Ömer Faruk Sorak’ın son filmi 8 Saniye’nin başrol oyuncusu ve kendi hayat hikayesini oynayan Esra İnal “Perdede ruhum çırılçıplak kalsada niyet iyiyse problem olmaz” dedi.
Vizontele, Yahşi Batı, Aşk Tesadüfleri Sever gibi önemli filmlerin yönetmeni Ömer Faruk Sorak’ın son filmi 8 Saniye çizgi dışı bir yapım. Almanya’da doğup büyümüş Esra İnal’ın kendi hayat hikayesinden yola çıkılıp çekilen filmin başrolünde de Esra İnal oynamış. İnal’ın bu ilk oyunculuk tecrübesini ve filmi seyredenlerin onun hayatını bütün çıplaklığıyla seyredecek olmasından çekinip çekinmediğini sorduk…
Filmin hayatınızdan esinlenmeler taşıdığı belirtiliyor. Herkesin hayatında ilginç hikayeler var ama bunlar film olmuyor. Sizin projeniz nasıl ortaya çıktı?
Her şey doğru zamanda, doğru yerde, doğru insanlar olduğunda oluşur. Dediğiniz gibi başka insanların da çok acayip hikayeleri var. İnsanlar doğru zamanda karşılaştıklarında olacağı varsa oluyor. Bu film hayatımdan esinlenerek yapıldı. Ama filmin içinde sadece 120 dakika zaman var ve burada hakikati hiç bir zaman hakkıyla veremezsiniz. Hiç bir karakter tamamıyla gerçek değil. Ben bu karakterin içine şunları, şunları koyalım dedim. O zaman bir karakter 15 insandan oluşabiliyor. Filmde de öyle oluştu. Kendimle ilgili, içinde yaşanan duyguların hepsinin gerçek olduğunu söyleyebilirim. O yoğunlukta hayatımda yaşadım. Zaten benim için önemli olan da o duyguları aktarmaktı.
Senaryo çalışması nasıl oldu?
İlk başta hep beraber hikayeleri eledik. Hikayeleri eledikten sonra, Evren’le (Nuran Evren Şit) birlikte ilk önce İstanbul’da yazmaya çalıştık. Başladık ilk sahnemizi yazıyorduk, bir ara verelim aşağıya inelim dedik, aşağıya indik, aşağıda bir türkü duyuluyordu. O türküyü duyunca biz efkarlandık, Anadolu kafasına girdik. “Bu kafayla nasıl yazacağız” diye düşündük kendi kendimize ve Ömer’e (Yönetmen Ömer Faruk Sorak) “Bizi Berlin’e yolla” dedik. Daha nötr bir ortam orası. Bize ev tuttular, dört ay orada gece gündüz ve üç dilde yazdık bu senaryoyu.
Yani hayatınızda olup biten bir takım olaylardan yola çıkarak yeni bir bütünlük, bir kişilik oluşturdunuz. Oluşan bu bütünlük size yakın mı? Yoksa yönetmen ve senaristin yarattığı yeni bir kimlik mi söz konusu?
Yakın diyebiliriz. En çok zorlandığım yerler, “Bunu da söylemek istiyorum, şunu da söylemek istiyorum, ya da öyle yaptırmayalım” kısımları oldu. Ama bunları yaptırmamız gerekiyordu. Ya da başka bir karakter geliyor o karakteri olduğundan daha sert oynuyor. “O kadar sert değildi” diyorsun içinden ama o öyle oynuyor, ona karışamıyorsun. Kurguya giriyor film, oradan başka bir dinamik, başka bir hareket çıkıyor. Bunları yaşayarak öğrendim.
İnsanlar hem kendilerini anlatmak isterler hem de hayata karşı çok çıplak kalmak istemezler. Bu filmle siz biraz çıplak kalıyorsunuz. Bu sizi rahatsız etmiyor mu?
Çıplağız, hep çıplağız. Korkacak bir şey yok. Hepimiz kendimizi koruduğumuzu, emniyette olduğumuzu düşünüyoruz. Hiç birimiz emniyette değiliz, hiç kimse kendini gerçekten koruyamıyor. Böyle geldik dünyaya, biz kendimize istediğimizi anlatalım, istediğimiz şeyleri etrafımızda yaratalım her zaman çıplağız. Röportaj veriyorsun mesela, röportaj çıkıyor “Ya ben böyle düşünmüyordum aslında, neden bu bakış açısından anlatıldı” diyorsun. Ama kabulleniyorum, her şeyi kontrol edemeyiz. İnsanların kendi bakış açısı var, önemli olan niyet, niyetimiz güzelse, iyiyse çıplak olmanın hiçbir sakıncası yok.
Filmde hayat koçu gibi bir karakter var, galiba gerçek bir karakter. Sonunda da çıkıyor. Filmin bu karaktere bağlanması, karakterin onun yardımıyla bir şeyleri atlatması özgür davranış açısından bizi biraz güçsüz kılmıyor mu?
Bunu çok düşündük, çok tartıştık. Miguel’in filmde olması benim açımdan anlamlı. Miguel’i çok seviyorum, ikinci babam oldu hayatta. Miguel bana sevmeyi öğretti, niyetlerime dikkat etmeyi öğretti, hoşgörülü olmayı öğretti. Kendisi bana örnek olarak öğretti bunları. O benim sanki ikinci doğumumdu. Filmdeki rüyalar aslında o adam. Miguel en sonunda fazla mistik hareketler yapmamaya, doğal kalmaya özen gösterdi. Aslında o mistik yanı ondan almak için biz en sonunda tanıştırdık. Rüyalardan hiç çıkarmayabilirdik. Şunu demeye çalıştık: Daha soyut bir dünyanın içinde rüyalar bizim aynamızdır. Rüyalarda hiçbir şeyin sınırı yok, zihin istediği gibi her şeyi kavrayıp hissedebiliyor, yaratabiliyor. Orada Miguel iç sesimizin sembolüydü.
İlk oyunculuk denemenizdi kendi hayat hikayenizi canlandırıyorsunuz. Böyle bir projede kendinizi oynamaya nasıl cesaret ettiniz? Bu karara hep beraber nasıl vardınız?
Hiç tartışılmadı, hiç sorgulanmadı, hiç büyütülmedi bu problem. Her şeye hep birlikte odaklandık, set günü geldi, sete girdim ilk kameraya çıktığım gün kameranın nerede olduğunu bilmiyordum. Kameranın arkasındaki adama olsun, yönetmene olsun sonsuz güvenim var. Ben daha romantik düşünmüştüm, o kadar romantik değildi. İçeride kendimi hiç rahatsız hissetmiyorum, kameraları unutuyorum. Üzerinde çalışmam gereken şeyler var, mesela acele ediyorum. Zamanım olmadığını düşünüyorum o da tecrübeyle gelen bir şey. Oyunculuk bana çok şey kattı, kendinle ilgili çok şeyler öğreniyorsun. İlk defa kendini gördüğün zaman şok oluyorsun, çünkü kendinle ilgili bilmediğin o kadar mimiklerin var ki…
Daha önce oyunculuğu düşünmüş müydünüz, bundan sonra oyunculuğa devam etmek ister misiniz?
Küçüklüğümden beri oynamayı, şarkı söylemeyi, resimler çizmeyi severdim, hiperaktif bir insanım. Hareketli şeyleri seviyorum, üç gün arka arkaya çalıştır beni hiç yorulmam. Beğenilirse, güzel projeler olursa neden olmasın.
Dizilerden teklif gelirse?
O beni korkutuyor. Onu ben de düşünüyorum. Yapmak istersin ama bağlayacaklar seni, gidemezsin, kaçamazsın.