Çift kutuplu dünyanın son demlerine dair

ALPER TURGUT

Çift kutuplu dünya, doğu bloğu, batının emperyalistleri ve soğuk savaş… Her iki tarafa da sızan usta casuslar, füze krizi ve uzay macerası… Glasnost ve Perestroyka… Ardından 74 yıllık Sovyet deneyinin çöküşü, tek efendi konumuna gelen ABD’nin bitmek tükenmek bilmeyen pervasızlığı… “Elveda” (L’affaire Farewell), Sovyetler Birliği, Fransa ve ABD arasında yaşanan ajan krizini masaya yatıran, gerilimi hep yedeğinde tutan ve dramla harmanlanan bir siyasi film.

Elveda, ilk olarak 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin Dünya Festivalleri kuşağında gösterilmişti. KGB üzerinden SSCB’ye dolaylı yüklenmek gibi bir yükümlülük hissetse de Elveda’nın, vasatı aşan bir yapım olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Eli yüzü düzgün bir politik sinema denemesine, epeydir hasret kalmıştık. Elveda, 11 Haziran’da vizyona giriyor. Kaçırmayın.

Elveda, Serguei Kostine’in “Bonjour Farewell” adlı kitabından uyarlandı. Filmin senaristi ve yönetmeni Christian Carion. 2005 tarihli güzelim “Ateşkes”in (Joyeux Noël) ardından Fransız yönetmen Carion’un artık çekeceği her filmi izleme kararı almıştım. Elveda’nın başrollerini; romantik tiplemelerin bildik delikanlısı Guillaume Canet (Pierre Froment), pek meşhur yönetmen Emir Kusturica (Sergei Gregoriev) ile Alexandra Maria Lara (Jessica Froment), Ingeborga Dapkunaite (Natasha) ve her rolün adamı Willem Dafoe (Feeney) üstleniyorlar. Filmde Diane Kruger’in de ufak bir rolü var. Unutmadan, François Mitterrand (Phillippe Magnan) ile Ronald Reagan (Fred Ward) tiplemeleri, bir hayli karikatürize, bu belki de yönetmenin seçimi ancak göze battığı da bir gerçek. Yapım, politik manevralara, aileyi, aşkı, aldanmayı, aldatmayı ve kişisel ihtirasları da katık ediyor. Komünizmin yeniden soluklanması gerektiğini düşünen Fransız hayranı bir uzman KGB şef ajanı, amatör ve gönüllü bir casus ile dostluk kuruyor. Ve bu işbirliği, kısa sürede dünyanın dengesini değiştiriyor.

 

SOVYETLERİN DAĞILMASINA 10 YIL KALA

 

Evet, Lenin ve Stalin’in, yoğun bir emekle Marksist bir temelde inşa ettiği yapı, ardılların aymazlığı yüzünden çatırdamaya başlamıştı. Sosyalizmden kopuş ve bürokratik hantallığa meylediş idi bu… Ve bu ihanet, kapitalizmin zafer çığlıklarını beraberinde getirecekti. 26 Aralık 1991 günü Sovyetler Birliği bayrağı, Kremlin’deki gönderinden indirildi. Dünyanın yüzölçümü en büyük ülkesi bir anda dağılıverdi. Film bizi, Sovyetlerin dağılmasından 10 yıl öncesine 1981’e geri götürüyor. Artık Soğuk Savaş’ın en ateşli dönemi başlamıştır.

 

KGB Albayı Grigoriev, Leonid Brejnev’in Sovyetler Birliği Komünist Partisi genel sekreterliği sırasında, sisteme olan inancını kaybeder ve tüm dünyayı tek başına değiştirme kararı alır. Karısına ve oğluna, mutlu bir gelecek armağan etmek isteyen bu adamın gözü karadır. Moskova’da çalışan Fransız mühendis Pierre ile bağlantı kuran Grigoriev, çok gizli belgeleri ona teslim eder. Hem Fransa hem de ABD, yaşamsal öneme haiz bu dokümanlara balıklama atlarlar. Kaynaktan iki yıl boyunca bilgi akar, Fransız Gizli Servisi, operasyona “Farewell” kod adını verir. SSCB dara düşerken düşmanları sevinir. Üstelik gaza gelen eski aktör Ronald Reagan, Yıldız Savaşları projesini açıklar. KGB, geç de olsa uyanır, artık hem Grigoriev hem de Pierre, tehlike ve tehdit altındadırlar.

 

BUZ ÇOKTAN KIRILMIŞTIR

 

Son sözü de biz söyleyelim. Ama önce sorumuzu soralım. Çift kutupluyken dünya daha mı çok tehlike altındaydı, yoksa ABD’nin dünyanın jandarmalığını yaptığı günümüzde mi? Yanıt veya kanıt peşinde değiliz. Bilen biliyor, gören görüyor. Ve elbette, yıkılan sosyalizm değildir, sadece bir deney başarısızlığa uğramıştır. Çünkü sosyalizm, insanlığın biricik umududur ve biliriz ki; umutlar asla tükenmezler. Tüm aklı evvellere inat, emperyalizm ve kapitalizm bile bu gerçeğin farkındadır. Hem Lenin ne demişti; “Biz bu eserin yapımına başladık. Ne kadar zamanda, ne zaman, hangi ulusun proleterleri bu eseri sonuna vardırırlar, bunun öze ilişkin bir önemi yok. Önemli olan buzun kırılmış, yolun gösterilmiş ve açılmış olmasıdır.” Evet, buz çoktan kırılmıştır.

 

 

 

Alper Turgut, Adana’da doğdu, üniversitede gazetecilik okudu. Uzun seneler, çeşitli gazetelerde çalıştı, farklı alanlarda görev yaptı, sendikacılıkla uğraştı. Sonra bir gün (Haziran 2006), şans eseri, çocukluk aşkı sinemaya bulaştı, işte o tarihten beridir, filmler üzerine düşünmeyi, konuşmayı ve yazmayı sürdürüyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.