Benimle Oynar mısın Aydın Bulut’un son filmi. Beşiktaş’a adanmış film, mahalle takımlarına selem çakerken aynı zamanda yaşanan kentsel değişimlere, dönüşümlere de dikkat çekiyor.
Mahallede geçen, bir mahalle filmi Benimle Oynar mısın. Bir de küçük Paskalya var ki filmin tadı olmuş. Filmin sürecini ve bugünlere taşınan hikayesini yönetmen Aydın Bulut’la konuştuk…
Banu Bozdemir
Öncelikle projenin çok önceden kafanızda oluştuğunu biliyorum, uzun yıllardır var sanıyorum. Ama süreç olarak çok denk düştü… O arada neden çekilemedi, neden uzadı ve sürece uygun düşmesi konusunda neler söylersiniz?
Evet yaklaşık on yıldır bu projeyle uğraşıyorum. İki senaryo yazıldı geçen zaman içinde, o dönemde ismi “hayat siyah ölüm beyaz”dı… “Beşiktaş”lı olan pek çok yapımcıyla görüştük fakat ciddi bir zaman kaybı ve hayal kırıklığından başka bir şey yaratmadı bizim için… Başından beri bu yaşadığımız şehrin ruhunu anlatan bir hikayenin peşinde olduğumuz için şu son süreçte gündeme gelen pek çok konuyla akrabalıklar kurdu filmimiz. Yaşam alanlarımızı koruma derdimiz, varoluşumuz ve değer yargılarımız, vicdanımız için mücadele etme konusundaki inatçılığımız aslında yeni şeyler değil fakat Gezi direnişiyle birlikte farklı bir boyut kazandı tüm bunlar…
Film aslında hep bizim taraftan bakıyor her şeye. İnsan olmaya, AVM’ye karşı olmaya, büyük olmak isteyen adamlara karşı hep mahalle ruhunu savunmaya vs… Biraz 90’lar havası aldım filmden, sanki özellikle o atmosfer yaratılmış gibi… Ama bir yandan da geziye selam var…
Evet korumaya çalıştığımız her şeyin duygusunu taşıyacak bir atmosfer oluşturmaya çalıştık. Özellikle amatör kulüpteki her detay bize kaybetmekte olduklarımızı hatırlatsın istedik. Ayrıca balık imgesi film içinde sıklıkla karşımıza çıkan yaşamla ölüm arasındaki “oyunun” bir sembolü gibiydi bizim için. Beşiktaş’ta geçmiş yaşantılarla beslenen hayatların, şimdiki zamanla ve onları kuşatan her şeyle mücadele eden o insanların sonunda bulundukları yerden kalkıp gidecekleri yer gezi direnişiydi, gerçekte de olan budur, biz bu gerçekliğin izini sürerek buluştuk filmin sonunda geziyle, belirli biçimde davranan ve kendilerinden taviz vermeyen insanların son noktada hayata karşı takınacakları tavrı göstermek istedik.
Eyşan Özhim’i düşünerek mi yazıldı Sibel rolü?
Benim bu filmi yapmakla ilgili tamamen umutsuzluğa kapıldığım bir dönemde Eyşan çok farklı bir fikirle geldi. Bir anne ve kızının dramatik ilişkisi üzerinden Beşiktaş’ın anlatıldığı bir senaryo yazdık birlikte, ben çok heyecanlandım çünkü hep erkek duygusunun hakim olduğu şu taraftar olma haline daha naif ve farklı bir yerden bakabilme imkanı yaratıyordu bu yeni hikaye. Sibel’i yaratırken Eyşan epey uzun bir çalışma yaptı, hem senaryo hem de rol için çok fazla malzeme topladı. Yani Eyşan Özhim Sibel’i düşünerek yazdı. Kızı Rüya da Eyşan’ın yazdığı karakterdir bu senaryoda…
Her şey bir yana Paskalya fikrine ve oynayan Rüzgar’a bayıldım… Hikaye içine en iyi yerleşen karakter o olmuş… Onun konumunu biraz açabilir misiniz? Ve Rüzgar’ın filme nasıl dahil olduğunu…
Rüzgar’ı çok uzun arayışlar sonucunda bulduk, Eyşan keşfetti onu, Artkraf ‘tan Çağ Çalışkur ve Gökçe Akyıldız oyuncu koçu olarak çalıştılar Rüzgar’la.
Bir de çocuk oyuncu oynatmak zor derler…
Eyşan’la aralarında çok özel bir ilişki oluştu, gerçekten anne kız gibi oldular, aralarında kurdukları sevgi ve güven ilişkisi benim setteki işimi çok rahatlattı, Rüzgarın o güzel performansında benden çok Eyşan’ın katkısı var, hiç bir zaman birbirlerini yalnız bırakmadılar.
Çarşı bu aralar yükselen değer, onların filme organik, taraftar olarak bir katkıları var mı?
Tek desteğimiz onlardı.
Biz de spor sinemada çok az kullanılan bir dal. Kullanılırsa da daha çok futbol kullanılıyor zaten. Aslında çok güzel başarı öyküleri var. Hem riskli hem de çok talep olabilecek bir filme imza atmışsın. Sen nasıl düşünüyorsun?
Evet çok riskli bir işe giriştik fakat işte bu da bizim seçimimiz!
Uğur Polat ve kötü adamlık. İyice üzerine yapıştı ve siz de Uğur Polat’ı kötü adam yapmışsınız. Özel bir sebebi var mı?
Ben Uğur Polat’ı “bütün zamanlar”da seven biriyim, o benim için çok özel bir aktör ve varlığıyla filme çok şey kattı. Biz onunla ‘Yedi Tepe İstanbul’dan beri tanışıyoruz, çektiğim o televizyon dizisinde yetmişli yılların bedelini ödeyen ‘yitik’ bir devrimciyi canlandırıyordu, E.L.P grubunun “C’est la vie” isimli parçasını dinleyerek hayallere dalan, kayıp, romantik bir karakter…
Film aynı zamanda Beşiktaş semt filmi olmuş, her karesinde Beşiktaş var. Mesela başka bir takımı çektiğinde gidip o semtte mi çekerdiniz?
“İnsan yaşadığı yere benzer…” Edip Cansever’i ve Turgut Uyar’ı çok seviyorum.
Gezi direnişiyle ilgili belgesel çekebildiniz mi? Gazi’yi çekmiştiniz, Gezi’yi de çekmişsinizdir diye düşündüm. Bi yandan da teknik devrim yaşanıyor her şey kayıt altında. Gezi’nin size yansıması nasıl oldu? İleride film olur mu ne dersiniz?
Büyük bir yaratıcı enerji ve yeni fikirler..Yakın zamanda sanatsal cesaretle ortaya çıkacak pek çok kışkırtıcı ve esin verici eser kendini gösterecek!
Seyircinin bulacağı hissiyat ne olacak bu filmde? Ne görecek, ne izleyecek…
Öncelikle bir yere ait olma duygusu… Orada ne kadar kırılmış olsan da ne kadar kaybetmiş olsan da yine orada aşkı bulma ihtimalin… Duygusallık ve romantizm, İstanbul da çok özel olan bir semtin karakteri, Beşiktaş’ta Beşiktaşlı olmanın türlü halleri… Kendi varoluşun için direnmek ve mücadele etmek. Aile olabilmek…