Gökşin Doğa Egesoy, Kadir Has Üniversitesi Sinema Bölümü’nden tam burslu olarak mezun. Kısa filmleri ve video klipleri olan genç yönetmen, ilk uzun metraj filmi İkarus ile 8. Uluslararası Kadın Yönetmenler Film Festivali’nin Ulusal “Altın Makara” Uzun Metraj Yarışma Kategorisi’nde finalde yer alıyor.
İkarus, geleceğe dair kaygılarla, hayaller ve hayal kırıklıkları arasında sıkışmış bir kuşağın çarpıcı portresini; sinema tutkusu etrafında bir araya gelen yedi genç karakter üzerinden anlatıyor. Hikâye, bir gece boyunca bir evde toplanan bu gençlerin yaşadıkları gerilim dolu dönüşüm etrafında şekilleniyor. Tamamı tek gecede geçen yapım, “found footage” (buluntu film) estetiğiyle kurgulanmış ve kamerayı karakterlerin kendisi kullanıyor. Anlatı, yedi ayrı kesintisiz uzun plandan oluşuyor.
Sınırlı hatta neredeyse bütçesiz koşullarda, kendi olanaklarını ve çevresini seferber ederek bu projeyi hayata geçiren genç yönetmen, kolektif üretimin gücünü, bağımsız sinemanın cesaretini ve tutkusunu örnek bir biçimde ortaya koyuyor.
Böyle bir film yapma fikri nasıl oluştu? Ve finansmanı nasıl sağladın?
İkarus aslında benim ilk uzun metraj senaryom değil. Fakat ülkemizde, hatta dünya genelinde sinema üretimi imkânlarının gittikçe daha kısıtlı hale gelmesinden dolayı tamamen kendi imkânlarımla çekebileceğim bir film yazma arayışına girdim. Tek mekânda geçecek bir film, çekim maliyetini azaltacaktı. Kesintisiz planlarla ilerleyen bir film, çekim günlerini azaltarak yine maliyetleri düşürecekti. Bu teknikle bir film yazmak üzerine araştırmalar yapmaya başladım. Çevremle görüşmeler, arkadaşlarım üzerine gözlemler yaparak hikâyeyi ve karakterleri oluşturdum.
Finansman konusunda; öncelikle oyuncular ve çekim ekibinin kurulmasında tüm uğraşı, filmin hem oyuncusu hem de benimle birlikte yapımcısı olan Alican Öztürk gerçekleştirdi. Oyuncu arkadaşlarına projeden bahsetti ve projeyi beğenen bu arkadaşlar gönüllü olarak projeye katılım sağladı. Oyuncular ve çekim ekibi, hiçbir karşılık beklemeden 8 ay süren provalar boyunca emeklerini ortaya koydular. Provalar için ulaşım masraflarını dahi ceplerinden ödeyerek, hem maddi hem manevi fedakârlıkta bulundular. Post prodüksiyondaki arkadaşlarım da aynı şekilde, filme gönüllü katkı sağladılar.
Filmi bir yapım şirketi ya da sponsor arayışına girmeden çekmeye karar verdiğim için, birkaç ay boyunca bir ajansta çalışıp maaşlarımı kenara ayırdıktan sonra işten ayrıldım. Yemek, lokasyon kirası, bazı teknik malzemelerin temini gibi harcamaları bu bütçe ile hallettim fakat filmin çekimi boyunca harcanan paranın 1.000 doları geçmeyeceğini söyleyebilirim.

Filmde kullanılan tüm kostüm ve malzemeler, kardeşim ve filmin sanat yönetmeni olan Gökberk Deniz Egesoy’un evimizdeki materyalleri değerlendirmesiyle hazırlandı. Prova ve set sürecinde yemekleri evde annemle birlikte hazırlayıp büyük kaplarla sete taşıdık. Kamera ve yaka mikrofonları, çekim ekibindeki öğrenci arkadaşlarımın üniversitelerindeki ekipmanları ödünç almasıyla temin edildi. Işıkları ise kendi ekipmanlarımdan karşıladım.
Aslında kısıtlı imkânlar, insanı daha yaratıcı olmaya ve pratik çözümler bulmaya itiyor. Bu hikâyede sadece sinema değil, dayanışma da başrolde. “Sıfır bütçeyle sinema” klişesinden öte, kolektif bir inat ve inanç var bu üretimin arkasında. Anlatırken ki heyecanından ve film ekibinin sonuna kadar kopmadan, vaz geçmeden filmi bitirme azminden etkilendim doğrusu.
Hikâyeyi anlatırken özellikle altını çizmek istediğin duygusal ya da sosyal bir mesaj neydi?
Günümüzde genç kuşağın iş bulma ya da çalıştığı işin karşılığını alabilme, barınma, iyi beslenme gibi en temel gereksinimlerden bile mahrum kaldığı bir dönemdeyiz. Gençlerin ekonomik, sosyal ve politik olarak kendisini sahipsiz ve güvensiz hissettiği; gelecek kaygısı, geçim derdi ve liyakatsizlik gibi kavramlarla çok erken yaşlarda tanışmaya başladığı böyle bir dönemdeki umutsuz ruh hâlini, genç bir ekiple beraber elimden geldiğince samimi ve ham bir şekilde yansıtmaya çalıştım.
Bu samimiyet ve “hamlık”, filmin found footage estetiğiyle birleşince, seyircinin sadece izlemediği; adeta orada, o gecede olduğu bir deneyime dönüştürme isteğin hissediliyor. Çekimlerde karşılaştığınız en büyük zorluk neydi?
Biz filmi 2.5 günde çekmiş olsak da, prova süreci 8 aya kadar uzadı. Çünkü filmin yapısı gereği, 7 oyuncunun tamamının aynı anda, aynı yerde bulunması gerekiyor. Fakat gönüllü ve bedelsiz yapılan bir iş olduğu için arkadaşlarımızın okul, sınav, düzenli gidilen iş, turne, çekim gibi meşguliyetleri oluyordu ve bir türlü tam kadro bir araya gelemiyorduk. Bu yüzden prova süreçlerinde eksik arkadaşlarımızı çekim ekibi olarak seslendirerek kısım kısım çalışıyor olmak, prova sürecinin çok uzamasına sebep oldu ve çekim takvimini ayarlamayı çok zorlaştırdı.
Yedi kişiyle uzun plan çekmek başlı başına bir cesaret işi. Oyunculuk kadar organizasyon becerisi de bu filmin gizli başrollerinden biri olmuş. Bu filmde en tatmin duyduğun sahne hangisi oldu, neden?
Özellikle kaos, panik ve kavgaların başladığı sahneden çok memnunum çünkü aşağı yukarı 15 dakikadan uzun süren kesintisiz planda, oyuncu arkadaşlarım tempoyu hiç düşürmeden hem oyunlarını verdiler, hem de filmi çeken kamerayı kendileri kullandılar. Bu zor sahnenin heyecanlı ve sürükleyici olduğu, temponun bir an bile düşmediği yönünde geri bildirimler almaya devam ediyoruz.
Bu tür sahnelerde en küçük bir tökezleme, seyirciyi hikâyeden koparabilir. Ama belli ki o sahne, izleyenlerin zihninde yer etmeyi başarmış. Oyuncuları seçerken nelere dikkat ettin?
Yazdığım karakterlerin dış görünüş ve vücut dili olarak uygun olmasının yanında, çok teatral bir proje olacağından tiyatro kökenli oyuncularla çalışmak önceliğimdi. Alican Öztürk’ün emekleri sayesinde tanıştığım arkadaşlarım da ya profesyonel olarak oyunculuk yapan, ya da hâlen tiyatro bölümünde eğitim gören kişiler oldukları için projede çalışırken büyük bir profesyonellik sergilediler.
Kamera önünde doğallıkla tiyatral yoğunluk arasında ince bir denge kurmak kolay değil. Filmin dramatik gücünü artırmak için önemli. Filmde İkarus’a dair aleni bir anlatı ya da referans yokken, filmin ismi neden “İkarus”? Bu isim neyi temsil ediyor?
İkarus miti, benim için gençliğin sınırlarını zorlama arzusunu ve o arzunun getirdiği kaçınılmaz yıkımı temsil etti. Bu filmde de, bir grup genç karakterin hayalleri, açgözlülükleri, egoları, tutkuları ve kırılganlıkları bir gecede yüzeye çıkıyor ve ardından kaçınılmaz çöküş başlıyor. Tıpkı balmumundan kanatlarla güneşe yaklaşıp, hırsının ve açgözlülüğünün kurbanı olarak yere çakılan İkarus gibi. Böylelikle filmdeki her karakter kendi hikâyesinin İkarus’u oluyor.
Aynı zamanda, çok sınırlı imkânlarla, neredeyse sıfır bütçeyle, tamamen gönüllülükle ama heyecan ve azimle bir şey üretmeye çalışmak; buna kendimizi adamak da düşecek olmayı umursamadan, aynı İkarus gibi uçuşun tadını çıkarmaya benziyor.
“Düşmekten korkmayanların hikâyesi” diyebiliriz bu filme. Uçuş kısa sürse bile, gökyüzünü bir kez görmek bile yeter bazen.
İKARUS
Yönetmen: Gökşin Doğa Egesoy
Ülke: Türkiye
Yıl: 2025
Süre: 94’
Kategori: Uzun Metraj / Gerilim, Dram, Kara Komedi
Oyuncular: Alican Öztürk, Gülce Adıgüzel, Hazel Torlak, Mirac Çelen, Merve Doğruer, Uğurtan Denizaltı, Güney Ayhan