AYSİM TÜRKMEN

Berlin’de yaşayan ve çalışan, yönetmen Irene von Alberti, Goethe-Institut İzmir desteğiyle düzenlenen 8. Uluslararası Kadın Yönetmenler Festivali’nin (5–10 Mayıs 2025) bu seneki konuklarından biriydi. Festivalde 2017’de yönettiği uzun metraj filmi The Long Summer of Theory (Teorinin Uzun Yazı) gösterildi. Ayrıca festival kapsamında düzenlenen “İzmir’den Karakterler Yaratmak Proje Geliştirme Atölyeleri”nde yönetmenlik üzerine bir Masterclass verdi.

“Korunan Adamlar” (The Protected Men) ve Feminist Siyaset

Von Alberti’nin son uzun metrajı The Protected Men (2024), feminist bir bakışla kaleme alınmış ama feminist politikaları sorgulayan çarpıcı bir politik hiciv. Sadece erkekleri öldüren bir virüs konusuyla başlıyor ve kadınların iktidarı devralmasıyla devam ediyor. Bu provokatif film, yönetmenin güçlü feminist yaklaşımının bir yansıması.

“Şu anda yalnızca feminizmin kazanımlarını değil, dünya genelinde demokrasileri de tehdit eden ciddi bir kayıp süreci yaşıyoruz. Senaryoyu yazmaya başladığımda bu gerileme hissediliyordu, ama geldiğimiz nokta beklediğimden de kötü,” diyor von Alberti. “Robert Merle’nin 50 yıl önce yazdığı bir romandan ilham aldım. Erkekleri öldüren virüs fikri ta 70’lerde yazılmış bir romanda  vardı ama mesele şu ki patriarka hâlâ dimdik ayakta ve bu filmi yapmanın hâlâ anlamı var. Ancak benim için asıl önemli olan, erkek feministlerin de dahil olabildiği kapsayıcı bir feminizmin hepimiz için çok gerekli olduğu fikrini vurgulamak. Çünkü mesele, her türlü tahakküme karşı bir arada durabilmek.”

The Protected Men, görsel ve yapısal olarak The Long Summer of Theory (2017)’nin devamı niteliğinde. Von Alberti, sosyal yapılar ve toplumsal birliktelik üzerine düşünmeye, hatta ütopyalar tasarlamaya devam ediyor.

Berlin: Hem Yaratma, Hem Mücadele Alanı

Von Alberti’nin Berlin kentiyle ilişkisi sinemasına yansıyor. 2002 yılında Stuttgart’tan Berlin’e taşınmış. 2002’de taşındığı Berlin’i, “her şeyin hâlâ mümkün göründüğü ama aslında çoktan satılmış bir şehir” olarak tanımlıyor. “Duvar’ın yıkılmasından sonra yatırımcılar şehri ele geçirdi. Başta ucuzdu her şey, boşluklar, partiler, atölyeler… Ama hepimiz biliyorduk ki bu özgürlük uzun sürmeyecek.” Bu şehir, onun için hem yaratıcı bir alan hem de sosyal mücadeleler sahnesi. 2005 tarihli Berlin Stories antolojisi için çektiği bölüm ve de The Long Summer of Theory bu şehirde geçiyor. Berlin’in dönüşen dokusunu, artan kira krizini ve özgürlük kaybını tartışıyor.

“Berlin her zaman bir özgürlük alanı gibi göründü ama aynı zamanda kentin üzerinde hep bir tehdit vardı. Boş araziler sanat ve fikir üretimi için alandı ama hepimiz o alanların kısa sürede sermayeye teslim edileceğini biliyorduk,” diyor yönetmen. Filmleri, bu çelişkileri zekice işleyerek izleyiciye sosyal dayanışmanın olasılıklarını düşündürüyor.

Von Alberti’nin karakterleri de bu belirsizlikte var oluyor; yüksek kiralarla, bastırılan özgürlüklerle mücadele ediyorlar. Filmleri; kurmaca, belgesel ve deneysel sinemanın iç içe geçtiği, teorik bir altyapısı olan ama aynı zamanda yaşam dolu hikâyeler sunuyor.

Filmgalerie 451: Sinemanın Hafızası

Sadece yönetmen değil, aynı zamanda bir film aktivisti von Alberti. 90’ların başında kurucu ortağı olduğu Filmgalerie 451, Berlin’in Mitte semtinde yer alan, 35 yıllık bir video arşivi ve bağımsız film yapım şirketi. Başlangıçta sinema öğrencilerinin kurduğu bu video dükkanı, zamanla nitelikli filmlere ulaşımı mümkün kılan bir merkez haline gelmiş. “Film okulundayken sinema tarihine ulaşmak çok zordu. Biz de bu bilgiyi korumak ve paylaşmak için Filmgalerie’yi kurduk,” diyor von Alberti. İsim de bir gönderme: Fahrenheit 451. “Film galerisi”, Adını, Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451 romanı ve eserin Francois Truffaut uyarlama filminden alıyor. “Fahrenheit 451, kağıdın, yani kitapların yandığı sıcaklıktır. Hikaye, kitapları yasaklayan distopik bir toplum hakkında. Vatandaşlar kitapsız bırakılarak aptal tutulmaktadır. Bizler, Filmgalerie 451 ile geniş ve derin düşünmeye katkıda bulunan filmleri ulaşılabilir kılmak istedik. Ve de aynı anlayışla filmler yaptık. Zeki bir kitleye hitap etmeye çalıştık. Ama tabi filmler aynı zamanda eğlenceli de olabilir.” Irene von Alberti ve ortakları, Filmgalerie 451 etiketi altında, biçim ve içerik açısından cesur filmler üretmeye devam ediyor.

Tanca: İlham Kenti

Von Alberti’nin sinemasında sıkça karşımıza çıkan bir diğer mekân ise Fas’ın Tanca şehri. Paul Bowles’un üç kısa öyküsünü sinemaya uyarladığı PAUL BOWLES – HALFMOON (Paul Bowles- YARIMAY) filmi, onun bu şehirle kurduğu özel ilişkiyi yansıtıyor.

“Tanca, dileklerin gerçekleştiği bir yer. Bir gezgin olarak geliyorsunuz buraya ve kentten belirli beklentileriniz var. Mantıklı bir açıklaması yok ama ne hayal ederseniz bir şekilde oluyor bu şehirde. Hikâyeler fışkırıyor her köşesinden,” diyor yönetmen. Farklı kültürlerin kesişim noktasında bulunan şehir, anlatıların zengin bir kaynağı. “Coğrafi konumu benzersiz, Cebelitarık Boğazı’nda, Doğu ile Batı arasındaki bağlantı. Paul Bowles, bu şehirdeki insanlar hakkında birçok kısa hikaye yazdı, bunlardan üçünü filme aldık. (Paul Bowles- YARIMAY) Daha sonra tamamen kendi senaryoma dayanan bir uzun metraj film çektim – “TANGERINE” (MANDALİNA). Bu film bir aşk üçgenini iki farklı bakış açısından anlatıyor. Kültürel çatışmalar ve yanlış anlamalarla örülü bir hikâye. “Yeni bir senaryo için ilham mı arıyorum? Atlayıp Tanca’ya gidiyorum,” diyor gülerek.

“Gelecek sene yeniden İzmir’de buluşmak üzere” dileğiyle ayrılan Irene von Alberti, tüm sinefilleri Berlin’deki Filmgalerie 451’e beklediğini ekliyor.

 

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.