Beynelmilel filmiyle gönüllere taht kuran Sırrı Süreyya Önder ikinci filmi O… Çocukları ile sinemalarımıza konuk olacak.

Beynelmilel filmiyle gönüllere taht kuran Sırrı Süreyya Önder ikinci filmi O… Çocukları ile sinemalarımıza konuk olacak. Yine 12 Eylül döneminde geçen bir hikaye ile karşımıza çıkan Önder bunun sebebini 12 Eylül döneminin herkesin hayatında derin izler bırakması olarak açıklıyor. Sırrı Süreyya Önder’in O… Çocukları filminin arkasında gerçek bir hikaye yatıyor. Yaptığımız röportajda Türk Sineması’nın ayrıcalıklı bir ismi olma yolunda hızlı adımlarla yürüyen Önder’in öfkesi, mutlulukları ve ileriye dönük projeleriyle tanışacaksınız.

Senaryo yazmaya nasıl başladınız?

n Çok erken yaşta okumayla başladım. Babam 1965 – 69 Türkiye İşçi Partisi’nin Adıyaman İl Başkanı’ydı, 70’de öldü. Kentin iki, üç tane sosyalistinden birisiydi. Öldüğünde 1970’in parasıyla bize 35 bin lira borç ve yüzlerce kitap kaldı. Borcu ödeyemedik ama o kitapların hepsini okudum. Okumak böyle kanımıza girdi. Her yoğun okumanın sonu bir şekilde yazmaktır. Ardından cezaevine girdim. Cezaevine kitap sokulmuyordu. Okuyup ıslah olacağımız düşüncesiyle yazılmış kelek, üç, beş propaganda metninin dışında hiç bir kitap yoktu askeri cezaevlerinde. Dışarıdan da kitap bırakılmıyordu. Orada da yazdık, herkes yazmaya başladı. Tarih 1981- 82. Fakat yazılı belge bulundurmak da yasaktı. Sabah bir, akşam bir arama yapılırdı. İki arama arası geçerli yazılar yazdık. Dolayısıyla ben hızlı yazarım. Çünkü onu bitirip yırtacaksın. Cezaevinden çıktıktan sonrada çalışmaktan vakit kaldıkça “30’lar bu çamurları getirdi” diye bir roman denemesine giriştim. “Beynelmilel” filmini oluşturan kitaptır. Romanla cebelleşirken Barış Pirhasan’ın Senaryo Stüdyosu duyurusunu gördüm. Barış’a öğrenci oldum. Barış’a öğrenci olduğum zaman sinema öğretilerine ve dramaturjiye dair herhalde bir akademisyen kadar minimum okuma yapmıştım zaten. Nitekim bir süre sonra Barış öğrencilikten azat etti “Gel sen de burada öğretmen ol” dedi, öyle başladık. Ama Barış’a olan öğrenciliğim halen sürmektedir. Hocam ve ustamdır.

Bu sizin ikinci film senaryonuz. İkisi de 12 Eylül döneminde geçiyor. Sebebi nedir?

n Bunun sebebi 12 Eylül’ün hayatta taşıdığı ağırlık neyse benim yazı serüvenimde taşıdığı ağırlık da o. Bundan kişisel yaşantımı kastetmiyorum. Bu ülkede 1 milyon 600 bin kişi bu dönemde gözaltına alındı, istisnasız hepsi eza, cefa gördü. “Ben içeri girdim de o gün onurumla, haysiyetimle oynamadılar, bana bir kötü muamelede bulunmadılar” diyen bir adam varsa ben bütün bu söylediklerimi geri alırım. Sağcı, solcu, orta yolcu… Bir bu. 300 bine yakın insan hüküm giydi bunların içinden, 50 küsur kişiyi idam ettiler. Böyle küsurlu anmak insan canını ne kadar ayıp bir şey. 52’ydi sanırım, 52 kişiyi idam ettiler. 100’ün üzerinde insan cezaevlerinde gördüğü işkence sonucu hayatını kaybetti. 300’e yakın insan emniyette gördüğü işkencelerden hayatını kaybetti.

Hesaplaşma olsun diyorsunuz…

n Tabii ki. Herkesin böyle bir sorumluluğu var. Kimin ne hüneri varsa o şekilde hesaplaşmalı. Böyle yapacaksın ki çocuğun bunlarla muhatap olmasın. Böyle yapmadıkça çöreklenip kalıyorlar.

O… Çocukları’nın senaryosu nasıl başladı?

n Bu gözlemle, gerçek hayat hikayelerinin birlikte kurgulanması diyebiliriz. Ben cezaevinden çıktıktan sonra Adıyaman’da kim sert yellense bizi gözaltına alıyorlardı. Özal geliyor, gelmeden üç gün önce bizi gözaltına alıyorlar, gittikten bir gün sonra bırakıyorlar. Evren geliyor öyle. 1 Mayıs gelecek, bizi alıyorlar, 1 Mayıs geçtikten sonra bırakıyorlar. Kimse iş vermiyor, kimse selam vermiyor. Bir gün yine gözaltına aldılar. Tarihe baktım ben hemen, tarihteki önemli vaka ne? Hiç bir şey değil. Bir müddet sonra polislerle bir hukuk oluşuyor. “ Hayırdır yine ne var” dedim. Dediler ki “Semra Özal geliyor.” Bu benim nefsime çok ağır geldi. Öyle olunca Adıyaman’dan geldim İstanbul’a. İlk Tarlabaşı’nda Hayyam’da bir yerde kaldım, bin yıllık köhne bir apartman. Orada çoluk çocuk bol evler vardı. Dikkatimi çekti. “Bu ne?” dedim. Bir ananın doğuramayacağı kadar boy ve çeşitlilikte çocuklar. Dediler “O emanetçi anne evi.” Emanetçi anne ne? Hayat kadınlarının çocuklarına bakıyor. Hayat kadınlarının çocuklarının hepsinin hayat hikayelerinin bir yerinde mutlaka bir cinsel taciz var. Çoğunun. Emanetçi anneye verilen çocuklar bu anlamda güvencede sayılıyorlar. Bütün bu kadınların çocuklarının babasıyla başları dertte. Bütün kavgalar çocukların üzerinden yürütülüyor. Kadını bir tek çocuğuyla vuruyorlar. Bu evlerde çocuk bu anlamda da güvencede, çünkü emanetçi annelerin iyi kötü bir militer gücü de var. Yanında ya eski bir sabıkalı alıp besliyor, ya polisle arası iyi. Bu kadınlar öyle donanımlı kadınlardı ki, hepsi feleğin kırk türlü çemberinden geçmiş, çocuklara annelerinin gerçekte ne iş yaptığını sezdirmiyorlardı. Bu nereye kadar saklanabilir, ama bunun ağır bir travmaya dönüşmesini o kadınlar engelliyordu. Ve bunlar ikiye ayrılıyorlardı. Kendisi de hayat kadınlığından gelen emekli hayat kadınları, bir de hiç bu işi yapmamış üç kuşak, beş kuşaktır emanetçi annelik yapanlar. O zamandan çok dikkatimi çekmişti bu ortam. Bir de 12 Eylül’de çok yaygın aile bölünmeleri oldu. Koca gözaltına alındı, karısı yurtdışına kaçtı, çocuk ortada kaldı. Böyle yüzlerce hikaye var. Ben şöyle bir soru sordum ve kurgu kendiliğinden ortaya çıktı. Böyle bir aile, aydın, eğitimli bir aile çocuğunu emanetçi anneye emanet eder miydi? İltica edecekler, başları dertte, çocuğu götüremiyorlar. Emanet ederler miydi, ederlerse bu çocukla o çocuklar birbirine karışınca görün başa neler gelir acaba diye sordumbu senaryo çıktı.

Filmin ismini siz mi koydunuz?

n Ben bir versiyona bu ismi koymuştum. Bendeki adı “Bugün 23 Nisan”dır bu filmin. Karşı mıyım? Değilim, çünkü bir riyakarlığı ortaya çıkarıyor. Burada bir küfür yok, mecaz yapmıyoruz, bizatihi bunların çocuklarının hikayesi. Senin çalıştığın gazete Manchester United’a sekiz sütuna sürmanşet yaptı, büyük puntolarla “O nokta nokta çocukları” diye. Küfür bu ülkenin iliğine kemiğine işlemiş. Dil olarak, hem de davranış olarak. Ben bir küfür olarak kullanmıyorum.

Yeni projeniz hakkında kısa bilgi verebilir misiniz?

n Yeni projem, Berlin Duvarı’na gecekondu yapan Yozgat Çayıralanlı bir adamın hikayesi. Gerçek bir hikaye. Berlin duvarını bir cephe olarak alıp üç duvarla çeviriyor ve kendine gecekondu yapıyor.. Halen duruyor orada. Berlin Kreuzberg Bethaniendamm Numara sıfır. Yozgatlı Osman Kalın’ın hikayesi. Senaryosu dün bitti. Almanlar’ın bizlerle başı dertte, Fransızlar’ın Cezayirliler’le, İtalyanlar’ın Balkanlılar’la… Dünyanın her yerinde göçmen olmak ve ev sahibi olmak giderek bir meseleye dönüşüyor. Entegrasyon bütün dertlere derman gibi gösteriliyor. İlhak en kötüsü, asimilasyon biraz daha az kötü ama entegrasyon da en az bunlar kadar kötü bir kavram. Niye ben entegre olayım, niye o entegre olsun? Derman burada değil, derman tam da farklılıklarını bilerek ve o farklılıkları severek, kabul ederek bir arada yaşama sanatı. Biraz göçmen olmak ve ev sahibi olmak üstüne bir şeyler anlatacağım bu filmde. Onları anlamaya çalışacağım. Bugün artık tevatür 72 millet var diyor ya, bence göçmenler de artık bir millet. buradaki Nijeryalı ile oradaki Yozgatlı’nın, öbür taraftaki Çinli’nin bir çilesi aynı. Kaderde, tasada, kıvançta ortak olma hali varsa, bu göçmenlerde var. Adamın TRT’de belgeselini gördüm, gittim adamdan telifimi aldım. Bu göçmen meselesi kafamda hep bir yerlerdeydi. Aşağı yukarı “O… Çocukları”nı bıraktığım günden beri yazıyorum. Dün itibariyle bitirdim. BKM’yle yapıyorum. Kadın oyuncular arasında Türk yok. 4-5 kişilik bir hikaye bu. Olgun Şimşek, Engin Günaydın ve Yılmaz Erdoğan. Yılmaz bu hikayede oynamayı istiyor. Geri kalan bütün cast Alman…

1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.