Seray Şahiner
Bazı fragmanları izlediğinde insan koşa koşa o filme gitmek ister ya, ben de Siyah Beyaz’ın afişini görünce aynı duyguya kapıldım. Kadro rüyaları süsleyecek cinstendi: Tuncel Kurtiz, Derya Alabora, Erkan Can, Taner Birsel, Nejat İşler, Şevval Sam…
Ahmet Boyacıoğlu’nun yazıp yönettiği film, Ankara’da çeyrek asırdır hizmet veren Siyah Beyaz isimli bardan ve müdavimlerinden yola çıkılarak yazılmış. Bar sahibi hariç, tüm karakterler hayal ürünü. Belli ki bu bir aksiyondan ziyade, diyalogların hakim olduğu filmi olacaktı. Filmde rol alan oyuncuların çoğunun masa başı tiradlarını başka filmlerde hayranlıkla izlemiş, bir kısmını da ezberlemiştim.
Filmde, Siyah Beyaz isimli bir bara takılan dört kişinin ve bar sahibinin hikayesi anlatılıyor. Siyah Beyaz, 24 yıldır açık olan, aynı zamanda bir sanat merkezi işlevi de gören bir mekan. İçki içilen bir yer olma misyonunu çoktan aşmış, adeta kahramanlarımızın ikinci evi haline gelmiştir. Buranın müdavimleri, birbirlerinin gençliğini bilen, beraber yaşlanmayı seçmiş ve buluşma noktası olarak da Siyah Beyaz’ı belirlemiş insanlardır. Barın Sahibi Faruk( Taner Birsel), barı kapatmaya karar verir. Aynı dönemde film kahramanlarımızın hayatında da türlü kırılma noktaları yaşanmaktadır…
Filmde, 68 kuşağından bir ressam Ahmet Nihat (Turcel Kurtiz), evli bir adama aşık olan, kendi ayakları üzerinde duran şehirli bir kadın olan Ayten (Şevval Sam), mesleğini yapmaktan sıkılmış, üstüne bir de karısı tarafından terkedilmiş bir doktor (Nejat İşler) ve mesleği olan avukatlığı bırakıp kendini radyo tamiri işine veren Muzaffer’in (Erkan Can) hikayesini izliyoruz.
Bu, biraz konuşan insanlar filmi. Genelde kapalı mekanda geçiyor. Filmde bu insanların yalnızlıklarının altı çizilmeye çalışılmış. Hepsi iş çıkışı Siyah Beyaz isimli bara geliyor bir ritüel olarak. Her akşam görüşüp dertleşecek dört yakın arkadaşı olan insanların yalnızlık duygusu bana pek inandırıcı gelmedi. Evet, bu insanların hiç bir akrabasını başka eşini dostunu görmüyoruz, bu açıdan kimsesizlikten birbirlerinin kimsesi olmuşlar denilebilir ama acıyı da mutluluğu da paylaşıyorlar.
Karakterlere gelince, en net, en gerçekçi karakter; kendi halinde, tepkileri sınırlı biri olan doktor. Diğerleriyle ilgili türlü sorunlar var. Birincisi, bu bir diyalog filmi de değil bir karakter tanıtım filmi olmuş. Sahnelerde ağırlıklı olarak seyirciye, “bu karakter böyle böyle biridir” mesajı verilmeye çalışılmış. Örnekse Tuncel Kurtiz’in canlandırdığı 68 kuşağından Ahmet, eve gider gitmez enternasyonel dinliyor. Sık sık eski günlerinden dem vuruyor. “Camın önüne kızıl bayrak asmıştım, üzerine bir beyaz güvercin kondu” diye başlayan cümleler sarfederek metafor metafor üstüne kuruyor binayı. Ama sonunda konuşmayı, “ben de biraz ulusalcı oldum”a bağlıyor.
Şevval Sam’ın canlandırdığı Ayten ise bir “ikinci kadın” tiplemesi. Birine bağlanmaya yanaşmıyor, fiziksel görünümünden memnun değil. Evli olan sevgilisiyle, adama söz hakkı bile tanımadan ayrılan; ayakları yere sağlam basan, evinden ve giyiminden de belli olduğu üzere ekonomik özgürlüğünü elde etmiş bir kadın. Fakat biz filmde, Ayten’in ne iş yaptığını, dolayısıyla geçimini ve özgüvenini neyin sayesinde sağladığını görmüyoruz bile. Bu durum karakterin inandırıcılığının altını oyuyor biraz.
Erkan Can, yalnızlıktan muzdarip, aşık olduğu tek kadın tarafından çeyrek asır önce terkedilmiş Muzaffer karakterini canlandırıyor. Muzaffer, başlangıçlardan korkan, köşesine çekilmiş, kendi sınırlarının dışına çıkmaya direnen biri. Kendisini, cam fanusunda beslediği sümüklü böceğine ve dostlarına adamış. Metaforik olarak fanustaki sümüklü böceğin yalnızlığı ve kendini tamirhaneye kapatıp Siyah Beyaz bar dışında münzevi bir hayat süren Muzaffer’in yalnızlığı örtüşüyor. Eve girer girmez Enternasyonel Marşı dinleyen 68 kuşağından Ahmet karakterinin ardından böyle üstü kapalı bir gönderme insanın içine su serpiyor haliyle.
Barın sahibi Faruk, 24 yıldır işlettiği bara hayatını adamıştır. Burası hem geçim kaynağı hem dost meclisinin toplandığı bir mihraptır adeta. Duvara asılı yüzlerce fotoğrafın bile ayrı ayrı önemi vardır onun için. Eski arkadaşlarının hastalık ve ölümleriyle ve sarsılarak, barı kapatmaya karar vermiştir. En yakın dostu köpeği olan Faruk, diğer karakterlerimize gore daha dışa dönük biri.
Filmde sürükleyici bir genel izlek görmüyoruz. Karakterlerin geçmişlerinin sıkça yad edildiği ve hayat üzerine sıkça konuştukları bir film Siyah Beyaz. Filmin başından itibaren “acaba şimdi ne olacak?” sorusunu sorduracak ana aks olan, “Siyah Beyaz kapanacak mı kapanmayacak mı?” meselesi, filmde daha etkin kullanılabilirdi. Bir gerilim unsuru olarak iyi değerlendirilememiş.
Bana bir hikayeden çok, bazı insanlar anlatılmak isteniyor gibi geldi. Sinema illa aksiyona dayanacak diye bir şey yok tabii ama, biz neredeyse tüm film boyunca masabaşında konuşan 5 kişiyi izleyeceksek de diyaloglar biraz daha gerçeklik hissi yaratacak türden olmalıydı. Konuşmalarda, sohbetden yahut bir meseleyi tartışmaktan çok, konuşan kişinin karakteri yahut geçmişi hakkında bilgi verilmeye çalışılıyor gibi bir hava var. İlk bakıştaki tanım etiketlerinin altı (“solcu”, “münzevi”, “boşvermiş”…) fazlaca çizilmiş. Böyle olunca da karakterler iki boyutlu olmuş.
Bunun dışında, bir filmle ilgili bence en önemli şeye baktığımızda: evet, duygusu geçiyor. Yalnızlıktan birbirine sığınma, rutin hayattan gene ritüeller yoluyla kaçmaya çalışma, beraber yaşlanma duygusu ve durağanlığı da içinde barındıran çete ruhu izleyene geçiyor. Yine olsa yine bu filme gidermiyim? Bu oyuncular masa başında birbirlerine telefon rehperlerini okusa onu bile gider izlerim.