Zefir; Türk işi bir ‘kara film’ denemesi
ALPER TURGUT
“Zefir”, Tarkovski gibi başla Haneke gibi bitir. Müthiş bir görüntü yönetimi ve fonda nefes kesici bir Karadeniz… Bir kız çocuğunun şahsında betimlenen şiddet ve dünyayı kurtarma heveslisi bir annenin geride bıraktığı nefret. Bu film, tepeden tırnağa, kaybetme korkusuna dair. Zaman duruyor ve ölüme ait bir ritüel hayat buluyor. Evet, Zefir’e bir şans tanıyın, gerçekten sizi şaşırtabilir.
Antalya ‘Altın Portakal’ Film Festivali’nden ilginç ve tuhaf bir şekilde eli boş dönen Zefir, şimdi de şansını 30. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma’da deneyecek. Nisan sonunda gösterime gidecek olan film, çevirmen Belma Baş’ın ilk kurgusal uzun metrajlısı… Zefir’in senaryosunu da kaleme alan Baş’ın 10 ödüllü “Poyraz” adlı kısa filmi beş yıl önce Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışmıştı.
Zefir’in görüntü yönetmeni Mehmet Y. Zengin, oyuncu kadrosunda ise Şeyma Uzunlar, Vahide Gördüm, Sevinç Baş, O. Rüştü Baş, Fatma Uzunlar, Harun Uzunlar, Oktay Kaptan, Tülay Kaptan, Cemile Kaptan ve Niyazi Koyuncu var. Vahide Gördüm dışında filmde profesyonel oyuncu yok, yönetmenin ailesi ve yakın dostlar, tam da bu yüzden acemilik bariz. Filmin yumuşak karnı oyuncu performansları, kesinlikle… Zefir, bir belgesel özeninde çekilmiş, Nuri Bilge Ceylan ve Semih Kaplanoğlu’nun filmlerinden esinlenmiş, Türk Sineması’nda pek kurcalanmayan anne-kız ilişkisini kurgulamış ve şok bir finali tercih etmiş farklı ve özgün bir seyirlik. Börtü böcek dünyasına kamerasını çevirip doğaya yaslanan ve insan davranışlarıyla tabiatı özdeşleştiren Zefir’in aile olmaya, sevgiye, sevgisizliğe, dostluğa, yalnızlığa ve terk edişlere dair söyleyeceği yeni şeyler var.
Bunun dışında Zefir gibi ağır tempolu filmleri pek sevmiyorum, yoksa Bela Tarr vazgeçilmezim olurdu. Az diyalog, uzun plan, ruhu alınmış ve stabil insan portreleri, bana basite kaçmak gibi geliyor. Fazla deneysel ve duyguyu veremediği için belgesele dönüşen filmler yerine meselesi olan, kanlı, canlı, heyecanlı yapımlar, en az benim kadar çoğu seyircinin de beklentisi, özetle. Güzel kareler görmek istiyorsak, fotoğraf sergisine gideriz, sinemada ise sadece ve sadece film izlemeyi arzuluyoruz.
TABİAT ANA, BİR ANNE VE ZEFİR
Zefir, Batı’dan esen rüzgârın adı, küçük kahramanımız ismini, bu yumuşacık yelden almış. Ancak küçük kızın tam tersi bir ruh hali var, sert ve olabildiğince haşin. Babasız büyümüş Zefir, Ordu’da güzelim bir yaylada, anneannesi ve dedesi ile birlikte yaşıyor. Annesi dünyayı kurtarma derdinde, bu uğurda yapamayacağı şey yok, biricik yavrusunun serpilişini görmek istemeyecek kadar da duygusuz. Çatışma işte tam burada başlıyor. Yoksa Zefir, el bebek gül bebek büyüyor, yeşil bir dünyada, dağ çileği, taze süt ve sevgiyle. Ama Zefir, annesine hasret, içine dönüyor sürekli, hep onun yolunu gözlüyor, bu büyük bir travma, küçücük bir kişiliği çelikleştiriyor, hissizleştiriyor. Doğayı gözlüyor Zefir, yaşam kadar ölümü de fark ediyor. Kâbusları var onun, zaman geçiyor ve gerçeğe dönüşmesine ramak kalıyor.