?

Emre Aydın’ı Siverek öğretmen evinde bulduk. Öğretmen evinde başı ellerinin arasında oturuyor ve sigara üstüne sigara yakıyordu. Hiç beklemediği bir yerdi. Şaşkındı. Ne yapacağını da bilmiyordu. O ana kadar karşılaştığımız öğretmenlerin hiçbirine benzemiyordu.

Saçlar jöleli filan. Oraya hiç uymuyordu görüntüsüyle de. Birkaç soru-cevaptan sonra karakterinin de istediğimiz gibi olduğunu gördük. Onda karar kıldık. Annesi Emre için çok önemliydi. Annesi olmasa dertleşeceği kimse kalmıyordu. Hikayeyi yazarken de telefon görüşmelerini öngörmüştük. Duygularını en iyi dışa vuracağı anlar o anlardı. Ancak çoğu köyde telefon çekmez mesela. Telefonun çekeceği yeri bulması da hikayenin bir parçası olacaktı. Ancak GSM şirketi çok yakın bir zamanda o bölgeye bir verici yerleştirmiş. Dolayısıyla telefon görüşmelerinin sadece dertleşme boyutunu koyabildik.

Filminiz ilgi gördü, festivallerde gösterildi, ödüller kazandı. Bir yönetmenin isteği de budur. Vizyondaki öngörünüz nedir?

Hayal ettiğimiz noktaya geldi film. Ama o zaman sorulsa bu soru buraya kadar geleceğini hayal ettiğimizi söyleyemezdik. Ödüller ve övgüler aldı film. Herkesin dillendirmek istediği bir meseleyi bir sinema filmine dönüştürmüş olmanın ve bu filmin sinemalarda gösterilecek olmasının heyecanını yaşıyoruz. Vizyonda benim hayalim 50 bin kişinin filmi izlemesi. Özgür daha yüksek bir rakam hayal ediyor. Filmi sahiplenen onlarca yeni arkadaşımız oldu. Onlara çok şey borçluyuz. Film bu noktaya onların sayesinde geldi. Onların hayal ettiği rakamlar çok daha fazla. Ama ben o kadarını hayal etmiyorum.

Son olarak neler söylersiniz?

Film Altın Portakal’da da yarışacak vizyondan hemen önce. 45 filmin başvurduğu bu yılda yarışmada olmak çok heyecan verici. Vizyon öncesi de bize çok önemli bir moral oldu bu.

 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.