2014’ün sonuna yetişen Nightcrawler, sinema tarihinin en arsız, en acımasız, en duygusuz, en hırslı karakterlerinden biriyle tanıştırdı sinemaseverleri. Modern dünyanın “eğer sistem içinde var olmak istiyorsan, insanlığından ödün vermelisin” mottosuyla dayattığı insan(!) modelinin belki de en yozlaşmışı, en aşağılıyla. Jake Gyllenhaal’ın inandırıcı bir performans ile ete kemiğe büründürdüğü Louis Bloom, daha şimdiden son yıllarda perdeye yansıyan en akılda kalıcı anti-kahramanlardan biri haline geldi.
1980, Los Angeles doğumlu Gyllenhaal, daha genç sayılabilecek yaşına rağmen, birçok dikkate değer projede yer aldı. Son filmindeki oyunuyla kariyerinin zirve performanslarından birine imza atan baygın bakışlı yıldızın, bugüne kadar canlandırdığı karakterler arasından (erken) bir “en iyi on” listesi yapmak kaçınılmaz hale geldi.
Not: Karakterler ait oldukları filmlerin yapım yıllarına göre sıraya dizilmiştir.
Donnie Darko (Donnie Darko, 2001)
Frank isimli devasa boyutlarda bir tavşandan dünyanın sonu hakkında tüyolar alan rahatsız bir genci oynadığı, karakter ile aynı ismi taşıyan ve seksenli yılların sonunda geçen film, o yıllara ait ‘hit’ şarkılardan oluşan ‘soundtrack’inin kaçınılmaz yardımıyla kısa sürede kendi hayran kitlesini oluşturdu ve haklı olarak kült konumuna yükseldi. Ruhsal açıdan dengesiz bir genç ile sıradan, ‘normal’ bir genç arasında gidip gelen Donnie Darko’yu başarıyla perdeye yansıtan Gyllenhaal, seyirciden ve eleştirmenlerden tam puan aldı.
Sam Hall (The Day After Tomorrow, 2004)
Bilgisayar destekli efektlere sırtını dayayan The Day After Tomorrow, felaket filmleri denince ilk akla gelen filmlerden biri olmayı başardı ama klasik Emmerich defolarından da payına düşeni fazlasıyla aldığını belirtmek lazım. Gyllenhaal, filmde ünlü bir iklimbilimcinin lise çağındaki oğlunu canlandırdı. Emmerich’in imzası sayılabilecek ‘iki boyutlu karton karakterler’e bir başka örnek olmaktan öte bir değer taşımayan Sam Hall rolü, Gyllenhaal filmografisinin en parlak işlerinden biri değildi elbet. Ancak büyük bütçeli gişe canavarlarından birinde aldığı ilk rol olması nedeniyle kariyerindeki önemli adımlardan biri oldu.
Jack Twist (Brokeback Mountain, 2005)
2005 Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan’ı aldıktan sonra sekiz dalda Oscar’a aday gösterilen Brokeback Mountain, en iyi yönetmen, en iyi uyarlama senaryo ve en iyi müzik dallarında Oscar ödülü kazandı. Gyllenhaal’a da kariyerinin ilk (ve şimdilik tek) Oscar adaylığını getiren film, genç oyuncunun önemli zirve noktalarından biri oldu. Yerli korsan film piyasasında “İbne Kovboylar” ismiyle satılan film, uzun yıllar unutulmayacak ‘güleriz ağlanacak halimize’ tadında bir çeviriye alet oldu.
Anthony Swofford (Jarhead, 2005)
1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi sonrası ABD öncülüğündeki bir grup ülkenin Çöl Fırtınası Harekâtı kod adıyla Irak’a düzenlediği operasyona katılan Anthony Swofford’un anılarını kaleme aldığı çok satan kitabından uyarlanan Jarhead’in yönetmenliğini Sam Mendes üstlendi. Gyllenhaal, olağan savaş filmlerinden farklı bir çizgide ilerleyen Jarhead’in, klişe kahramanlık hikâyelerine yüz vermeyen Swofford karakterini canlandırırken ortaya koyduğu oyun ile filmin en önemli kozlarından biriydi.
Robert Graysmith (Zodiac, 2007)
Jake Gyllenhaal, Amerika suç tarihinin belki de en meşhur çözülememiş davalarından birini anlatan David Fincher imzalı Zodiac’ta, Zodyak olarak anılan seri katile kafayı takıp onu takip etmek için ömrünü yiyen bulmaca meraklısı karikatürist Robert Graysmith’i canlandırdı. Kişisel olarak favori Fincher filmim Zodiac’ın yansıtmaya çalıştığı ruh haline, şaşkın bakışlı oyuncu Jake Gyllenhaal‘den başkası bu denli yakışmazdı sanki.
Douglas Freeman (Rendition, 2007)
Rendition, ajan filmlerinin klişelerine sadık kalan bir yapım. Yıldız oyuncularının ve bütçesinin verdiği güç ile gişe savaşına çıkan, daha çok Tsotsi (2005) ile tanınan Gavin Hood’un dokunuşlarıyla daha izlenebilir bir hale bürünen ve belki de bu yüzden gişede umduğunu pek bulamayan mağrur savaşçılardan bir diğeri. Gyllenhaal filmografisinin öne çıkan işlerinden biri değil ama artık gişe canavarı olma iddiasıyla yola çıkan büyük bütçeli filmlerde de rahatlıkla rol alabildiğini göstermesi açısından önemli. (Yani buraya Prince of Persia: The Sands of Time ya da Source Code da gelebilirdi.)
Tommy Cahill (Brothers, 2009)
Susanne Bier’in yönettiği, 2004 Danimarka yapımı Brødre’nin ‘remake’i Brothers, Jim Sheridan gibi usta bir yönetmenin elinde şekillense de, orijinaline kıyasla zayıf kalan yeniden yapımlar mezarlığında yerini aldı. Ancak ilk filmde Ulrich Thomsen ve Nikolaj Lie Kaas’ın iki kardeşi canlandırırken yakaladığı sinerjinin bir benzerini Jake Gyllenhaal ve Tobey Maguire’da da gözlemlemek mümkün. Fiziksel görünüş itibariyle de birbirlerine bir hayli benzeyen iki oyuncu, film için uygun tercihler olduklarını göstermişlerdi. Sheridan’ın oyuncu seçimi yaparken Gyllenhaal’ın 2000’li yılların başında verdiği röportajlarda belirttiği “insanlar bana sokakta devamlı “hey, örümcek adam!” diye sesleniyorlar!” sözlerini dikkate aldı mı bilinmez.
Detective Loki (Prisoners, 2013)
Hugh Jackman’ın acılı baba Dover rolüyle bir tık öne çıktığı filmde Dedektif Loki’ye can veren Gyllenhaal, davayı kaplumbağa hızında (ya da kaderin/şansın yardımıyla) çözen ve bu yüzden seyirci nezdinde pek de albenisi olmayan karakterine rağmen hafızalarda yer eden bir iş çıkardı.
Adam + Anthony (Enemy, 2013)
Gyllenhaal, bitirir bitirmez tekrar izleme isteği uyandıran nadir filmlerden Enemy’de, iki ayrı karakteri canlandırdı; birbirine tıpatıp benzeyen ama zıt kişilik özelliklerine sahip bir tarih profesörü ile filmlerde ufak tefek roller alan bir aktörü. Her iki rolün altından başarıyla kalkması, filmin bu denli etkileyici olmasının önde gelen nedenlerinden biriydi. Denis Villeneuve’ün aynı sene içerisinde yönettiği iki filmde de Gyllenhaal’ı tercih etmesi boşuna değil.
Louis Bloom (Nightcrawler, 2014)
Louis Bloom, en başta da söylediğim gibi, daha şimdiden son yıllarda perdeye yansıyan en akılda kalıcı anti-kahramanlardan biri haline geldi bile. Şairin dediği gibi henüz yolun yarısına yeni ulaşmış Gyllenhaal’ın bundan sonraki performansları için heyecanlanmamak mümkün değil.
Murat Kızılca