ANADOLU EÞEÐÝ ANKARA YOLCULUÐUNA MÝLAS’TAN BAÞLIYOR (MUTLU HAZER/Muðla-ÝHA)

Entelköy – Efeköy


Banu Bozdemir

Yüksel Aksu’yla ‘Dondurmam Gaymak’ filmiyle ilgili röportaj yaparken ondan filmi aşan sözler duyduğumu düşünmüştüm. Şöyle ki Bienal’de sergilenen eserlerin anlamsızlığı ve kimi zamanda basitliğinin öyle kallavi bir açıklaması vardır ki, esere bir kere daha bakarken ‘ben ne kaçırdım’ acaba dersiniz… Eseri yaratanın kafasındakilerin dökümüdür orada sergilenen ama açıklamalar nedense beni eserin kendisinden daha fazla etkiler! Dondurmam Gaymak Ege’de çekilen, komediyle sıvanmış, derdini ağrılı sancılı bir şekilde değil de güle oynaya anlatan bir filmdi! Evet bu 2005 yılında minimal patlamaya doğru giden sinemamızda tersine bir yoldu ve çok fazla eğlencelik kokuyordu! Yine de Yüksel Aksu’yla yaptığım röportajdan inanılmaz şekilde tatmin olmuştum.

Yine aynı şey oldu Entelköy – Efeköy için de… Özel gösterimde herkesten önce izlediğim filmden öncelikle keyif aldığımı belirteyim. Biraz fazla didaktik bir dil içermesine, güldürmek için kimi yerlerde cinselliğe bastırmasına ve bazı yerler de anlamsız ve uçuk bir curcuna yaratmasına rağmen!

Dondurmam Gaymak nasıl ki yok olan küçük esnafa ve onun değerlerine sahip çıkmaya çalışıyordu Entelköy – Efeköy’de aynı mantıkla yine yok olan, yok olmaya doğru hızla koşturan bir şeylerin peşinde yine! Bunu ters bir mantıkla anlatmaya çalışıyor, şehirde yaşayanların kırsal değerlere sahip çıkmaya çalıştığı, köylülerin ise ‘şeherli’ insan olma hevesinin absürtlüğüyle kendilerinden geçtiği bir anlatımı var. Köye yerleşen ‘bilinçli’ enteller tıpkı seksenli yıllarda çekilen filmlerdeki hippiler gibi. Tek farkları arı gibi çalışkan olmaları! Yani onlardan ayrılan birçok özellikleri olmasına rağmen yine bir ara Ediz Hun ile Türkan Şoray’ın oynadığı Tatlı Meleğim filmine dönüşecek, Muhtar Ali, kendini Katrin’e beğendirmek için entel kılığına girecek diye bekledim ama korktuğum başıma gelmedi! Herkes kendi inadını sürdürmek konusunda gayet ısrarcı davrandı!

Filmde darbukasıyla bir nevi anlatıcı konumuna bürünen yönetmen Aksu, epizodlara ayırdığı filminde bize bir hikaye anlattığı ima etme yolunu seçiyor. Özüne dönmeye çalışan bir aşk hikayesi bu! Ege insanının hareketli yapısıyla birleşen film zaman zaman hikaye anlatma kısmını gerçeklere bağlıyor, anlatım birden ciddileşiyor. İşin içine bir konser organizasyonu, Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth giriyor ve film önümüzde genişledikçe genişliyor!

Köylüleri fazlaca kurnaz gösteren Aksu, şehir hayatından kaçıp gelen entelleri pek bir yol gösterici resmediyor! Her entelin aklında bir süre sonra şehri terk edip küçük kasabalarda küçük hayatlar sürmek var! Eğer her terk edişin sonu bu kadar parlaksa kaçmanın vaktidir diye düşünüyor insan! Tabii olumlu bir tablo çiziyor film. Çünkü film bir olumlamaya doğru yol alıyor. Bir yerde köylülerle enteller canciğer kuzu sarma olacağı için bu beklentiyi de arttırıcı yönde ilerliyor!

Filmdeki oyunculuklar filmin temposuna uygun olarak akıcı geldi bana. Muhtar Ali’yi oynayan Şahin Irmak’ı pek bir yakıştırdım o role. Büyük ihtimalle yurt dışında yaşadığı için bozuk Türkçeye konuşan Ayşe Bosse doğal güzellik açısından filme cuk oturmuş Muhtar Ali’nin sağ kolu rolündeki oyuncu daha doğrusu ilk sinema deneyimi belli ki, sular seller gibi yapmış rolünü! İşte bu benim en çok sevdiğim oyunculuk tarzı. Oynadığını bilmeden, kendi doğalını yaşama hali! Hatta filmin birkaç yerinde Nejat Yavaşaoğulları tutamamış kendisini gülmüş bu doğal ve üstün oyunculuk performansı karşısında!

Sinemanın yavaşladığı, konuların tek bir sosyal mecraya sıkıştığı (onun da çözüme yönelik olduğu tartışılır) şu günlerde kaba bir güldürü anlayışıyla olsa da sosyal mesaj verme hali bana iyi geldi. Her şeyin doğallığından uzaklaştığı, iç karartıcı bir hale dönüştüğü günümüzde derdini mizahi bir tatta anlatarak, daha fazla insana ulaşma derdinin daha değerli olduğunu düşünüyorum. Sonuçta ortalık izlenmeyen filmler çöplüğüne dönecek yakında! Çevre adına yapılmış, söylenmiş her şeyin değerli olduğunu düşünüyorum artık! Bazen bunu nasıl yaptığının önemi yok! Entelköy – Efeköy eğlendirmeyi amaçlıyor ve bunu bazı anlarda iyi bir biçimde başarıyor.

 

 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.